Güne uyanıyorum, gerçi benimki biraz öğleye dönmüş laf aramızda kalsın, biraz geriniyorum bir kedi misali. Ne hoş hayvanlar şu kediler şöyle gerinerek bütün kemiklerini uyandırıyorlar. Bana da onları seyredip gözlemekten yadigâr kalmış resmen. Her sabah balkonumdan İzmir’imin manzarasına karşı uzun uzun geriniyor kokluyorum havayı…Mevsim sonbahar kışa çeyrek var. Ama yazdan kalma günler ile bezenmiş. Biz İzmir’de sımsıcak günler ile uyanırız bol oksijene tüttürürüz yüreğimizin sevdalarını. Ama yinede bulamam Balkanların hoş sedasını. Bu aralar seyahate çıkamadığımdan mı yoksa özlediklerime ulaşamadığımdan mı bilmem ama daha bir özlemişim ata topraklarımı…
Çayımı koyuyorum fincanıma, bir parçada sıcacık poğaçamı alıyorum. Balkonuma oturuyorum her sabah yaptığım gibi. Önce gazetem elimde bakalım Balkanlar’da ne olmuş bugün kim nerelerde ne yapmış hangi köprüleri kurmuşuz, hangi köprülerde buluşmuş, hangi sevdaları doldurmuşuz eksenlerimize derken bir haber çarpıyor gözüme
“Arnavutluk’un İşkodra şehrinde Yunus Emre Türk Kültür Merkezi açıldı.’’
Merkezin açılış kurdelesini Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru, Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof Dr. Ali Fuat Bilkan, İşkodra Belediye Başkanı Lorenc Luka ve İşkodra Valisi Voltana Ademi kesti. Etkinliğe Ak Parti İzmir Milletvekili ve Türkiye-Arnavutluk Dostluk Grubu Başkanı Rifat Sait ile Türkiye’den çeşitli akademisyen ve öğretim üyeleri katıldı. Merkezde düzenlenen toplantıda İşkodra Yunus Emre Kültür Merkezi Müdürü Filiz Yılmaz açılış konuşmasını yaptı ve İşkodra kentinde Yunus Emre Türk Kültür Merkezi’nde Türkçe kurslarının yanı sıra Türk kültürünün tanıtılması amacıyla düzenlenecek çeşitli etkinlikleri anlattı.”
Ne kadar güzel bir köprü kurmuşuz yine diye geçiriyorum içimden. Daha önce Kosova’da Yunus Emre Türk Kültür Merkezi’nin organizasyonunda buluşmuştum onlar ile. Nasıl kol kanat gerdiklerini ve nasıl yanlarında olduklarını biliyorum oradaki canlarımıza… Şimdi ise İşkodra … Daha niceleri var biliyorum. Ama bu yeni çok eski bir yörede yepyeni cıvıl cıvıl bir köprü… Köprü… Köprü…
Aklımda satırlar dolanmaya başladı efsaneler, eskiler, köprüler, biz, atalarımız, İşkodra, Balkanlarda köprüler ile yaşamak. Yüzyıllarca yaşadık hala yaşıyoruz da. İşte gazetemin sayfası bunun bir kanıtı değil mi? Ne biz onlarsız ne onlar bizsiz var olamıyoruz . Öyle bir aşk var ki içimizde kardeşlik aşkı, varoluş aşkı iki yakaya atsalar da bizleri biz o aşk ile bağlanmışız ki nerde nasıl karşılaşırsak karşılaşalım en büyük kuvvet bizi köpülüyor ruhlarımızdan.
RUHLARIMIZIN KARMASINDA BALKANLAR VAR
Ruhlarımızın karmasında var çünkü Balkanlar. Genetik kodlarımız nesiler sonra bile orada dokuduğu, gördüğü her bir zihin fotoğrafını aktarıyor torunlarına. Nesiller bile geçse işte bu aşk bağlıyor bizi bir köprücesine. Kim demiş ki köprü taştan ibaret, topraktan ibaret… Bence en büyük köprümüz genimiz. Biz evladı Fatihan çocukları torunlarıyız çünkü…İşkodra ne çok duydum adını dizilerde, babaannemden, komşu ninelerden, herkesin bir geçmişliği bir uğramışlığı var o yöreye, o topraklarda yaşıyorsa ya da bağlı ise benim gibi taa ilmeklerine kadar oralara. İşkodra isminde var bir ifade bir büyü bence kendi başına bir efsane gibi değil mi? belki ondandır oraya ulaşırken Ura e Mesit'in üzerinden geçişimiz belki ondandır efsanelere bezenişimiz. Bir efsane yayılır kulaklarıma Ura E Mesit hakkında rüzgâr getiriyor sanıyorsam, Ekimin hazan rüzgârı, ruhumun hoş edasından parmaklarıma satırlarıma dökülüyor.
