Ah Selanik, Selanik! Issız Kalasın…
Selanik bizim iken, bizler de Selanikli iken geçiyor öykümüz: Henüz Saatli Selimpaşa Camiinin cemaati dağılmamış, bezirgânlar Hamzabey Bedesteninden ayrılmamışlardı. Islahhane Hamamının kurnalarından sular akıyordu hala… İkilüleli Tekkesinde zikirler yapılıyor, Alaca İmarethanesinden fakirlere sıcak çorba dağıtılıyordu. Çarşıda pazarda küfürbaz Rum balıkçılar, çiçek satan gamsız çingeneler, kırmızı fesli delikanlılar, feraceli kadınlar dolaşıyordu.
Rendalı Rüstem Aga’nın kumaş mağazası, kentin merkezindeki Şadırvan Mahallesindeydi. Rumların Hortacıdes dedikleri semtte, Hortacı Süleyman Efendi Camiinin hemen yanında, Zaptiye Binasının arka sokağındaki bu büyük mağazada adeta yok yoktu: Birbirinden güzel basmalar, kadifeler, ipekliler, dokumalar…
Rüstem Aga, babacan bir adamdı: Belinden sarkan köstekli gümüş işlemeli saati, başındaki püsküllü fesi, kara pala bıyıkları, buğday teni ile tipik bir Selanikli Türk Esnafıydı. Akşamları iş çıkışı, Asmalı Mahalle Kahvesine uğrar, elmalı nargilesini fokurdatır, köpüklü şekersiz kahvesini yudumlayarak yorgunluğunu atardı. Yakın bildiği dostlarıyla dertleşirken her defasında, “Allah bana mal mülk nasip etti, kocaman bir konak ve büyük bir dükkân verdi; lakin bir erkek evlat vermedi” diye iç geçirirdi.
Rüstem Aga’nın dört kızından üçü, uzaklara gelin gitmişti. Hanımı da birkaç yıl önce vefat ettiğinden on altı yaşındaki küçük kızı Fitnat’la birlikte yaşıyordu. Bir yandan kendisinden sonra onca malına mülküne sahip çıkabilecek bir erkek evladının olmayışı, öte yandan dünya gözü ile Fitnat’ı baş göz edebilme arzusu içini kavuruyordu.
Fitnat çok güzel bir kızdı. Babasının olanca zenginliğine karşın çok mütevazı bir hayat sürüyordu. Ağırbaşlılığı ve terbiyesi bütün Selanik’in dilindeydi. Kentin tanınmış ailelerinin gönderdiği görücülerin ardı arkası kesilmiyordu. Rüstem Aga, görücülerin kalbini kırmadan “Fitnat’ım daha küçüktür, feraceye gireli ne oldu ki şunun şurasında…” diye cevap veriyordu. Dünyalar tatlısı kızını olur olmaz birilerine vermemek için bulduğu bahanelerdi bunlar. Fitnat’ı öyle bir delikanlıyla evlendirmeliydi ki, hem kızının gönlünü almalı hem de servetini idare edebilecek kabiliyete haiz birisi olmalıydı.
Gel zaman git zaman, günlerden bir gün Rüstem Aga’nın dükkânına genç bir müşteri gelir. Delikanlı, alacağı kumaşları titizlikle seçer, kibarlığını bozmadan pazarlığını eder, sonunda da kuşağındaki keseden çıkardığı paralarla borcunu öder. Delikanlının kendinden emin, ne yaptığını bilen ve terbiyeli hali Rüstem Aga’nın hoşuna gitmiştir. Mağazasında ilk kez gördüğü gence nereli olduğunu sorar. İsmi Memet olan delikanlı, Selanik’e bir hayli uzak bir köy olan Mazganlı’dan gelmiştir. Selanik Pazarı’na getirdiği hayvanlarını satmış, kazandığı üç beş kuruşla köyündeki ana babasının birkaç ihtiyacını karşılamaya çalışmaktadır.
