Bayramları fırsat bilelim
Bayramlar, milletin katılımı ile kutlanan, her seviyeden insanın sevindirildiği ve yardımlaşma ile kardeşlik duygusunun en fazla hissedildiği günlerdir. İslamiyet’te de bir Ramazan ve bir de Kurban Bayramı vardır.
İslam geleneğinde bayram törenleri camilerde ve geniş alanlarda bayram namazından sonra başlar. Fatih Sultan Mehmet Han döneminde bayram için özel kanunname bile çıkarılmıştır. Belli kurallar çerçevesinde bu kutlamalar gerçekleştirilir. 2’nci Abdülhamit Han döneminde ve sonrasında kutlamalar daha sadeleştirilmiştir.
Bir yabancı gözüyle ki; Fransız Seyyahı Gerard De Nerval 1843’te ziyaret ettiği İstanbul’da Sultan Abdülmecit devrinde yaşadığı Ramazan Bayramı’nı şöyle tasvir eder:
“Bayram sabahı, güneş doğarken, gemilerden ve bütün hisarlardan atılan toplar şehri inletti. Binlerce minarelerden yükselen ezan sesleri her tarafa yankılandı. Merasim yeri Atmeydanı idi...
Meydanın bir yanında Sultanahmet Camii var. Padişah Abdülmecit hazretleri, bayram namazını kılmak için işte bu camiye gelecekti. Sabah, İstanbul, Üsküdar ve Pera’dan gelen, belki bir milyon insandan fazla olan muazzam bir kalabalık Sarayburnu’na kadar uzanan sahayı doldurdu. Kaldığım han buraya çok uzak olmadığı için, kalabalığa karışıp Atmeydanı’na kadar gidebildim. Ayasofya’yı dolanan yolda yapılan resmigeçit en az bir saat sürdü. Fakat kıyafetleri bir Frenk için hiç de merak uyandırıcı değildi. Çünkü başlarındaki kırmızı fesler bir yana bırakılırsa, hemen hemen bütün birlikler Avrupai tarzda giyinmişti. Paşaların üniforması, tıpkı bizimkiler gibi, dikiş yerlerinden altın yaldızlı tellerle süslüydü. Fakat her tarafta mavi redingotlar göze çarpıyordu.
MUHAFIZ BİRLİĞİ’NİN GEÇİŞİ
Beyoğlu’nda oturan Avrupalıların çoğu bu kalabalığa karışmıştı. Çünkü bayram günleri, diğer dinlerden olanlar da Müslümanlar’ın merasimine iştirak ederler, onlarda bayram yaparlar. İslami merasime kalben katılmayanlar için bile, bu bir bayramdı. Sultanın, Donizetti’nin kardeşi tarafından yönetilen Muzikay-ı Humayun’u çok güzel marşlar çalıyordu ve bu marşlar şark usulüne uygun olarak “unisson” şeklinde, yani çok çalgının bir ses oluşturması şeklinde icra ediliyordu. Resmi geçitin en ilgi çekici yanı, Muhafız Birliği’nin geçişi oldu. Bunların miğferleri uzun sorguçlarla süslüydü, ayrıca mavi panaşları vardı. İnsan onları seyrederken, Macbeth’deki gibi bir ormanın yürüdüğünü görür gibi oluyordu. Nihayet padişah geldi. Çok sade giyinmişti, yalnız sarığının üzerinde küçük bir elmas parlıyordu. Fakat bindiği atın eyer ve takımları altın ve elmaslar içindeydi, herkesin gözünü kamaştırıyordu. Peşinden gelen ve seyislerin idaresinde olan atların koşumları da aynı şekilde zengin süslerle pırıl pırıldı. Nazırlar, seraskerler, kazaskerler, ulema ve diğer yüksek dereceli memurlar, hükümdarın ardında yürüyüşe katıldılar. Daha sonra yeni birlikler geçti ve geçit sona erdi. Meydan, oyuncakçılarla, her çeşit yiyecek ve şerbet satanlarla doluydu... Çörekler, şekerli kaymaklar, kızartmalar ve halkın en çok yediği kebaplar pek boldu. Kızartmalar kalın ekmek dilimlerinin içine bol maydanoz ile birlikte konuyor ve bedava dağıtılıyordu. Parasını yüksek ve zengin şahsiyetler ödüyormuş. Ayrıca, herkes istediği eve girer, sofraya oturur ve ikram görür. Fakir, zengin bütün Müslümanlar, evlerine gelen insanların dini, ırkı, sosyal durumu ne olursa olsun, kendi varlık durumlarına göre ziyafet verirler, onları memnun etmeye çalışırlar. Bayramın ikinci ve üçüncü günleri şenlik devam ederdi.”
Bayram coşkuları dönem dönem farklı yaşansa da özünde birlik ve beraberlik gösterisi vardı. Ne kadar özlemişiz o birliktelikleri. Milletimizin Anadolu’dan Balkanlar’a uzanan o birlikteliğini bayramların yaşattığını anlarsak bu özel günlere sıkı sıkıya sarılmamız gerektiğini, fırsat olduğunu bir defa daha vurgulayarak bütün okuyucularımızın Ramazan Bayramı’nı tebrik ederim.