Balkan Savaşları – 9
Balkan Savaşları’nın 100. yılı nedeniyle kaleme aldığımız yazı dizimizin geçen sekiz bölümünde savaş esnasında orduların tertiplenmesi ve yapılan hatalardan bahsetmiştik. Savaş öncesinde zamanın büyük devletlerinin Osmanlı’yı Avrupa’dan çıkarmak istediğini ve Balkanlarda kalan topraklarının (Bugünkü Makedonya, Arnavutluk, Sancak Bölgesi ve Bulgaristan’ın bir kısmı) Balkan Devletleri tarafından paylaşılmasını amaçladıklarını biliyoruz. Ancak bir yandan bunu planlarken öte yandan da Osmanlı’nın bu kadar kolay kaybedeceğini düşünemediklerinden muhtemel bir savaş sonunda sınırların değişmesinin kabul edilemeyeceğini de Osmanlı’ya dikte ediyorlardı. Gerçekte ise 613 yıllık koca imparatorluk idarede yaşadığı kendi iç çatışmaları nedeniyle birbirine düşmüş, yöneticileri “Edirne’ye Enver gireceğine Bulgar girsin” diyecek kadar gaflet içindeydi. Bir yandan emperyal güçlerin ve Balkan devletçiklerinin 1001 oyunu öte yandan “Ağacı çürüten içindeki kurttur” misali iç cephenin ihaneti tarihi şan, şeref ve kahramanlıklarla dolu orduyu tüm cephelerde hezimete uğratmış ve sonuçta Avrupa kıtasındaki topraklarımızı yani 550 yıllık vatanımızı kaybetmiştik. Bu nedenle savaş öncesi siyasi tabloya şöyle bir göz atacağız. 93 harbi diye bilinen 1877–1878 Osmanlı-Rus harbi sonunda imzalanan Berlin Antlaşması’yla, Osmanlı Devleti, Balkanlarda önemli miktarda toprak kaybına uğramış ve Balkan kavimleri için tavizler verilmişti.
KANUN-İ ESASİ
Birinci Meşrutiyetin ilanıyla kabul edilen Kanun-i Esasi’ye göre kurulan ve daha ziyade gayr-i müslim ve Türk olmayan milletvekillerinin etkili olduğu Meclis-i Meb’usanı, Sultan Abdülhamid Han, 13 Şubat 1878’de kapatarak çalışmalarına son verdi. Osmanlı ülkesini, tatbik ettiği çeşitli diplomasi ve baskı metotlarıyla dış müdahalelerden, harb ve anarşiden uzak, otuz üç yıl idare etmişti. (1)
Fakat Sultan Abdülhamid, 27 Nisan 1909’da İttihad ve Terakki fırkası tarafından hal’ edilip, Selanik’e gönderildi. Tahta Osmanlı hanedanının en yaşlı ferdi olan sultan Reşad getirildi. Sultan Abdülhamid Han’ın son sadrazamı Tevfik Paşa istifa edince, yerine Hüseyin Hilmi Paşa getirildi. İttihadcılardan Talat Bey (Paşa) de dahiliye nazırlığına tayin edilmişti. Fakat İttihad ve Terakki mensuplarının hükümet işlerine yerli yersiz karışmaları sebebiyle, 28 Aralık 1909’da Hüseyin Hilmi Paşa sadrazamlıktan istifa etti. O güne kadar, bulunduğu vazifelerde bir başarı gösterememiş ve silik bir şahıs olan Roma elçisi Hakkı Paşa, 12 Ocak 1910’da sadâret makamına getirildi. Harbiye nazırlığına da Selanik’ten gelerek, sultan İkinci Abdülhamid Han’ı tahttan indiren hareket ordusunun kumandanı Mahmud Şevket Paşa getirildi. Yurt çapında uygulanan politikalar neticesinde, memlekette her geçen gün huzursuzluk biraz daha arttı. Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın gayet ince ve ustaca bir siyasi zeka ile senelerce idare ettiği memlekette istikrar bozulmuş, suikastlar ve tedhiş olayları artmıştı. Balkan Yarımadası’nda ise sadece Arnavutluk ve Makedonya Osmanlı Devletinin egemenliğinde idi. Ama Balkan devletlerinin hepsi gözünü bu güzel toprak parçasına dikmişti. Savaşın çıkmasında Rusya'nın takip ettiği Panslavizm siyasetinin ve Balkanlar'ı paylaşma konusunda Rusya ile Avusturya arasında devam eden rekabetin büyük etkisi oldu. Berlin Antlaşması (1878) Rumeli topraklarının büyük bir kısmını Osmanlı Devleti'nden kopardığı halde bu topraklar üzerindeki taksim mücadelesini durduramamış, aksine daha da şiddetlendirmiştir. Arnavutluk isyanın bastırılması sırasında ordu içindeki muhalif subaylar Halaskaran/Halaskar Zabitan'' adıyla siyasi bir grup kurarak dağlara çıktılar. 22 Temmuz 1912'de Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın kurduğu, ''büyük kabine'' veya baba-oğul kabinesi'' adı verilen yeni hükümet de Balkan milletlerinin Osmanlı Devleti aleyhine birleştiklerini fark etmedi. Balkan Savaşı'nın çıktığından haberi dahi olmayan eski padişah, Ba ittifakına ve Babıali'nin böyle bir ittifaktan haberdar olmamasına hayret ederek kiliseler meselesini sordu. Hal edildiğini öğrenince de ittifakı tabii karşıladı.
Çok kısa özetlediğimiz Osmanlı yönetiminin hali buydu. Büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün nutkunda “memleketi yönetenler gaflet, delalet ve hatta ihanet içinde olabilirler” cümlesi zannedersem kendi askerlik döneminde tanık olduğu bu ve benzeri olaylardan esinlenmiştir. (Yazımıza Balkanlar’da Türklere/Müslümanlara karşı uygulanan soykırım örnekleriyle devam edeceğiz.)