Üçkardeş köprü yapıyorlarmış. Yaptıkları Köprüler hep yıkılıyormuş. Bir gün Hızır Aleyhisselam oradan geçmiş onlara:
- “Ne yapıyorsunuz oğlum? Kolay gele” demiş. Kardeşler de
- Eyvallah, köprü yapıyoruz” demişler. Hızır:
- Böyle köprü olmaz bir kurban kesmeniz lazım. Yarın sabah hanginizin karısı yemek getirirse onu kurban edin” demiş. Demiş demesine de Bizim üç kardeşi bir düşünce almış. Akşam olunca evlerine dönmüşler büyük ve ortanca kardeş karılarına ertesi gün yemek getirmemesini tembihlemiş. Küçük kardeş ise karısına hiçbir şey dememiş. Sabah olunca kardeşlerin annesi kalkmış ve büyük gelinine;
- Hadi kalk kızım demiş. Gelin
- Başım ağrıyor annecim demiş. Ortanca gelini de
- Beni sıtma tuttu anneciğim demez mi! ? Annecik bir anlam verememiş. Tam bu sırada Küçük gelin
- Anneciğim ben yemek götürürüm, ama sen çocuğuma bakıver bir zahmet demiş. Ondan sonra yemek ve börekler yapıp koyulmuş yola. Yolda fırtına çıkmış. Yemekleri koyduğu tepsi devrilmiş. Efsane bu ya gelin tekrar yemek börek yapıp yoluna devam etmiş. Kardeşlerin olduğu yere ulaşınca kardeşler onu köprünün başında kurban etmeyi istemişler. Ancak birden öylece taş kesilip köprünün başında kala kalmışlar. Bir köprü için can feda etmeye değer mi? Aslında nice köprüler için, nice topraklar için kimleri kimleri feda etmişlerde, ah bu insan hırsı, ah bu gözü doymazlık diyelim işte. Efsane bu bazen kötü biter sonu bazen ise mutlu ama hep öğretir bir şeyler. Anlamasını bile, tercih edene… Bir köprüden bahsettik efsanede hangi köprü bu. Ura e Mesit köprüsü Postrib’ de İşkodra’ya 8 km uzakta, Kir Nehri’nin üzerinde çok değerli eski yerleşim yerini temsil eden kültürel bir miras. 1768 yılında Mehmet Bushati Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bushati ailesinin Arnavutluk için oldukça önemli olduğunu bazı kaynaklarda araştırırken gözlemledim. Bushati ailesi. Osmanlı'nın balkanlardaki hâkimiyet serüveninde tüm mensuplarıyla önemli role sahip olan bir ailedir. Kuzey Arnavutluk’u toprak sahipleri olarak uzunca yıllar kontrolleri altında tutmuşlardır. İşkodra'nın yakınındaki Buşat Mevkii’nde yerleşik olmalarından kaynaklı bu isimle anılmaktadırlar. Fatih Sultan Mehmet'in Balkanlar’daki galibiyetiyle önce Venedik’e sürülmüş daha sonrasında yarı özerklik ile isyanları bastırıp Arnavutları bir arada tutmaları için paşalık sistemiyle tekrar memleketlerine dönmüşlerdir ve Balkanlar’da 1757–1831 arası aile mensupları paşalık yapmıştır.
TİPİK ARNAVUT ÖZELLİKLERİ
Kültürlerine bağlı ve özgürlüklerinden ödün vermeyen tipik Arnavut özellikleri taşıyan bu aile mensuplarından en bilinenleri, Osmanlı’nın Balkan işgalinde ayaklanan Kara Mahmut Paşa ve 1829 Edirne antlaşması imzalanmadan önce Osmanlı tarafından Edirne Serhadı olarak atanıp Ruslara karşı savaşan İşkodralı Mustafa Paşa'dır.
