Barışın Kasabı

“Dünya ahvalinden ibret alalım. Bizlerden esirgenen haklarımızın geri alınmasına hep beraber, elbirliği kafa birliği ile atılalım. Bilmeliyiz ki haklar verilmez; ancak büyük bir gayret ve yorulmak bilmez bir mücadele ile elde edilir.”

Dr. Fazıl KÜÇÜK

 

“Dünya Barış Günü” olarak kabul edilen, 01 Eylül gününü geride bırakmış bulunuyoruz. Barış sözcüğü aslında gizemli bir sözcüktür. Bu güne ilişkin olarak kutlamalara katılanların genelde bu sözcüğün gizeminin ötesine geçerek ortamı gerdiklerine hep birlikte tanık oluyoruz. Barışı dünyada sağlamadan önce, kendi ülkemizde çözmemiz bu gerçeğe de inanmamız gerekmektedir. Bunun ötesinde yapılan bütün açıklamalarla söylemler boşlukta kalmaktadır. Dünya Barış Günü’nün kutlanmasının yanlış olduğunu kaydetmek istiyoruz. Ülkesel çıkarlarına koşut olarak ve egemenlik kurabilmek adına 50 milyonun üzerinde insanın öldürüldüğü 2. paylaşım savaşının başlatıldığı gün hiçbir zaman Barış günü olamaz, olmamalıdır da. Bu paylaşım savaşı sonrasında kendi isteklerini yeterince elde edemediklerine inananlar, şimdilerde düşük yoğunluklu çatışmalarla gelişmekte olan ülkelerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el koyabilmenin hesaplarını yapıyorlar. Bu hedefleri için de bütün olanaklarını acımasızca kullanıyorlar. Düşük yoğunluklu çatışmalar sonrasında yeterli payı koparamadıkları noktada çatışmaları savaş konumuna getiriyorlar. Hiç suçları ve kusurları yokmuş gibi davranarak BM’e koşarak Barış Gücü’nün görevlendirilmesi için oylama yapıyorlar. Bizler Kıbrıs’ta bu gerçeği yakın dönemde yaşamış bulunuyoruz. Adının Barış Gücü olmasının ötesinde hiçbir özelliği olmayan bu güç, aslında bol paralı bir güce dönüşmüştür. Sonrasında çatışmalar kesildi. Şimdilerde ise müzakere masalarında gerçeklerden uzak konuşmaları yapıyorlar. Bugüne değin yapılan bu tür görüşmelerden hiçbir zaman Barışa ulaşılmadığını kaydetmek, fazladan abartı değildir.

 

YENİ ÇATIŞMA VE SAVAŞ ORTAMI

 

Görüşmelerde sadece zaman kazanılıyor. Yeni çatışma ve savaş için ortamın oluşması bekleniyor. Beklenti sırasında da taraflar olabildiğince silahlanıyorlar. İsveç’te bulunan bir kurumun konuya ilişkin olarak yaptığı 2010 yılına ilişkin verilerine bakmak yeterlidir. Rakamlarla sizleri yormak istemiyoruz. En fazla silahı alan ülkelerin, komşuları ile düşük yoğunluklu çatışma yaşayan ülkeler olduğunu belirtmeliyiz. Silah satan ülkelerin başında ise günümüzde gelişmiş ülkeler diye tanımlanan BM Güvenlik Konseyi’nin sürekli üyeleri gelmektedir. Anadolu’da “Et de elinde bıçak da elinde kasap dilediği gibi etini keserek satar” diye veya buna yakın söylemin olduğu biliniyor. Özellikle son dönemde yaşadıklarımız bu gerçeklerle birebir örtüşmektedir. Gelişmekte olan ülkeler ise kasabın vereceği etle yetinmek durumunda kalıyorlar. 1990’lı yıllardan sonra BM Barış güçlerinin yeterli olmadığı yerlere NATO güçlerinin gönderildiği herkesçe biliniyor. Ülkemizin yakın çevresinde bu gerçeklerle yüzleşiyoruz. Bu nedenle çıkarların birincil önceliğe indirgendiği noktada Barış’a ulaşmak olanaksızdır. Hatta Kafdağı’nın arkasında bile bulup ulaşmak olanaksız ötesidir. Avrupalıların 400 yıl boyunca Türklerle savaştıkları biliniyor. Bu nedenle de Türk görüntüsünü barbarlık olarak tanımlıyorlar. Bütün dünyayı da bu söylemleri ile kandırmayı başardılar. Bu konumda olanların kurdukları şimdiki ismi AB olan kuruluşa Türkiye’yi almayacaklarının artık görülmesi gerekiyor. Siyasetçilerin bu konuda Kopenhag ölçütleri diyerek kabul ettikleri ölçütlerin daha ilerisi Anadolu’da yıllardan beri uygulanmaktadır. Bazı eksiklikleri de olabilir. Bunun karşılığının da AB’nin her söylediğini Amentü gibi kabul etmemek olmalıdır. Bizim onlardan değil onların bizlerden alacağı ders değil derslerinin olduğuna inanıyoruz. Savaşın ne demek olduğunu Anadolu’nun güzel insanları çok iyi bilmektedir. Oturdukları köylerindeki bütün erkeklerini ülkenin kurtuluş savaşı için göndermişlerdir. Erkeklerinin kanları ile sınırları çizilen Anadolu coğrafyasında Kastamonu ili Küre ilçesindeki bir köyün adı “Ersizler” köyüdür. Anadolu coğrafyasını ele geçirmek üzere çullanmalara, Yüce Atatürk’ün önderliğinde karşı duruş gösterildi. Bu duruşu gösterirken bütün dünyaya yine Yüce Atatürk’ün söylemi ile “Yurtta Barış, Dünyada Barış” diyerek seslendiler. Günümüzde bu ilkeden ders almayanlara, almak istemeyenlere yüksek sesle “Yurtta Barış, Dünyada Barış” çağrısını binlerce on binlerce kez yinelemek gerekiyor mu ne…

 

Sevgi ile kalınız…

 

Benzer Videolar