Balkanların istikrarsızlığa doğru istikrarı
Demokratik toplum oluşturma niyetiyle suların bir türlü durulmadığı balkanlarda istikrar bir türlü sağlanamıyor. Küresel güçler öncelikle, bölgeden istediklerini alabilmek için yoğun çaba içerisindeler. Balkanların kontrol altına alınması en büyük arzu ve emelleri. Emellerine ulaşmak içinse silah satışı dâhil birçok hususu mubah saymaktalar. İkinci öncelikleri ise bir taşla iki kuş vurmak. Hem Vatikan’ın “Hıristiyanlık elden gidiyor.” tezine dikkat çekip, İsevi’leri uykularından uyandırmak, hem de yine Vatikan’ın “ İslam yeryüzüne hâkim oluyor. “ tezinin yönlendirmesiyle, İslam’ı Avrupa’dan kazımak niyetindeler. Dini ve etnik unsur sorunları Balkanların kanayan ve çok sık kaşınan yarasıdır. Balkanlarda istikrarı bozmak isteyenler yıllarca hep bu yarayı kaşıyıp kanatmışlardır. Ancak balkan halklarının Osmanlı’dan beri devam ede gelen inançlarına ve her türlü ayrımcılık ve şiddeti ret eden İslam dinine olan bağlılıkları, planlanan oyunları büyük bir oranda açığa düşürmüştür. Bu tezler doğrultusunda diyebiliriz ki, balkanlarda devam eden mücadele, üstü örtülü haçlı seferlerinin sonucudur. Bu bağlamda haçlı zihniyeti, elden ne gelirse yapmak ve hilal’e her türlü acıyı çektirmek arzusundalar. “Ne kadar Müslüman kanı dökülürse o kadar sevap kazanacakları” felsefesini saliklerine aşılamaktadırlar. Bu olmazsa olmaz düsturları her zaman ve zeminde kendisini göstermekte. Balkan Müslümanları’na yaşatılacak en küçük acı, onlar için bayram sebebi sayılmakta. Adına kutlamalar tertip edilmektedir. Unutulması imkânsız acılar yaşatmak projeleri arasındadır. Reva görülenlerin hepsi insanlıkla telif edilemeyecek görüntülere vabeste birer utanç abidesi olsa bile. Yokluk ve kıtlık Balkan Müslümanları için, varlık ve zenginlik Balkan Hıristiyanları için revadır. Bu coğrafyadaki gelişmişlik düzeyine bakıldığında bu fark görülecektir.
AB YARDIMLARI NEREYE HARCANDI
Yapılan AB yardımlarının nerelerde harcandığını görmek açısından Dubrovnik ve Saraybosna verilebilecek en büyük iki örnektir. 1984 Kış Olimpiyatları’na ev sahipliği yapan Saraybosna ve Bosna-Hersek’in şimdiki hali ile o günkü hali karşılaştırılırsa bu fark görülebilecektir. 1990’lı yıllardan beri Bosna–Hersek, Kosova ve Makedonya’da istikrarsızlık hâkim kılındı. Bosna-Hersek’de ihdas edilen 3 başlı yönetim bir türlü istikrarı sağlamada isteneni gerçekleştiremedi. Gerçekleştiremezde. Sırp, Hırvat ve Boşnak Başbakanlar değişimli olarak yönetimde söz sahibi. 8’er aylık hükümet etme sürecinde önce yapılanlar sonradan gelenlerce devam ettirilmek yerine, araya girenlerce bozdurulmaya çalışılıyor. İstikrarsızlık tüm hızıyla körükleniyor. Etnik sorunların dozu her geçen gün biraz daha arttırılıyor. Geçici olarak silahlar susmuş görünse de, Sırplar Kosova’da bunu bozmaya başladılar bile. İstedikleri, KFOR‘un bir an önce bölgedeki hâkimiyetini kendilerine teslim etmesi. Aynen masum Boşnakları koruma amacıyla gelen Hollanda askerlerinin Boşnakları öncesinde silahsızlandırıp sonrasında Sırplara teslim etmesi gibi... Coğrafyanın kadirşinas insanları uyanık olmalı. Silahsızlanmayı teşvik açıklamalarını çok ciddiye almamalıdırlar.” Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş.” Kopartılan barış içerikli antlaşmalarla, ortamın sütliman olmasına aşırı ehemmiyet verilmeden, tedbir elden bırakılmamalıdır. “ Müslüman bir delikten bir kez ısırılır. Aynı yerden ikincisine tahammül bile edemez.” Peygamberimizin (s.a.v) bu düsturu unutulmamalı. Kan, gözyaşı ve feryadın dinmesi, gelinen nokta itibariyle umut vericidir. Bununla beraber “ Su uyur Sırp, Bulgar ve Hırvat uyumaz “ gerçeği de bölge insanınca göz ardı edilmemeli. Bugünlerde Sırpların, top ve tüfeği yeniden ön plana almaları bunun en önemli delilidir. Problemlerin çözümünü bir kez daha savaşta arıyorlar. Kosova sınırındaki davranışlarıyla bir kere daha cümle âleme harekete geçeceklerinin ilk işaretlerini vermişlerdir. Olayları başlatanlar, ekonomik sıkıntı içinde olmalılar ki, kar marjlarını arttırmak için stoklarını eritme gayreti içindeler. Yeniden kızıştırılacak bir Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavut mücadelesinden medet ummaktalar. Kan ve gözyaşı ile mevcut sorunların silahlanarak sona erdirilemeyeceği bilinmesine rağmen oluşturulan yeni yeni suni sorunlar yeniden sahneye taşınmakta. Silah stoklarına yeni yeni piyasalar kurmaya hazırlanıyorlar. Belli ki, el altından satılanlar yeterli değil... Onlar açısından zaman, kurulmuş gibi gösterilen istikrarı hile ve desise ile yeniden bozma zamanıdır. İstikrarın yeniden tesis edileceği zamana kadarda kar oranlarını en üst seviyeye getirmenin hesabındalar. Sürecin ve sonrasının nelere gebe olduğunu da ancak Allah (c.c.) bilir. AB ve uluslararası toplum da, izlediği ve izleyeceği politikaların “hoşgörü ve hakkaniyete” pek dayandırılmayacağı doğrultusunda yeni tüyolar veriyor. Aynen İsrail’in Filistin’de yaptıklarına karşı, İsrail için caydırıcı tedbirler alınamaması gibi. Özlenen, AB ve uluslararası toplumun desteği ile kalıcı barış politikaların bölgede sürdürülebilir olması idi. Ancak nafile… Bu cenahtan umduğunu bulamayan Balkan Müslümanları’nın son umudu Türkiye’dir. Kader, Balkanların geleceğini tekrar Türkiye’ye bağlamıştır. Türkiye’nin önderliğinde yeni bir güce, istikrar için ihtiyaç vardır.
KOMŞULARLA SIFIR SORUN POLİTİKASI
Bu güç, Balkanlar için fevkalade önemli. Bölge liderliği yolunda emin adımlarla ilerleyen Türkiye açısından dış politikadaki “komşularla sıfır sorun” politikasına uygun bir komşuluk tesis edebilmek çok önemli. Türkiye’nin bugün dünyanın birçok ülkesinden gördüğü hürmete, asırlar boyu Balkanların istikrar sembolü Osmanlı’ya duyulan hürmet de eklendiğinde, coğrafya insanının ülkemize duyduğu sevgi ve güven bir kez daha gözler önüne serilmiş oluyor. 2010’un Eylül ayında ABD’nin Newyork şehrin de FEBA(Federatıon of Balkan-American Association)‘nın düzenlediği Balkan Dış İşleri Bakanları toplantısında onur konuğu Cumhurbaşkanımız Sn. Gül’ün salona davet edildiğinde tüm katılımcılar tarafından alkışlar arasında ayakta karşılanmasıyla balkanlara ve derin güçlere verilen mesaj anlamlı olsa gerek. Bu güvene layık olabilmek için de, geçmişten gelen sorumluluğumuz gereği, istikrar ve barış politikalarının icrasında Balkan ülkeleri üzerinde daha fazla söz sahibi olunmalıdır. Ülkemiz coğrafya’da çok daha aktif rol almalıdır. Coğrafyanın doku ve dengesini bilen büyük devlet olması yönünden bölge ülkeleri ile birlikte soruna çözüm yolları tayin etme yetisi başkalarına bırakılmamalıdır. Ülkemiz yöneticileri tarafından da bölge insanının ülkemize duyduğu teveccüh asla göz ardı edilmemelidir. Geçtiğimiz yaz ayının sıcak günlerinde, Milletvekillerimizden oluşan bir grubun Kosova’ya yaptığı ziyarette yaşananlar bölge insanının, Rodos, İstanköy ve Ege Adaları’ndaki soydaşlarımız gibi unutulmadığını gözler önüne sermiştir. Yapılan üst düzey ziyaretler, Balkanlara verilen desteğin açık bir göstergesi olup ve hepimizi mutlu etmiştir. İş bununla bitmeli mi? Bitmeyeceğini de hissediyoruz. Elbette bitmemeli. Bölgedeki istikrarın inşası ve sürdürülebilmesi için yapılacak çok işin olduğu herkesin ve herkesimin malumu...