Ailenin en önemli kültür mirası ise Ura e Mesit Köprüsü ve şu an sular altında kalma tehlikesi ile karşı karşıya olan ve İşkodra'da bulunan Kurşunlu Camii’nin olduğu kaynaklarda açıkça gözlenmektedir. Kir nehrinin üzerinde olan bu kamburlu köprü, Drishtin’i İşkodra ‘ya bağlamıştır. Mimari açıdan değerinin yüksek olması haklı bir miktarda turist gelmesini sağlamıştır yöreye. Ve köprünün değeri günden güne yıkılmadıkça ayakta direndikçe artmıştır. E kolay mı iki yakayı buluşturmak insanlara deli dumrul suların üzerinde yarenlik etmek. Köprü 108 metre yüksekliğinde 340 metre genişliğinde ve simetrik olmayan 13 tane yaydan oluşmaktadır. Köprünün inşası esnasında oyma taşlar, patikasında ise taş fayanslar kullanılmış. Dışarıdan da gözlenen köprünün doğrusal olmadığı bir gerçek vardır. Büyük yayın beş metre sağında 14 derecelik bir kıvrım meydana gelmiştir. Nehir kayalıklı olduğu için iki ayrı aşamada inşa edildiği kayıtlara geçmiştir. Birinci aşama da merkezde ki yayın ve yanında ki 3 tanesinin inşaatı gerçekleştirilmiş (iki sağ bir sol olmak üzere) .İkinci aşamada ise kir nehri köprüyü örtmüş ve yeni yaylar oluşmuştur. Köprünün bugün tam on üç tane yaya sahip olduğu görünmekte ve her birinin birbirinden olan farkı hayret edercesine seyredilmektedir. O kıvrıma rağmen köprünün dimdik bu yıllara kadar direngen bir mutluluk ile iki yakayı bağlaması ise takdire şayan değil midir? Nehir hava şartları dolayısı ile taşıp taşıp üzerindeki bu davetsiz misafiri yıkmaya çalışsa da sadece zaman içinde bir nebze zarara uğratabilmiştir. 2010 yılının mayıs ayında ise köprü yeniden restore edilerek yayalar için uyumlu hale getirilmiştir…
Uzun ince bir yoldur köprünün taşlarında etraftaki doğanın içine harmanlanırken atılan adımlar. Ruhunuz beslenirken benliğiniz okşanır. Bazen hafif bir korku sarar yüreğinizi, aşağıdan geçen deli sulara bakarken. Hemen korkan bir bebek gibi tutuverirsiniz taş ellerinden köprünün. Sizi korur bilirsiniz, ama yinede ürkek hızlı birkaç adımda karşıya geçmek istersiniz. İşte bağınızı burada sonlandırırsınız köprüye. O sizi unutmaz ayak izinizi bir mıh gibi kazır benliğine ama siz her insanoğlu gibi geçene kadar elini tutar sonra geçmişe bırakmayı yeğlersiniz.. İşte iyi ki yazımın başında bahsettiğim gibi kurumlar var da bizim ellerinden tutup koşarcasına bıraktığımız, yıllara terk ettiğimiz yapılarımızı. Göz nurlarımızı tek tek çıkartıp restore edip bizleri affettiriyorlar o canım taşlara, topraklara, anılara…
Tekrar tekrar hayat veriyorlar. Soluklaşan izlerini canlandırıyorlar. Yüzyılların ayak izlerini daha nice yüzyıllarca yaşatmasını sağlıyorlar. Sanatçılar tablolarında resmediyor bir bir oya oya, evlerimize giriyor hayranlıkla onları tekrar tekrar hatırlamamızı yaptıranları da hürmetle anmamızı sağlıyorlar. Kimileride benim gibi naçizane satırlarda buluşuyorlar onları sevdikleri ile. Özledim oraları… Mostar demiştim size geçen hafta, ama ben haberin suçlusuyum üzgünüm bir anda aldı kolumdan fırlattı ta İşkodra’ya umarım gelecek hafta anlatacağım Mostar'ı tabi Prizren Taş Köprüsü’nde Machiato özlemim ağır basmazsa.
Elvin Öztürk