Alaçam…

Mübadele Müzesi’nin açılması yaklaştı ya; bu aralar her hafta sonu Alaçamdayım... Bazen dernek başkanımız Salih Meriç’le, bazen de ikinci başkan Bünyamin Özural’la birlikte atlıyoruz arabaya, muhabbeti koyulatarak bir saat on dakikada varıyoruz Alaçam’a. Kısa zamanda sıkı dostlar da edindik, güleryüz gördükçe daha bir şevkle gidiyoruz oraya. Alaçam’da yeni kurulan Mübadele Derneği’nin başkanı eczacı Hadi Uyar ve genel sekreteri Mustafa Kahya, bizimle öylesine candan ilgileniyorlar ki Alaçam’da kendi evimizde gibiyiz. Hele geçen hafta bize bir pide yedirdiler, özendirmek gibi olmasın vallahi karnımız doydu ama gözümüz aç kalktık... Hani diyorlar ya Terme Pidesi meşhur, Bafra pidesi dillere destan... Alaçam’da, bol baharatlı çiğ kıymadan yapılan kapalı pideyi yemeyenler, bu konuda hiç ahkam kesmesinler!

Alaçam’a giderken maksadımız pide yemek değil elbette. Asıl niyetimiz, mübadele döneminden kalma eski hatıraları toparlayıp mübadele müzesinin envanterine dahil etmek... Bunu yapmak için de Alaçamlı mübadil dostlarımızın mihmandarlığında kapı kapı dolaşıyoruz. Alaçam’ın güzelliği insanlarının yüreğine de yansıyor. Eskiden beri tanıdığım Alaçamlı ağabeylerim Yaman Kök, Emin Kırbıyık, Şadi Uyar, Kenan Şara ve Hakkı Varoğlu’nu tanıdıkça zaten hep sempati duyduğum bu şirin kasaba, yepyeni dostlar hediye ediyor bu defa bana: Sinan Top, Ramazan Pir, Suat Çelik başta olmak üzere mübadillerin yoğun yaşadığı Karşıyaka ve Çeşme Mahalleleri’nde ev ziyaretleri yapıyoruz. Bazen aile arşivlerinin en nadide köşesinde bekleyen bir medrese din kitabı gülümsüyor bize, bazen de çatı aralarında unutulmuş bir çeyiz sandığı göz kırpıyor... Bir odunluğa fırlatılıp atılan ahşap malzemeleri gelecek kış sobaya atılmaktan kurtardığımız da oluyor, 100 yıllık kıl heybelerin arasında duran paslı koyun kırkma makasına hayat verdiğimiz de! Rumlar’dan kalma –içinde altın filan yok tabii- küpler, memleketten gelen bakır çanaklar, taşa oyulmuş mangal, sapı kırık bir kama... Daha neler, neler! Bazı Alaçamlılar, Mübadele Müzesi’ne şimdiden gönül vermişler. Misal mübadil olmadığı halde bir ablamız, elindeki yavruağzı renkli tarihi gelinliği bağışlamak istedi. Lakin, çok değerli olmasına rağmen mübadele müzesi için uygun bir eser değildi. (80 yıl evvel Gerzeli olan annesi giymiş...) Kabul edemeyeceğimizi söyleyince bayağı üzüldü.

Bir teyzem ise, çok ısrar etmemize rağmen nenesinin bindallısını vermeyi kabul etmedi. “Ata yadigarıdır, veremem” diye tutturunca inadını kıramadık. Oysa sadece 2 sokak aşağıdaki müzede istediği zaman gidip görebilecek ve vefatından sonra da Kültür Bakanlığı güvencesinde olacaktı... Kimbilir, belki de müze açılınca eliyle getirir! Bizim mübadil insanı böyle sağlamcıdır işte: Yaş tahtaya basmaz!

RUM EVLERİ

 

Alaçam, yakın tarih ve sözlü tarih araştırmacıları için muhteşem bir kaynak... Tarihi konaklar, birbirine sırtını yaslayıp duran Rum evleri, bahar kokan bahçeleri ile Çeşme mahallesi bir tarafta... İlçeyi ortadan bölen ırmağın öte yanında seksen yıl önceden fırlamış gibi duran Rumeli’ye özgü mimarisiyle mübadil evleri... Bahçeli evlerin arasından uzanan daracık patikalarda merhabalaşan Alaçamlılar... Kahvehaneleri ve birahaneleriyle bir Ege kasabasını andıran sokaklar... Yaz aylarında neşelenen Geyikkoşan sahilleri... Kasabayı yüksek bir yerden gören Atatürk silueti! Mübadili, Çerkesi, yerlisi, Karadenizlisi ile birbiriyle barışık mükemmel bir kültürel mozaik... Bütün Türkiye’ye örnek olabilecek kadar demokrat ve özgür bir kasaba. Doğa yemyeşil, deniz berrak, tarih o biçim! Eğer turizm potansiyeli bir harekete geçirilebilse, bütün Karadeniz’in bir numaralı cenneti olmaya aday bir ilçe. Ah o konaklar bir restore edilse, birkaç kaliteli motel açılsa, mübadele müzesine emsal bir iki müze daha olsa... Azıcık tanıtım, biraz destek... Bakın bakalım Samsun’a gelen turist sayısı ikiye üçe nasıl katlanıyor!

 

DRAMA KÖPRÜSÜ

 

Bir not daha... Alaçamlıların bir bölümü, Drama Kozluköy’den mübadil edilmişler. Yani ünlü türküdeki Drama köprüsüne sadece birkaç kilometre mesafeden gelmişler. Öyle olunca da iki mübadil mahallesi Karşıyaka ve Çeşme arasındaki köprünün adı da Drama Köprüsü oluvermiş... Aynı türküdeki gibi “Drama köprüsü bre Hasan, dardır geçilmez, soğuktur suları bir tas içilmez” misali! Lakin bir sorun var: Bu betonarme köprü, Debreli Hasan’ın geçtiği –gerçekte su kemeri olan- daracık köprüye hiç benzemiyor! Ah bu köprünün demir korkulukları yerine eskitme tuğladan kemer biçiminde bir duvar örülse... Bir de zeminine Arnavut kaldırım... İşte o vakit mübadele müzesine gelen turistler, sırf “Drama Köprüsü’nden” geçmek için nasıl yarışacaklar!

Bu iş galiba Alaçam Belediyesi’nin mütevazı imkanlarını aşıyor. Artık İl Özel İdaresi mi el atar, yoksa kültür bakanlığı mı bir şeyler düşünür; bu köprüyü biraz makyajlamak gerekiyor. Irmak da az süslenip püslenirse tadından yenmez vallahi!

 

GENÇLER VE ÇOCUKLAR

 

Alaçam’da herşey var, gençler ve çocuklar yok! Kasaba ahalisi, tıpkı emektar konakları gibi bir hayli yaşlı... İşsizlik, genç ve orta yaşlı kuşakları çok uzaklara savurup atmış. Tarım bitmiş, sanayi yok, devlet dairesi sayısı az. Alaçam’ın kurtuluşu turizmde... Biraz teşvik, biraz yatırım, biraz gayret Alaçam’ı turizmde bir marka yapmaya yeter. Bu güzel ilçemizin gerçekten önemli bir turizm potansiyeli var: Keşfedecek kaşif bekliyor!

 

 

 

 

Benzer Videolar