YÜZDE 25 AÇLIK SINIRINDA
Bölgede yapılacak daha çok iş var. Bunların başında da, kalıcı istikrarı zora sokan işsizlik, yoksulluk ve rüşvetle mücadele gelmekte. Kosova ve Bosna’daki işsizlik ve fakirlik oranı yüzde 50’leri aşmış durumda. İki kişiden birinin işsiz olduğu bir toplumda istikrardan söz etmek doğru olmasa gerek. Kosova ve Bosna halkının hemen hemen yüzde 25’inin açlık sınırında yaşadığı da unutulmamalıdır. TÜSİAD, TUSKON , MÜSİAD vb.. iş dünyasınca kurulan birliktelikler, iş adamı ve yatırımcıyı bu bölgeye getirmeli, daha çok yatırım yapmalarının yolunu açmalıdır. Rüşvetle önü tıkanan yatırımların bir an önce hayata geçirilmesi için devlet adamları nezdinde heyetler tertip edilerek sorunlara elbirliği ile çözümler bulunmalıdır. Oradaki soydaşlarımızın sıkıntılarına çare olacak yeraltı ve yer üstü tüm yatırımlarla yeni yeni yollar arayıp bulmak zorundayız. Ülkemiz her ne surette olursa olsun bölge insanına sahip çıkılmalı ve bunu da kamuoyu daha fazla hissetmeli. Yokluk, fakirlik ve işsizlik sebebiyle iki milyondan fazla insanın günlük yaşamını sürdürememesi aklıselim olanların içini acıtmalı. Bir diğer iş de, kalıcı barış adına bölgenin silahlandırılması doğrultusunda karanlık güçlerin çalışmalarının üzerine gidilip önemler alınmasıdır. Bu konu istikrarın bir diğer unsuru olduğu için en önemli konular arasındadır. Bölgede etkinliğini arttırmak isteyen başta ABD, Almanya, Hollanda, İngiltere ve Fransa, son zamanlarda da İsrail bu teklife pek sıcak bakmayacaklardır; bunu biliyoruz. Çünkü bu ülkelerin dünya silah pazarındaki yeri herkesçe malum. Silah piyasasının canlanması için dünyanın hemen her bölgesinde körüklenen etnik çatışmaların olduğu bilinmekte. Önce kışkırtırlar, ardından da el altından çaktırmadan silah satar, sonra da kurtarıcı rolünde bu bölgelerin demokrasi havarisi kesilirler. Balkan coğrafyasında da aynı rolü tezgâhlamadılar mı? Tezgâh üstü icraatlar hala devam etmekte. Tezgâhlarına rağmen Balkan dünyasının hamisi rolünü oynamaları garip. 1992-95 yılları arasında Sırpları dize getirme gücüne sahip bu ülkelerin, belli bir süreye kadar seyirci kaldığını tüm dünya televizyonlardan günlerce izlemedik mi? Beceriksiz Sırplar küçük bir Boşnak grubun hakkından gelemeyince (!) de nasıl fırça yediler ve bir gecede harekâta son verdirildiler hepimiz gözlerimizle görmedik mi? Ve oyun bittiğinde de kurtarıcı rolü kesip alkışlanan taraf yine onlar olmadılar mı? Sakın “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” demeyin. Emperyalizm ve kapitalizmin varlık sebebi budur. Başkalarının başına çorap örmeye çalışanların başına da Allah çorap örmüştür. İşte Amerikan Baharı ortada. ABD çok önceleri gördüğü, sonun başlangıcından sonuna doğru ağır istim yol almakta. Bunca masuma çektirdiklerinin hesabını ve biçtikleri rolün bedeli mutlaka ödenecek. Bunun adı