27 günlük bıraktığı kızına 47 yaşında kavuşan babanın acı hikâyesi

Gerçek hikâyemizin kahramanı da bir Türk baba ile bir Arnavut anneden doğmuş olup ismi Mentor Bey’dir. (Arnavut ismi) Babasının ismi Hamdi Bey, Arnavut olan annesinin adı ise Ayet Hanım’dır. Kendisi 1910 yılında Osmanlı döneminde Tiran'da doğmuş ve köklü bir aileye mensuptur.
Şakir İLYASOĞULLARI   Değerli okurlarımız bu günkü yazımızda gerçek, üzücü ve bir o kadar da ilginç bir olaydan bahsedeceğim. Bilindiği gibi Osmanlı’nın Rumeli'yi fethinden sonra, orada yaşayan Arnavutların yüzde 90’ı Müslümanlığı kabul etmiş ve yüzde 10’u da Katolik dinini tercih etmiştir. Bu tablo bu gün için de böyledir. Osmanlı’nın bir Din Devleti olması sebebiyle Rumeli'de Osmanlılar birbirleriyle ve Müslüman olan Arnavutlarla evlilikler yapmışlardır. Gerçek hikâyemizin kahramanı da bir Türk baba ile bir Arnavut anneden doğmuş olup ismi Mentor Bey’dir. (Arnavut ismi) Babasının ismi Hamdi Bey, Arnavut olan annesinin adı ise Ayet Hanım’dır. Kendisi 1914 yılında Osmanlı döneminde Tiran'da doğmuş ve köklü bir aileye mensuptur. İtalya'da Milano Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş ve büyük bir aşkla sevdiği yine Arnavutluk'un zengin ve köklü ailelerinden biri olan Fikriye Hanım’la 1942 yılında evlenmiştir. Mentor Bey merhum babam Remzi Bey’in amcasının torunudur. Kendisini ilk defa 1961 yılında Ankara'da gördüm ve tanıdım. Roma'da yaşıyordu, son derece eğitimli, şık giyimli, uzun boylu ve yakışıklı bir adamdı. Roma'da saygınlığı ve geniş çevresi olan ve Papa ile görüşebilen biriydi. Bizim nesil bilebilir, kendisi ünlü Alman aktör Curd Jugners'e benzerdi. Bilindiği gibi İkinci Dünya Savaşı başladığında Arnavutluk  ve Yugoslavya krallıkları Almanların müttefiki idi. Daha sonra bu iki savaşçı Balkan ülkesi Stalin'in telkinleriyle bu ittifakı 1941 yılı başında bozmuşlardır.  Bu olayı bazı tarihçiler İkinci Dünya Savaşı’nın dönüm noktası olarak görürler. Çünkü 1941 yılı kış aylarında 65. Alman Motorize Tank Tümeni Sn. Petersburg'u (Leningrad'ı) kuşatmış ve neredeyse Leningrad düşecektir. Sinirli bir mizaca sahip ve bir kurmay gibi düşünemeyen Hitler Leningrad cephesindeki Yedi Motorize Tank Tümeni’ni Yugoslavya'ya sevk ederek Yugoslavya'yı bir hafta içerisinde yerle bir ederek işgal etmiştir. Gerek Arnavutluk ve gerekse Yugoslavya'da Komünistler büyük bir direniş  göstermişler ve Almanların savaşı kaybetmesi üzerine 1944 yılının sonunda Yugoslavya'da ve Arnavutluk'ta krallık rejimi sona ermiş ve Komünistler iktidara gelmişlerdir. Arnavutlukta Kral Ahmet Zogo gitmiş yerine Enver Hoca Komünist Yönetimi işbaşına gelmiştir. Yugoslavya da durum aynıdır, genç kral İkinci Petar Karagorceviç İngiltere'ye kaçmış, Tito yönetimindeki Komünist Partisi iktidara gelmiştir. STRUGA’DA ÇIKAN MUHALİF VE CESUR GAZETE   Hikâyemizin kahramanı Mentor Bey, komünizm rejimine karşıdır ve bu fikirlerini Arnavutluk sınırına bu gün için 12 kilometre mesafede olan Makedonya'daki Struga kentinde çıkardığı bir gazete ile savunur. 