100. yılında üç Balkan ülkesi ve problemleri

Balkan Savaşı’nda kendi hesabına en büyük yiğitlikler gösteren Bulgar, Sırp ve Yunan devletleri günümüzde zayıf ve deyim yerinde ise taban yapmış bir ekonomi ile yarımadada kendilerini belli etmektedirler.

 

 

 

Osmanlı’dan ayrılışlarının 100. yılına fakirlikle giren Balkan ülkeleri, istiklallerinden taviz verdikleri ve borç yükü altında oldukları bu dönemde neden gelişemiyorlar?  Neden kalkınamıyor ve neden hala bütçelerini borçla ayakta tutuyorlar? 1912 yılına dek her şeyin bir parça oturmuş olduğu Balkan yarımadasında, bu tarihte söz konusu olan oldukça gereksiz ve toprak hırsının tetiklediği bir savaş ile ülkeler, Osmanlı Devleti aleyhine sınırlarını genişletmişlerdi. Savaşta kendi hesabına en büyük yiğitlikler gösteren Bulgar, Sırp ve Yunan devletleri günümüzde zayıf ve deyim yerinde ise taban yapmış bir ekonomi ile yarımadada kendilerini belli etmektedirler. Diğer minik ülkelerin hali ise denizdeki ceviz kabuğundan farksızdır. Sırbistan, eski Yugoslavya bakiyesi olan güçlü denilebilecek sanayisinin bir kısmı NATO saldırıları ile tahrip olmuş, diğer bir kısmı ise çürümeye terk edilmiş ve az bir kısmı da işler olmasına rağmen dünya pazarlarında fazla alıcı bulmayan eski teknoloji ürünü mamulleri ile bir şeyler yapmaya çalışmaktadır. Ancak ne alıcı vardır ne de hammadde. Ne de hammaddeyi alacak para ve sermaye. Ne de o hammaddenin ülkeye sokulacağı ve mamul madde olarak satılacağı limanlar. Sırbistan, Karadağ'ı kaybedeli beri o limanlardan da yoksundur.

 

SERBEST PAZAR EKONOMİSİNİN ACIMASIZLIĞI

 

Eskiden ülkemize getirilen Macar marka İkarus otobüslerinin montaj tesisleri de artık Sırbistan’da eskisi kadar revaçta değildir ve eskisi kadar iş almamaktadır. Yugo “Zastava” adında bir zamanlar gerçekten de adı gibi (Zastava) Yugoslavya’nın bayrağı haline gelen otomobili dahi bedeline satacak şekilde üretememektedirler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ürettiklerini de uluslararası anlaşma eksikliğinden dolayı satamamaktadırlar. Artık köprünün altından çok sular geçmiştir. Serbest pazar ekonomisinin acımasızlığı ile hiçbir eski sektörde eskisi kadar satış yoktur. Ve hatta yükselen masraflardan dolayı artık bu tür fabrikalar da AB üyesi sanayi devi ülkelerin yatırımcılarına birer arpalık olarak terk edilmektedir. Son olarak geçtiğimiz yıllarda Yugo, Fiat şirketi ile Fiat marka otomobillerin Sırbistan’da üretilmesi için anlaşmıştır. Bir nevi kendisini satmıştır. Koskoca Yugo’ya 200 milyon Euro değer biçilmiştir. Ancak bu paranın daha da altına yani 100 milyon Euro’ya Fiat, yüzde 67 hissesini yutmuştur Yugo'nun. Boğazda bir yalı alabilirsiniz bu paraya. Ya da İstanbul, Sirkeci'de bir iş hanı. Ancak Sırbistan’ın bu işten yiyeceği ekmek şüphesiz çok fazla değildir. Zira Sırpların ülkede aldıkları ortalama maaşlar 100 ila 300 Euro arasında gidip gelmektedir. Türkiye’deki en vasıfsız işçinin dahi eline tüm günlük bir çalışma sonrası bundan daha, çok daha fazlası geçmektedir. Bir zamanların ünlü savaş uçaklarından Orao “Kartal” adındaki savaş makinesini de üretirdi şu bizim Yugoslavya. Tabii ki Sırbistan bunu da devam ettiremedi. Son olarak Saraybosna üzerinde uçuyor, Boşnak sivilleri ve Başçarşı’yı bombalıyordu Orao jetleri. Mazlumun ahı nasıl tuttu ise bu uçak da bir anda silindi tarihten. O da gitti. Kayboldu ve gitti. Nasıl bir ah aldı ise Sırbistan’da dereler ve yeşillikler hariç her türlü kaynak kuruyor. Lepa Brena vardı. Hani şu Yugoslavya’nın en sadık hizmetkârlarındandı biliriz ya. Propaganda filmlerinde şarkı söyleyen, Sırp ordusuna çetnik kıyafeti ile şarkı söyleyen asimile Boşnak Fahreta Teyze. O da gitti. ABD’de yaşıyor artık. Devasa servetini bile Belgrad’da yemek istemiyor artık Sırp elitleri.

