Balkan Savaşları’nın 100. Yılı
TASAM`ın çok önemsediği alanlardan birisi de Balkanlar.
KIRILMA NOKTALARINDAN BİRİ
MAKRO MİLLİYETÇİLİK
Bir yüzyıl sonra dünyada tekrar bütün dengelerin, parametrelerin yeniden dağıtıldığı, yeniden dağıtılmaya, dengelenmeye çalışıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Çünkü 21. yüzyıl; 11 Eylül 2001 olaylarıyla birlikte görünür hale geldi ki çok kutuplu olarak şekilleniyor. Bu son yüzyılda olduğu gibi; doğuda da yeni güç adaylarının ortaya çıktığını, bunların küresel veya bölgesel ölçekte etkin olabilecek şekilde bir potansiyel vaat ettiğini bize gösterdi. Dolayısıyla bu çok kutuplu rekabet ortamında, bu çok kutuplu paradigmaya bağlı olarak yeni parametrelerin gündemde olduğunu görüyoruz. En önemlisinin entegrasyon olduğunu ve Avrupa Birliği’ni temel alan bölgeselleşme çalışmalarının bütün dünyada devam ettiğini ve bütün alanlarda bu yönde çeşitli ölçeklerde entegrasyona gidilmeye çalışıldığını görüyoruz. Bir diğeri; mikro milliyetçiliğin entegrasyonla paralel olarak güçlendiğini görüyoruz. Konunun altını çizeceğim birazdan Balkanlar’la ilgili olarak...
10 YIL İLGİNÇ GELİŞMELERE GEBE
Önümüzdeki 10 yıl içerisinde BM`deki ülke sayısı kadar yeni ülke eklenebileceği yönünde güçlü öngörüler var. Bu özellikle son 5 yıldır bizim TASAM olarak ısrarla dile getirdiğimiz bir husus ve Arap Baharı olarak isimlendirilen süreçle daha görünür hale geldi. Güney Sudan’ın bağımsızlığı bir milat oldu. Mali’deki gelişmeler var, Libya’daki gelişmeler var, Suriye’deki, Irak’taki gelişmeler var ve dünyanın değişik bölgelerinde bu anlamda harekete geçmeğe müsait değişik potansiyeller olduğunu hep birlikte müşahede ediyoruz. Balkanlar boyutuna daha sonra gelmek istiyorum. Üçüncü olarak da sürekli kriz yönetimini temel alan, artık öngörülebilirliğin mümkün olmadığı sadece tahmin edilebilirlikle politikaların oluştuğu bir döneme girmiş bulunduk. Bu da her an her şeyin olabileceğini, dolayısıyla devlet hayatının özellikle sürekli bir kriz yönetimi anlayışı içinde, panik olarak değil, kurumsallaşmış şekilde yönetilmesi gerektiği gibi bir sonuç ortaya çıkarıyor. Balkan ülkelerinin bir kısmı Avrupa Birliği üyesi oldu, bir kısmı da bu yönde gayret sarfediyor. Türkiye de AB ile ilgili tam üyelik müzakereleri yürüten ve istendiği ölçüde olmasa da mesafe katetmiş ve bu anlamda siyasi olarak dış politika önceliğinde birinci sıraya her zaman Avrupa Birliğini yerleştirmiş olan bir ülke... Fakat bugün 2008`le birlikte ABD`de başlayıp AB`ye sıçrayan, birçok ülkeyi de - çok kapalı ekonomisi olanlar hariç - etkileyen bir süreç olarak gelişen ekonomik kriz ortamında Avrupa Birliği’nde de çok ciddi sorunların ortaya çıktığını görüyoruz. Şüphesiz bizim temennimiz; Türkiye olarak - Türkiye’den bir düşünce kuruluşu olarak - dileğimiz bu travmanın atlatılması ve AB`nin yoluna devam etmesidir. Fakat Avrupa Birliği’nin geldiği noktada bazı çok yapısal sorunlar olduğunu da görmezlikten gelemeyiz. Çünkü AB`nin geldiği nokta, başarıda