Balkanlar ve İnanç
İslam ve Anadolu kültürünün insanımızdaki en büyük etkisi, Hilm ve İlim kabiliyetidir. Hiç kuşku yok ki Yunus emre, Mevlana, Hacı Bektaş-ı veli, Hacı Bayram-ı veli ve Mısri Niyazi gibi Anadolu erenlerinin varisi olan Anadolu insanın, geçen yüzlerce yıla rağmen, kötü günleri unutabilme yeteneği ve umutlu olma erdemi, dünyanın çok az topluluklarının özelliklerindendir. Bu yüce kültürün, Osmanlı ile birlikte kutlu ve kaddes veliler ve erenlerin varisleri yoluyla balkanlara taşınmış olması, milliyetlerimiz ayrı olsa bile inanç ve özellikle düşünce alanında bizleri çok kuvvetli bağlarla birbirimize bağladığı açıktır. Balkanlardaki Müslüman coğrafyanın görmüş olduğu tüm baskı ve zulümlere rağmen, insanların yaşadıkları ve kendilerine vatan yaptıkları topraklarından tard edilememesi, kuşku yok ki bu kutlu miras sayesinde gerçekleşmiştir.
Bugün İslam dini çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olmakla birlikte, bin beş yüz yılda aynı temel üzerine inşa edilmiş, çok ve farklı kültürler geliştirmiştir. Gelişen ve coğrafyalara göre farklıklar gösteren İslam inanç ve kültürü, Horasan erenlerinin gönüllerinden doğan ışığın aydınlattığı Anadolu ve Balkan coğrafyasında tek yürek oluşturmayı başarmıştır. Bu sebeple bu coğrafyanın insanı, diğer İslam coğrafyalarından kültür alanında, hissedilir farklılar göstermektedir. Diğer İslam coğrafyalarıyla inanç, düşünce ve eylem alanında görülen farklıklar, Balkan ve Anadolu coğrafyasının Avrupa ve batı kültürüne olan coğrafi yakınlığından dolayı değil, tam tersine bu kültüre olan uzaklığından dolayı oluşmuştur.
Avrupa kültürünün sekiz yüz yıl önce Endülüs’te kendi lehine sağladığı dönüşüm ve zaferi, sekiz yüz yıl sonra teknolojinin 19. ve 20. yüzyıllardaki üstünlüğüne rağmen Balkanlar, Anadolu ve son olarak Kıbrıs, Bosna ve Kosova’da elde edememesinin nedeninin, dikkatle bakıldığında İslamın Horasan’dan gelişip Anadolu’da olgunlaşan kültürü olduğu hemen fark edilebilir. Çünkü bu kültürde sabır, tevazu, akıl ve amel yani iş görme gücü birbirinden bağımsız olarak değil, tevhid edilerek ilahi bir koordinasyon içinde yaşadığı âlemin gerçeklerine uygun bir şekilde gelişir.
Türkiye son zamanlarda geliştirdiği dış politikasında, git gide çeşitlendirdiği enstrümanlarını belirlerken, Arap dünyasına seslendirdiği inanç birliğinin benzerini, balkanlarda ortak inanç kültürüne daha fazla vurgu yaparak seslendirmeli ve inşa etmelidir. Balkanlarda atalarımızın inşa ettiği inanç, düşünce ve eylem birliği, bugünün torunları tarafından ticari, siyasi, ekonomik ve güvenlik alanlarında da somutlaştırılmalıdır. Dünün ilim ve marifet merkezleri olan medrese ve tarikatlarının üstlendiği ve üstesinden başarıyla geldiği bu yüce görevi, bugünün bilgi ve irfan yuvaları üniversitelerin öncülüğü, siyasetin gözetimi ve halkların iradesiyle yeni ufuklara yönlendirilmesi gerekmektedir. Bunun için başta Türkiye cumhuriyeti olmak üzere, aynı inanç yolunda birlikte yürüdüğümüz ve son beş yüz yıldır aynı kaderi paylaştığımız diğer balkan ülkelerinin de üzerlerine büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu sorumluluğun içinde aynı inancı olmasa da, aynı coğrafyayı paylaştığımız veya komşusu olduğumuz coğrafyalara ve onların halklarına bir tehdit görüntüsü vermemekte bulunmaktadır.
Anlaşılan o ki Osmanlının büyüklüğünün ve Mekke’den doğup Horasandan Anadolu ve Balkanlara yansıyan ışığın verdiği aydınlık, Türkiye ve balkan ülkelerinin barışı ve gelişmişliği sağlamada daha uzun yüz yıllar boyunca bu ülkelerin ve halklarının yollarını aydınlatmaya devam edecektir.