 

BİZE TENCERENİN DİBİ KALDI

 

Emir Kusturica ile birlikte Belgrad’ın satış malzemelerinden olan Lepa Brena ve Şaban Şauliç de unutulup gidiyor artık. Yeni nesil bir nevi kusuyor bunları. İşte Sırbistan’ın hali. Umutlar ise her zamankinden daha az. Tek umut AB’ye girmek ancak halk, buna dair bir beklentide değil. Çaçak’ta konuştuğum 53 yaşındaki Zvonko, “Bizi Yunanistan kadar besleyecek de değiller ya. Hem bize tencerenin dibi kaldı” diyorken evini gösterdi. “20 yıldır sıva yapamadım. Tuğlaların yarısı sıvasız. Yıpranan tuğlaları bazen taşla, bazen odunla kapatıyorum” derken aslında Sırbistan’ın da tablosunu çoktan çizmişti. Ülke, makyajla dahi ayakta duracak halde değil. Bu durumda yine de ülkedeki kaynakların Sırp bölgelerine kanalize edilmesi tabii ki rahatsızlık meydana getiriyor. En gelişmemiş bölgeler ise Sancak ve Preşeva bölgeleri. İşte bizden aldıkları, en son kopardıkları topraklar. Tek yatırımsızlık bahanesi ise orada yaşayan halkın güçlenmemesi. Aslında bu bir nevi halkların kendi kaderini tayin hakları için hedefe kilitlenmelerine de sebep olması açısından olumlu yanı olan bir süreçtir. Zira hiç kimse 100 yılını, çoban olarak devirmek istemez. Yakında şahit olabiliriz. Sancak’tan da özerklik isteklerini duymaya başladık. Bu ses, uzun süre susturulacak bir ses gibi değil. Çoktandır da var. Yakında Sırbistan, ikinci bir Kosova'ya bağımsızlığı elleri ile vermek istemiyor ise, Sancak’lılara er geç istediklerini vermek durumundadır. Yoksa bu şekilde devam edemezler. Ne önemli turizm gelirleri var ne de ciddi bir başka sanayi ürünleri. Bu şekilde Avrupa birliği Sırp kurumlarını birer birer yutacak ve Sırbistan da ucuza sermaye olup gidecek. Türkiye de artık güçlendi ve her geçen gün daha da güçleniyor. Sancak orada yalnız değil manasına da geliyor bu elbette.

olası bir baş kaldırışta iki top ateşi ile susturulacak bir yer de değil. Kosova'ya göre hem daha dağlık hem de daha ciddi bir stratejik bir önemi var.

Türkiye de bunun farkında elbette. Sırplar da bizden kopardıkları ve halen Sırplaştıramadıkları bu parçayı Yunanistan’ın ekonomisi ise bilindiği üzere “çöp” kategorisine alınmıştır ve aldığı hiçbir kredi borcunu ve faizini uzun dönemde çevirecek kaynaklara sahip değildir. En gelişmemiş bölgeler, İskeçe’nin, Gümülcine’nin Türklerin yaşadıkları kısımlarıdır. Gelişmiş olan bölgeler ve şehirlerde ise artık eski para musluklarının akmamasından dolayı bakımsızlıklar ve çürümeler başlamıştır. Selanik Tren Garı’nın bulunduğu kısımdaki binalar, Tiran’daki eski komünist dönem binalarından çok daha kötü durumdadır. Yunanlıların ifadesi ile “Hesapsız harcadık şimdi de acı bir ödeme zamanı” diyorlar ve durumu veresiye yemek yiyip bolca karnını doyuran ve tekrar acıktığında önceki yemeklerinin borcu önüne gelen fukaraya benzetiyorlar. Yunanistan’ın iki büyük şansı ve iki de büyük şanssızlığı mevcut.