1944 yılında komünistlerin iktidara gelmesiyle Mentor Bey canını kurtarmak için, o  tarihte bulunduğu Tiran'dan gizlice Duruss (Draç) kentine  kaçar. Duruss Kenti Tiran'a 30 kilometre mesafede olup Adriyatik Denizi sahilinde bir liman kentidir. Buradan çok berrak bir havada İtalya'nın Calabriya Bölgesi görünür. Tıpkı Mersin Taşucu- Kıbrıs arası gibi. Oradan da kiraladığı bir motor ile gizlice İtalya'ya kaçmayı başarır. Ancak bu kaçış sırasında  o tarihte henüz 27 günlük olan biricik Kızı Valbona'yı (Arnavutluk'ta bir nehir adı) ve eşi Fikriye Hanım’ı Tiran'da bırakmak zorunda kalır. Kendisi Tiran'a döndüğü takdirde iktidarda bulunan Enver Hoca'nın kendisini öldürteceğini gayet iyi bilmektedir. Ancak bir gün bu rejimde bir yumuşamayı düşünerek artık Roma'da yaşamaktadır. Eşi ve kızına kardeşi Buşi bakmaktadır. Buşi Arnavutluk'ta Milli Atlet ve Milli Futbolcu’dur. Mentor Bey defalarca Arnavutluk Hükümeti’ne başvurarak eşi ve çocuğunu yanına almak istediğini bildirir. Ancak her başvurusu reddedilir ve kendisinin Arnavutluk' a gelmesi istenir. Bu Mentor Bey için ölüm demektir. Hatta Roma'da yaşadığı sürede kendisi birçok yabancı ülkeye gitmiş, ancak tutuklanır korkusuyla hiçbir komünist ülkeye gitmemiştir. Kızına İtalya'dan para gönderir, mektup gönderir, bu eşine ulaştırılmaz. Kardeşi ve eşi ile kızını Enver Hoca yönetimi komünizme karşı olan aydınların mecburi ikamete tabi tutuldukları bir beldeye yerleştirmiştir. VEREM HASTASINA İZİN VERİLMEZ   1949 yılında Valbona beş yaşındayken, annesi Fikriye Hanım verem hastalığına yakalanır. Bilindiği gibi verem aşısı 1955 yılında keşfedilmiş ve o tarihe kadar verem hastalığı ölümcül bir hastalıktır. Fikriye Hanım aileden zengin biridir. Tedavi için İsviçre'ye Abetina'ya gitmek ister. Doktorlar da bu konuda kendisine rapor vermişlerdir. Fikriye Hanım İsviçre'ye kızıyla beraber gitmek ister. Ancak Enver Hoca yönetimi bu izni vermez. Çünkü İsviçre'ye Mentor Bey gelip eşi ve çocuğunu alıp Roma'ya götürecektir. Fikriye Hanıma  bu izni, kızını Arnavutluk'ta bırakması koşuluyla verirler. Nasılsa Fikriye Hanım çocuğunun hasretine dayanamaz ve Arnavutluk'a dönecektir düşüncesindedir komünist yönetim. Nihayet Fikriye Hanım İsviçre'ye gider gitmez eşini arıyor ve Mentor Bey de İsviçre'de eşiyle buluşuyor. Başarılı bir tedavi sonucunda Fikriye Hanım iyileşir. Bu arada Arnavutluk'a dönme konusunu eşiyle değerlendirirken, nasılsa ilerde bu rejimde bir yumuşama olur düşüncesiyle Fikriye Hanım büyük bir aşkla evlendiği Mentor Bey’in yanında kalmayı tercih eder ve Arnavutluk'a dönmeyip eşiyle Roma'ya gider. Ancak Komünist yönetim bu olaya çok kızmıştır. Artık kızıyla bütün irtibatı kesilmiştir. 1962 YILINDA ANKARA’YA GELİRLER   1962 yılında Mentor Bey eşi Fikriye Hanım’la Ankara'ya ikinci kez geldi, bu gelişinde eşi Fikriye Hanımı da getirmişti. Rahmetli eşi de çok kültürlü ve her yönüyle asil biri idi. Ben o tarihte yirmi yaşındaydım. Bu sorunu çözmek için kızı Valbona’nın Ankara'ya getirtebilmek için  rahmetli amcam Azmi Bey ve Mentor Bey bir çare düşündüler. Muvazaalı bir şekilde beni Valbona ile nişanlı  gösterip Ankara'daki Arnavutluk Büyükelçiliği’ne başvuruda bulundular.  Mentor Bey Çokay (Çoku) soyadını kullanıyordu. Bizim soyadımız ise İlyasoğulları idi. Akrabalık belli olmaz düşüncesinde idiler. Ankara'daki Arnavutluk Büyükelçiliği bu talebi uygun bularak Tiran'a iletti, ancak Tiran yönetimi olayı fark edip bu nişana izin vermedi. Enver Hoca ve kurduğu aşırı komünizm rejimi buna izin vermedi. Mentor Bey ve Fikriye Hanım yıllarca evlat hasretiyle yaşadılar. KOMÜNİZMİN SON TEMSİLCİSİ RAMİZ ALİA   Kızları Arnavutluk'ta  evlendi ve iki çocuğu oldu, Kardeşi Buşi de  Arnavutluk'ta öldü. 1985 yılında ise Enver Hoca öldü. 1989 yılında dünyada Komünizm'in yıkılmasıyla birlikte Arnavutluk rejiminde de bir gevşeme oldu. Komünizm rejim en son Arnavutluk'ta 1991 yılında çöktü. 