24 Ekim 2014 Cuma
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
Dünya tarihinde 19. yüzyıl büyük dönüşümlerin yaşandığı bir zaman aralığı olmuştur. 1789 Fransız İhtilali sonrasında ortaya çıkan “Milliyetçilik” akımı bu yüzyılı büyük ölçüde biçimlendirmiş, “imparatorluklar devri” kapanarak yerini modern anlamda ulus devletlere bırakmıştır. Denilebilir ki 19. yüzyıl imparatorlukların sonu çağıdır. Bu yüzyılı fiilen kapatan Birinci Dünya Savaşı ile birlikte eski dünyanın bilinen iki büyük imparatorluğu tarih sahnesinden silinmiştir. 20. yüzyıla kalan, imparatorluk benzeri başka bir yapılanma Sovyetler Birliği olacaktır ki, o da 20. yüzyılı fiilen bitiren olay olan Berlin Duvarı’nın yıkılması süreci sonrasında farklı bir biçimde varlığını sürdürecektir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin de fiilen ortaya çıktığı yüzyıl olarak 20. yüzyıl, bu anlamda ulus devletler çağıdır, denilebilir. Önceki yüzyılla birlikte yavaş yavaş Batı’da oluşmaya başlayan bu devlet modeli, sonraki yüzyılın başlıca devlet şekli olarak tarihe damgasını vuracaktır. Temelde belli bir millete dayanan, ülkenin adının da o milletin adı ile anıldığı bu model, kimi zaman imparatorlukların tasfiyesi sonucu (Osmanlı ve Avusturya-Macaristan örneği), kimi zaman da feodal krallıkların etraflarını toplayıp millet olma sürecini tamamlamalarının ardından (Fransa, İngiltere vb. Avrupa devletleri örneği) 20. yüzyılda toplumlar arası ilişkiler sürecinde yerini almıştır. Günümüzde görünürde bu anlamda Fransa’da Fransızların, İngiltere’de İngilizlerin ve İtalya’da İtalyanların yaşamakta olduğu bir sistem mevcuttur.
ANADOLU TÜRKLÜĞÜ’NE TUTUNMAK
Meselenin bizi ilgilendiren boyutu, bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti de bir ulus devlet modelinde ortaya çıkmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde ülkeyi kurtarmak için Osmanlıcılık, İslamcılık ve Turancılık gibi siyaset denemelerinin ardından elde kalan geçerli tek unsur olan Anadolu Türklüğü’ne tutunulmuş, Fransız İhtilali sürecinin de etkisiyle Türk unsuruna dayalı yeni bir Devlet projesi ortaya çıkmıştır. Dönem şartları içinde en uygun çözüm olarak gündeme gelen ulus devlet fikri Milli Mücadele’nin kazanılması ile birlikte yeni Devlet’in temel ideolojisi olarak kurucu irade tarafından da benimsenmiştir. Cumhuriyet’in ulus devlet modeline göre kuruluşu daha başlangıçta belli problemleri de beraberinde getirmiştir. Şartlar gereği ortaya çıksa da, kuruluş sürecinde dikkat edilmeyen bazı dinamikler, yapılan tercihler günümüze kadar uzayan problemlerin oluşmasına neden olmuştur. Yeni devlete Türk unsurunun esas alınması, İmparatorluk dönemi halklarına doğrudan bir yabancılaşmayı da beraberinde getirmiş, özellikle Orta Doğu’dan el çekilirken, sınırlar içinde kalan unsurlara da ulus devlet kimliği dayatılmaya çalışılmıştır. Yüzyıllarca farklı bir üst kimlik altında yaşayan ve kendi kimliklerine saygı duyulan bu unsurlar bu yeni sürece kolay uyum sağlayamamışlar ve ayrılıkçı isyanlar ve fikir hareketleri birbirini kovalamıştır. Günümüz Türkiye’sinden 90 yıl öncesini eleştirmek elbette tam anlamıyla geçerli bir değerlendirme yöntemi değildir. Ancak yapılan hataların ortaya konması ve yapılabileceklerin söylenmesi de geçmişi doğru değerlendirmenin bir başka yoludur. Cumhuriyet kurulurken mademki ulus devlete göre kuruldu, sınırlar Türk unsurların yaşadığı bölgelere göre belirlenebilirdi. Bu böyle olmayıp, Misak-ı Millî içinde Kürt, Çerkez, Laz, Arap ve sair unsurlar da kalıyorsa üst kimlik olarak Türklüğün de içine katıldığı başka bir kimlik belirlenebilirdi. Ancak kurucu kadrolar, biraz Fransız İhtilali sonrası rüzgârlardan biraz da bu etkilerden beslenen Turancılık fikrinin de kalıntısıyla böyle bir tercih yaptılar. Ulus devlet fikri, Cumhuriyet’e İttihat ve Terakki’nin mirasıdır, diyebiliriz.
TARİHE DAMGASINI VURMUŞ MİLLET
Türklük, tarihe damgasını vurmuş bir milletin adıdır. Ve de Türk olmak utanılacak değil, gurur duyulacak bir niteliktir. Ancak günümüz dünyasında bölgedeki ve dünyadaki dinamikler, en azından bizim için ulus devletin artık gelişmelere cevap veremez hale geldiğini göstermektedir. Tarih bize büyük bir sorumluluk yüklemektedir. Bu sorumluluk, aynı zamanda büyük bir imkânla birlikte karşımızdadır. Ancak bu imkânın kullanılması ulus kimliğinin ötesinde yeni kimliklerin yeniden gündeme gelmesiyle mümkündür. Bu durum Türklüğe kaybettirmez, aksine eskiden olduğu gibi kuşatıcı, kapsayıcı bir kimlik olma imkânı sağlar. 20. yüzyıl Türk kimliğinin ulus devlet sınırları içinde kendi kabuğunda yaşadığı ve bir anlamda inzivaya çekildiği yüzyıldı. 21. yüzyılın Türklerin yüzyılı olması için, artık dar gelen ulus devlet elbisesi yerine tarihsel mirasa uygun yeni roller ve yeni kimlikler edinmek gerekmektedir.