Birincisi bol miktarda adalara sahip. Bu adaları dünya pazarlarında satması ya da 99 yıllığına kiralaması halinde neler olmaz ki? Maldivler Cumhuriyeti bile küresel ısınmadan dolayı su altında kalacak ülkelerinden göç etmek için 5-10 milyar dolar para biriktirmişler ve göçecek ada arıyorlar. İşte hazır kaynak. Dünyada kayıtlı zenginler kadar kayıtsız milyonlarca kirli çıkı zenginin elinin tersi ile asla itmeyeceği adalardır Yunan adaları. Çoğu Avrupa desteği ile Rusya veya İngiltere hamiliği ile bedavadan ve kansız edinilmiş olan bu adalar elbette bizim anladığımız manada bir vatan toprağı olmasa gerek Yunanistan için. Zira bu yüzden olmalı ki, adaların şimdilerde sessiz sedasız Avrupalı zenginlere gizliden satılmaya başladıkları da gelen haberler arasında. Yunanistan’ın diğer büyük şansı ise gelişmiş denebilecek deniz taşımacılık filosudur. Ancak bu da Yunanistan’ı kurtarmaya yetmemektedir. Diğer en büyük şanssızlık ise bu ülkenin borçları ile kendi içerisinde yaşayan topluluklara olan hasmane tutumudur. Borçlar Yunanistan’ı zaten madden ve manen bitiriyor. Peki ülkedeki Arnavutlara, Türklere ve Makedonlara yapılan baskı ve sindirme politikalarına ne demeli? En zor zamanında, en ekmeksiz ve en fukara zamanında bir ülkede bu insanlar neden işi gücü bırakır da beraber yaşadıkları toprak üzerindeki diğer insanları günah keçisi seçerler? İşte burada da sanıyorum muhaceret kavramı ile bizleri tanıştıran tahammülsüz Ortodoks kültürü ve geleneği yâd etmemiz gerekiyor. Onlar sayesinde Girit katliamları, onlar sayesinde Srebrenica katliamları, Karadağ katliamları, Kosova ve Bosna’daki binlerce trajedi yaşanmamış mıydı…

 

BULGARİSTAN VE YUNANİSTAN’DAKİ FAŞİST PARTİLER

 

Son olarak, Bulgaristan’da Ataka partisi güç kazanıyor. Yunanistan’da ise Crisy Avgi yani Altın Şafak. Bunların ikisi de doğru dürüst programları olan partiler değil. İkisi de yabancı düşmanı ikisi de faşist ve Neonazi özentisi partiler.

En son olacağı şudur. Bu partiler, o ülkelerde gelişen fakirlikten ve sistemden nasibini alamamış fakir halktan destek alır, iktidara gelirler. Önce azınlıkları kendilerine hedef seçerler. Bu konuda klasik bir refleks olarak Müslüman azınlıklar mutlaka başta olur. İlkin ibadet mekânları, toplanma mekânlarında bir iki terör estirirler. Ardından ise ufaktan kim vurdular başlar. Sonrasında ise köy baskınları ve devlet kademesinde işe alınmamalar vb. En son olacağı nedir?  Sancak, Preşeva gibi artık bu bölgelerde de halk, dedeleri gibi katledilmek istemeyecek ve bir şekilde 100 yıl boyunca nasıl devam etmişse etmiş olan boyunduruğa “İllallah artık” diyecek ve özerklik isteyeceklerdir. Batı Trakya da, Güney Bulgaristan’da Kırcaali ve çevresi ile Kuzeydoğu Bulgaristan’da Deliorman yöresi de aynı şeyi isteyecektir. Şu anda durum sakince seyrediyor olabilir. Ancak Ortodoks kültür, bireyleri fakir kaldığında canavarlaşan örnekler sunmuştur tarihte. Ve bu ülkeler iyiden iyiye fakirleştiklerinde, yakınlarında saldıracakları bir kara koyun bulmaları hiç zor değildir. Öyleyse şimdiden birileri özerklik için değilse de ileride olacak olanlar için bir yol haritası hazırlamalıdır.

 

 

 

 

 

 

 

Saygılar, Sevgiler

 

Benzer Videolar