1990 yılı Ocak  Ayı sonunda Arnavutluk'a üç konser vermek üzere davet edildim. İktidarda  komünizmin son temsilcisi Ramiz Alia, Devlet Başkanı’ydı. 28 Ocak 1990  tarihinde Arnavutkluk'a, Struga (Makedonya) üzerinden kara yoluyla gittim. Beni çok güzel bir şekilde ağırladılar ve Arnavutluk Kültür Bakanlığı bana bir resmi araç ve mihmandar tahsis etti. İtalyanların 1941 yılında Tiran'da inşa ettiği Dayti Oteli’nde kaldım. Bu otel sadece yabancı uyrukluların gidebildiği ve Arnavut vatandaşlarına yasak olan bir otel idi. Arnavutluk Medyası bana büyük bir ilgi gösterdi. Ancak ben Arnavutçayı bilen biri olduğum için oradaki baskı rejiminin farkındaydım. Bunu anlamak için orada 10 gün kalmak yeterliydi. Tiran Operası’nda her gün prova yaptığım piyanistim Johan Botka ile Tiran'daki bir restoranda karşılaştık. Kendisi yanıma gelemedi, hata selam bile vermekten çekindi. Çünkü o zamanki rejimde Arnavut vatandaşlarının yabancılarla görüşmesi yasak olduğu gibi Arnavutluk da dünyaya açılmamış bir kapalı kutu idi. 1991 yılında Arnavutluk'ta Komünist Rejim yıkılınca Botka beyi Ankara Devlet Operası’na çalışması için davet ettik. Kendisi halen Ankara Devlet Operası’nın Baş Piyanistidir.   STRUGALI TÜRK SEDAT OHRİ   Benim Arnavutluk'ta bulunduğum tarihte T.C. Tiran Büyük Elçisi Sn. Teoman Sürenkök idi. Protokol gereği Enver Hoca'nın mezarına gidip bir çelenk koymamız gerekirdi. İnançlı bir insanım. Ancak yıllarca ülkesini dikta ile yönetmiş ve muhaliflerini ya ortadan kaldırmış ya da tutuklatmış ve sürgüne göndermiş olan ve dini yasaklayıp ibadet yerlerini kapatmış ya da yıktırmış olan bu şahsa dua etmek içimden gelmiyordu. Mezarına çelenk koyarken dudaklarımdan sadece ve kerhen "Allah senin taksiratını affetsin"  sözleri döküldü. Tiran'da Strugalı bir Türk olan Sedat Ohri ile karşılaştım. Kendisi  Mentor Amcamı ve Valbona'yı  tanıyordu. Ona Valbona'yı görmek istediğimi söyledim. Bana " boşuna böyle bir talepte bulunma, bunu reddederler" dedi. Ben de öyle yaptım. 1991 yılında komünist rejimin yıkılmasından sonra Mentor Bey 27 günlük iken bıraktığı kızı Valbona'yı 47 yaşında ilk kez gördü. Kızını ve damadı ile iki torununu Roma'ya yanına aldı. Ben kendisine Arnavutça Amca anlamına gelen Caca derdim. Roma'ya telefon edip kendisini tebrik etmek istedim. O zarif  Rumeli Türkçe şivesiyle ağlayarak bana aynen şunları söyledi. "A be Şakirim. Ben artık 81 yaşındayım. Kızıma 47 sene sonra kavuştum. Ancak Fikriyemin kalbu bu hasrete dayanamadı ve iki yıl evvel durdu. Onun kızına kavuşması öbür dünyaya kaldı” Ben de kendimi tutamadım ve ağladım. Mentor Bey'in itibarı Arnavut Hükümeti’nce iade edildi. Kendisi 1996 yılında öldüğünde vasiyeti gereği Tiran'da ama devlet töreniyle gömüldü. Valbona ise bu gün artık 70 yaşında olup Tiran'da eşiyle yaşamaktadır. Enver Hoca için söyleyecek söz bulamıyorum. Mentor Bey Amcam ile Fikriye yengeme Allah gani gani rahmet eylesin ve Nurlar içerisinde yatsınlar.
Benzer Videolar