Başın Serüvencisi
“1963’ten 1974’e kadar bizden çaldıkları hak ve yetkileri kötüye kullanmak ve ‘meşru hükümetiz’ diyerek dünyayı kandırma oyunlarından vazgeçmelidir... Bu kez de aynı yolları denerlerse Türk tarafı masayı kati bir şekilde bırakmalıdır. Ya iyi niyetle insanca görüşme, ya da sahte bir hükümet görüntüsü içinde saldırıya devam! Rum liderliği artık yönünü çok iyi çizmelidir.”1980
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Mendil büyüklüğündeki ülkeyi yöneten siyasetçilerin adadaki çözüme ilişkin görüşmelerinin Ortodoks kilisesinin gölgesi altında yürüttüklerini duyma özürlü olanlar bile biliyor. Durum bu olunca elli yıla yaklaşan süreçte herhangi bir ilerlemenin olmadığını bilenler biliyor. Bilmeyenlerin de çözüm histerisine kapıldıklarından olacak koşulları görmezden geliyorlar. Bu türden yaklaşımların toplumda yer bulması da doğaldır. Doğal olmayan yarım asra yaklaşan uyuşmazlığın çözümü konusunda ortak bir noktada buluşamamış olmamızdır.
Öncelikle biz Kıbrıs Türkleri olarak adadaki konumumuzu net bir şekilde belirlemek durumundayız Rumların öne sürdükleri gibi “Adanın egemeni biziz. Bizim dediklerimizi kabul edin de anlaşalım” yaklaşımlarından geri adım atmadıkları gerçeğini de hep birlikte yaşıyoruz. Kıbrıs Türkleri olarak biz adada her türlü baskı ve şiddete karşı varlığımızı sürdürdük. “Biz adada kalıcıyız ve kalacağız” diyerek konumumuzu belirlemek durumundayız. Karşımızdaki unsurun her türlü yanıltıcı söylemler ve yalanlarla dünyayı yönlendirmelerine izin vermemek gibi bir yükümlülüğümüz, ortak noktamız olmalıdır diye düşünüyoruz. Zürih ve Londra anlaşmalarının imzalandığı günlerde bu anlaşmaları Türkiye’nin baskısı ile (açıkça tehditle diyorlar) imzaladıklarını söylüyorlardı. Böyle bir yaklaşım ve baskının olmadığını ortalık yerlere atanlarda biliyorlardı. Hatta o dönemin Başbakanı merhum Menderes’e acımasızca saldırdıkları unutulmamıştır.
ISITIP ISITIP SÜRÜYORLAR
Günümüzde de benzer oyun ve taktiklerini gündeme taşıyorlar. Maraş’ın geri verilmesi ve kayıplar konularını ısıtıp ısıtıp piyasaya sürüyorlar. Alithia gazetesinde yer alan haberde “Tüm Kıbrıs Beyan Edilmiş Esirler ve Kayıp Yakınları Örgütü”nün geçtiğimiz günlerde tanıtım etkinliği yapıldığı duyuruluyor. Etkinlikte konuşan mendil büyüklüğündeki ülkenin düş işleri affedersiniz Dışişleri Bakanı Bay Kasulides, oluşturulan ve çalışmalarına devam eden Otonom Kayıp Kişiler Komitesi’nin yaptığı uygulamaların yeterli olmadığına vurgu yapıyordu. Bay Kasulides; Türkiye’yi Kayıpların akıbetinin belirlenmesi için etkin bir araştırma yapılmasına ilişkin, uluslararası hukuk temelindeki sorumluluğundan kurtarmadığını ortalık yerlere bırakıyordu. Rum siyasetçilerin ve halkının genel içersinde böyle düşündükleri biliniyor. Kısa süre önce kendi aralarındaki çatışmalarda öldürülenlerin kamyonlara yüklenerek kimlik belirlemesi dahi yapılmadan gömüldüklerini içeren açıklamaları sizlerle paylaşmış bulunuyoruz. 2001 yılında bir Rum televizyon kanalında bir kadın salya sümük ağlıyordu. Yıllarca eşinin Türkiye’de esir olduğunun kendisine söylendiğini izleyenlerle paylaşıyordu. Ağlayan Rum kadının söylediği bir cümle belleğimizde canlılığını koruyor. “Eşimin öldürüldüğü bana söylenseydi o zaman 25 yaşında idim belki yeniden evlenebilirdim. Şimdi 50 yaşıma geldim beni kim alır?” diyordu.
MEKTUPÇU BULDULAR
Benzer yalanlarını Maraş bölgesi için söylüyorlar. Şimdilerde bir de mektupçu buldular. BM genel sekreterinin özel danışmanı Bay Aleksandr Dovner aracılığı ile görüşlerini dünya kamuoyuna mal etmeye çalışıyorlar. Benzer önerilerini Türk Dışişlerine de getiren Bay Dovner’e net yanıt verildi. Maraş konusunun Türkiye’nin gündeminde bulunmadığı, bunun ancak geniş içerikli bir çözümün parçası olarak ele alınabileceğini ve bütünlüklü çözümün parçası olduğu kaydediliyordu. Bay Aleksandr Dovner’i bir süre önce renkli kutularda yayımlanan tanıtımda olduğu gibi “getir götür İsmail”in durumuna düşürmüş oluyor mu ne?