Genç adama kanı ısınan Rüstem Aga, “sen köyüne gidip büyüklerinden müsaade al, daha sonra gel burada ben sana iş vereyim” der. Memet, Rüstem Aga’nın teklifine hem şaşırmış hem de çok sevinmiştir. Birkaç gün sonra gelip hemen işe koyulur. İlk günler sadece kumaş toplarını indirip tekrar yerine koymakla başladığı işinde kısa zamanda çalışkanlığı, becerisi, dürüstlüğü ve zekâsı ile Rüstem Aga’nın en güvendiği çalışanı haline gelir.
Mazganlı Memet, yaşlı adamın sadece mağazada değil, konaktaki işlerine de yardımcı olmaya başlamıştır. Konağa girip çıkarken görüp tanıştığı Fitnat’ın güzelliği delikanlıyı hemen etkilemiştir. Fitnat da babasının delikanlıya olan güveninden etkilenmiş, gönlünü kaptırmıştır. İki genç, önce masum bakışlarla daha sonra da konakta yalnız kaldıkları bir anda sözleriyle birbirlerine olan sevdalarını itiraf edivermiştir.
O günden sonra Memet, kara kara Rüstem Aga’ya derdini nasıl söyleyeceğini düşünürken Fitnat da komşu kadından duyduklarına inanıp “dolunaylı gecelerde aynaya okuduğu yasin ile” sevdiğine kavuşmak için dua etmeye başlamıştır. Rüstem Aga da kısa süre içinde iki gencin arasındaki sevdanın farkına varmıştır. Etraftakilerin kendisini tenkit etmelerine kulak asmadan sevgili kızının, yanında çalışan fakir gençle evlenmesine izin verir. Böylece hem kızının konaktan ayrılmamasını sağlayacak hem de malına mülküne sahip çıkabilecek bir iç güveysi damat edinmiş olacaktır.
Kısa süre içinde Memet’in ailesi gelip Fitnat’ı ister. Usuller, adetler yerine getirilir ve düğün için hazırlıklar başlar. Bütün bunlar olurken Selanik’te büyük bir kolera salgını başlamıştır. Uluslararası bir liman kenti olan Selanik’e uzaklardan gelen gemilerin taşıdığı bu illet yüzünden, her gün birkaç cenaze kalkmaya başlamıştır. Kentin semalarına çarpan sala sesleri arasında Azrail kol gezmektedir.
Düğün günü yaklaştıkça solgunlaşmaya başlar Fitnat. Önce düğün telaşına verirler. “Heyecandandır” derler. En sonunda vücudunu saran ateş ve kusma öyle bir hal alır ki, yaşlı bir Yahudi Hekim eve çağrılır. Teşhis korkunçtur: Selanik’te yüzlerce can alan kolera illeti Fitnatçık’a da bulaşmıştır.
Düğüne on beş gün kalmıştır. Kimse Fitnat’a ölümü yakıştıramamaktadır. Hekimler etrafında pervane edilmişlerdir. Mazganlı Memet, müstakbel karısının iyileşmesi için dört dönmektedir. Rüstem Aga, durmadan dua etmektedir. Bir yandan da düğün hazırlıkları sessiz sedasız bitirilmeye çalışılmaktadır. Umulmaktadır ki, Fitnat iyileşecektir.
Düğüne üç gün kala gelir Azrail. Bir kuş yavrusu misali babasının kollarında can verir Fitnat. Daha kınası yakılmamış gelin için Hortacı camiinde sala okunurken, Memet gözyaşları içinde kendisine bu acıyı yaşatan Selanik’e beddua eder:
“Selanik Selanik ıssız kalasın
Taşına toprağına bre dostlar, diken dolasın
Sen de benim gibi yarsız kalasın
Aman ölüm, zalim ölüm, üç gün are ver
Al başımdan bu sevdayı, götür yâre ver
Çalın davulları çaydan aşağı
Mezarımı kazın belden aşağı
Suyunu da dökün boydan aşağı”
Tütün gözlü Fitnat’ın kara bahtı ne kadar mesuldür bilemeyiz; lakin Mazganlı Memet’in “ıssız kalasın” diye beddua ettiği Selanik, kısa bir süre sonra Yunanlılar tarafından işgal edildi. Ardından kentte yaşayan Türkler, mübadele ile Selanik’i terk ettiler.
Selanik, işte o gün bu gündür “ıssız” ve “yarsız”… Tıpkı türküdeki gibi...