İnsanımızın gün be gün ne denli hoyratlaştığını hemen her an müşahede etmekteyiz. Ceviz kabuğunu doldurmayan meselelerin, umulmadık sonuçlara nasıl ulaştığını çoğu zaman hayretle gözlemliyoruz. İnsan olma haddinin ötesinde gerçekleştirilen bir yığın hadise. Zülfiyare dokunan davranışlar hayatımızın hemen her safhasında. Kimi zaman koca bir mahalle, kimi zaman koca bir köy ve hatta bazen de bir ilçe birbirine girebiliyor. Sonuçta, ölen ve yaralananlar oluyor. Kimimiz bunun izlerini bir ömür bedenimizde taşımakta. Kimilerimizinde ömrü şiddete sebep, hapislerde çürümekte. Kadın ve kızlarımızın pervasızca öldürülmesi, dayak ve işkenceye maruz kalması toplumsal cinnetin vardığı noktayı gözler önüne sermekte. Çocuklara uygulanan şiddet ise işin bir başka ve en acı boyutu. İçimizdeki bazıları çıldırmışçasına tavırlar sergilemekte. Ocaklara ateş, yüreklere od düşürmekteler. Hemen her safhada sorunların çözümünde şiddet ön planda. Hodbinlik ön planda. Nefsine yenik düşenler, şiddetle galebe çalmayı ummakta. Bizi biz yapan değerlerimizi bir bir yitiriyoruz. Yitiklerin yerini, bize ait olmayanlar alıyor. Zaman içerisinde onları öz değermiş gibi kolaylıkla kanıksayabiliyoruz. Farkında olmadan yanlışları doğru kabul ediyoruz. Bu sebepten öz değerlerimizin birçoğu bugün artık yerinde değil. Yok etmişiz. Yok edilmişler. Rafa kaldırılmışlar. Adları gericilik olmuş. Alaturka denmiş onlara. Aşağılanmışlar. Hor görülmüşler. Peşinden manasız bir yaşam, ardımız sıra takip eder olmuş. Eksenimizi mi kaybettik dersiniz.
MİHENK TAŞLARI
Bir zamanlar mihenk taşlarımız vardı. Nerede onlar şimdi? Yok olmuş gibi. Unutulmuş gibi. Doğrunun, şiddetle yaşamakmış gibi yanlış algısı var bazılarında. Kaba-saba, saygı-sevgi, hürmet ve merhametten uzak bir yaşam tarzı almış başını gidiyor. Birçok yerde önü alınamıyor. Kimsede durup “neler oluyor bize?” deme zahmetine katlanmıyor. “Bana dokunmayan bin yıl yaşasın” düşüncesiyle olaylar görmemezlikten geliniyor. Olaylara, ya sırtımızı dönüyor ya da bulunduğumuz yeri terk ediyoruz. Soruna çözüm bulmak yerine adeta kaçıyoruz. Peki, bu kaçış nereye kadar sürecek? Yozlaşmanın gür sesini duysak ta çoğu zaman kulağımızı tıkıyoruz. Manasızlığımızı görmezlikten geliyoruz. Çözümü ötelemek tek çıkar yol olmuş. Şairin, “ Asrın yeni bir umdesi var. Hak kapanındır. Söz haykıranın, mantık ise şarlatanın” dediği gibi meydanı haksız yere yükselen kaba seslere bırakıyoruz. Hal böyle olunca da kaba-saba düşünceli ve şiddeti ön plana çıkaran magandalar yaşamın her alanını işgal ediyor. Eğitimden sağlığa, siyasetten ekonomiye, spordan müziğe, sanattan edebiyata değin birçok alanda onlarda var artık. Ne acıdır ki, aile yaşamında da bu böyle. Eşine şiddet uygulayan zavallılardan tutunda, onları öldüren bedbahtlarla değin birçoğuyla birlikte yaşamak zorundayız. Üç kuruş için başkalarının hayatını mahvedenlerle birlikte yaşamak zorundayız. Ferdan fert, düzelme eğilimine katkı sunmazsak bugünleri de arar hale gelmek içten bile değil. Hırsızlık, yolsuzluk, kanaatsizlik, kumar ve gayri meşru adına birçok şey almış başını gidiyor. Birileri de buna alkış tutuyor. Bundan para kazanıyor. Hayatını bununla idame ettiriyor. Sektörel baz da ele alınıyor böylesi durumlar. Üzerine tezler yazılıyor. Ekonomiye sağladığı girdiler cephesinden bakılıyor. Ruh âleminde, mana âlemimizde, toplum vicdanında açtığı derin yaralar yeterince önemsenmiyor.
MADDENİN EZİCİ ÇARKLARI
Maddenin ezici çarkları ruh ve bedenimiz ile mana değerlerimizi un ufak etmiş. Düşünce âlemimizin kandili, dilimizin tüyü, hokkamızın mürekkebi tükenmiş. Benliğimizin inceliklerini silip süpürmüşüz. Nezaket, zarafet, merhamet ve kibarlık, bunlar lügatimizden adeta silinmiş. Akl-ı Selim, Vicdan-ı Selim, Ruh-i Selim, Zevk-i Selim insanımız azalmış. Onlar azaldıkça şiddetin dozu artmış. Edep ve adabın vahası vicdanlar devre dışı. Erdemli insan olabilmenin yolunun edep ve adaptan geçtiği şimdilerde hatırlanmıyor. Adab-ı muaşeretimiz sadece masallarda zuhur ediyor. Hikâyeciklerde huzuru serper olmuşlar yüreklere. Öykülere hapsolunmuşlar. Kitap sayfalarının arasında sıkışıp kalmışlar. Eskiye dair kıssalar dillendikçe edep ve adaba özlemimiz artmakta. Hürmet ve saygıya ram olmaktayız. Oysa bizler, selamdan kelama nezaket ve merhamet timsali hürmetli bir neslin devamıyız. Yaşananlar karşısında “Neler oluyor bize?” demekten kendimizi alamıyoruz. Mevlana Hazretlerinin, Hoca Ahmet Yesevilerin, Ahi Evranların, Çelebi Mehmetlerin torunlarıyız biz. Onları ve karıncayı ezmemek için yollarını değiştirdiklerini unutmuş gibiyiz. Gelinen nokta itibariyle bu ayan beyan ortada. Söze şiirle, renk ve desene ebruyla, taşa ve mermere hatla, sese ney ve besteyle zarafet katanlar yok denecek kadar az günümüzde.” Eline, diline, beline sahip ol” diyenleri dinleyen pek yok gibi. Bize de bu durumda, nereden gelirse gelsin her tür “şiddete hayır” demek düşüyor. “Neler oluyor bize?” Demek düşüyor. Huzur, merhamet ve selametle kalınız.
ARAŞTIRMA-İNCELEME
1 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceHABERLER
6 gün önceHABERLER
10 gün önce