başarısızlık... Yani o kadar büyük bir kurumsallaşma, o kadar büyük bir demokratik deneyim, ekonomik deneyim, insan merkezli bir yapılanma ama dünyada bu kadar hızlı gelişen bir rekabet ortamında, özellikle iktisadi pastanın Batı’dan Doğu’ya doğru hızlı bir şekilde kaymasıyla birlikte Avrupa’da artık bu standartlar sürdürülemez, finanse edilemez hale geldi. Bu konudaki veriler de bu sürecin devam edeceğini söylüyor. Teknoloji olarak, insan kaynağı olarak güçlü olan ülkelerin bu sürece direneceği fakat diğerlerinin - ki bu Yunanistan’la başladı - Avrupa’daki birçok ülkeye sıçrayacağı ve bunun önemli oranda genişleyeceği gözüküyor. Bir çok stratejist - kahin denilen bir takım yatırımcılar - Avrupa Birliğinin bu krizi aşamayıp dağılacağı yönünde öngörülerde bulunsa da, Avrupa Birliğinin katetmiş olduğu mesafe ve tecrübe nedeniyle bu süreci atlatacağına inanıyoruz. Fakat olumsuz bir senaryo olması durumuna karşı da hem Türkiye açısından, hem Balkan ülkeleri açısından önemli notların alınması gerektiği kanaatindeyiz.
İKİ YÖNLÜ SORUN
Özellikle bu yıllardan sonra, bu dönemden sonra Türkiye ve Balkan ülkeleri arasındaki ilişkilerin daha da derinleşmesinin, bütün araçlar arasında - resmî ve sivil araçlar arasında - daha da derinleştirilmesinin böyle bir amaca hizmet edeceğini değerlendiriyorum. “Mikro milliyetçilik” konusu Balkanlar için bir diğer önemli parametre. Şu anda uluslararası sistem aksayarak da olsa çalışıyor. Dünya ekonomik sistemi de çalışıyor. Ama olası bir kriz anında, ya da dünyada var olan “mikro milliyetçilik” dalgasının farklı alanlara sıçraması gibi bir ortam oluştuğunda Balkanlar’ın bundan ne kadar etkileneceği ve ne tür kriz senaryolarının gündeme gelebileceği konusunda da hazırlıklı olunması gerektiği kanaatindeyim. Balkan ülkeleri açısından bu tür olası zararları en aza indirecek olan, ekonomik ve insani anlamdaki katedilecek mesafe... Bu, hem toplumsal bütünleşmelerini hem refahı destekleyeceği için Balkan ülkelerinin de bu süreçte yara almadan ya da yeni bölünmelere uğramadan yüzyılın bu dönemini atlatabileceğini düşünüyorum. Bu sürecin sağlıklı atlatılmasında da, yine Türkiye ile ilişkilerin güçlendirilmesinin ve derinleştirilmesinin büyük katkı sağlayacağı kanaatindeyim. “Orantılı risk, karşılıklı bağımlılık” olarak tanımladığımız temel anlayış içerisinde Türkiye ve Balkan ülkelerinin ilişkilerinin duygusal düzeyden - ki duygusal aşamayı çoktan geçtiğimize inanıyorum - çok daha pragmatik çok daha derinlikli inşa edilecek alanlara doğru yönelmesi gerektiği kanaatindeyim. Çünkü dünyadaki gelişmeleri ve bölgemizdeki gelişmeleri doğru okuyabilirsek bundan dost ve kardeş ülkeler olarak hep birlikte daha güçlenerek ve bu anlamda önümüzdeki gelişmeleri fırsata çevirerek çıkma imkanı bulabileceğiz. Bu çerçevede; Balkan Savaşları’nın 100. yılında, bu forumun hem geçmişle ilgili iyi bir tahlil yapılması hem de gelecekle ilgili ortaya bir vizyon konması açısından önemli katkılar yapmasını diliyor, saygılar sunuyorum.