da sanırım İlahi adalet. Onlar için önemli olan Balkan insanı değil, dünya insanı değil sadece ve sadece doymak nedir bilmeyen kendi insanıdır. “Kendi İnsanının” hak ve menfaatleri diye düşünseler bile o halk kendi kendisini yiyip bitirecek. Tüm bunların yanı sıra bölgede ki yöneticilerin tahrik edici etnik söylemleri sorunları kalıcı ve daha derin çıkmazlara sokuyor. İstikrar için bu türlü söylemlerin terk edilmesi gerekiyor. İlgili yöneticiler yarını değil gelecek nesilleri düşünerek adım atmalılar. Gerekli olan ikili diyalogların arttırılması ve bölge yöneticilerinin bu bağlamda ikna edilmesi çalışmaları istikrarın devamı için elzemdir. Artırılmalıdır. Halklar arasındaki kamplaşmayı körükleyen söylemler ayrışmayı etkileyerek daha da derinleştirir. Derinlik kazanan ötekileştirme gayretleri ise yeni çatışma zeminleri oluşturmaktadır. Son zamanlarda Balkan devletleri arasında yaşanan birçok olayın temelinde bu türden sorumsuz söylemler önemli yer tutmakta. Balkan halkları figüran olarak kullanılmaktadır. Ne kendi kendilerini yok etmelerine fırsat verilmekte, ne de yaşatılmaları arzu edilmektedir. Ortada olan büyük bir oyundur. Bu oyunda hiç kimse oyuna gelmemeli. Ne tazı gibi davranıp yekdiğerini can evinden vurmalı, ne de tavşan gibi sinip, kaçmamalıdır. Bunun aksi davranışlar, birilerinin ekmeğine yağ sürer. Olanda Balkan Milletleri’ne olur. Sonuç olarak, Balkan sahnesinde sergilenen oyunların ana teması; Küresel güçler ile derin yapıların yoluna taş koyan İslam’ı ve Müslümanları Balkanlar’dan ve dolayısıyla Avrupa’dan temizlenmesi üzerine kurgulanmıştır. Bu etnik unsurlar bu coğrafyadan her ne pahasına olursa olsun temizlenmelidirler. Temizlenmeliler ki, sermayeleri istikrarsızlık olan şer odakları emellerine ulaşabilsinler. Ancak; bugüne kadar cümle âlem görmüştür ki; İslam’ın, Avrupa’daki izleri ile Osmanlı’nın, dünya tarihindeki izleri silinememiştir ve asla silinemeyecektir. En büyük engel de Türkiye Cumhuriyeti’dir. Belki bu uğurda şimdilik AKP hükümeti yıpratılmalı Balkanlardaki ilgisi ve alakası kesilmelidir. Hedef olarak belledikleri AKP hükümetini de her türlü yıpratma gayretleri de devam edecektir. Ülke içinde çıkartacakları istikrarsızlık güçlü bir iktidarı zayıflatmak için yeterli görülmekte. Bu güçler, Türkiye var olduğu müddetçe de hedeflerine erişemeyeceklerini bildiklerinden, ne yapıp edip ülkemiz içinde ki PKK ve benzeri yapılanmalarla devlet ve hükümeti meşgul etmeye devam edecek görünüyorlar. Onların planı bu; ama palanlar üstü palan yapan Zat-ı Zülcelâl planlarını akamete uğratmış görünüyor ki, onlar tedenni ederken ülkemiz terakkiye doğru meyletmeye başladı. İstikrarsızlık çıkartmayı istikrar zannedenler bir gün gelecek istikrara hasret olacaklar. İstikrarı uzaklarda ararken de aslında yakınlarında bulacaklar. Tıpkı Yunanistan gibi. Sağlıcakla kalın.