Benim Sadık Sarılar yarim, kara topraktır..

Gidiyorlar... Kış fırtınalarına dayanamayan son hazan yaprakları gibi toprağa düşüyorlar birer birer... Büyük nüfus mübadelesinin son tanıkları, arkalarında koskocaman bir boşluk bırakarak ayrılıyorlar aramızdan. Yılbaşı arefesinde toprağa verdiğimiz Çırakmanlı Sadık Sarılar da işte o son hazan yapraklarından birisiydi. Bütün ömrünü öğrenerek ve öğreterek geçiren, yaşamayı seven, çalışkan, hayat dolu bir ihtiyar delikanlıydı o...

Mübadelenin 87. yıldönümü etkinliklerinde denize karanfil bırakmak için ocak ayının otuzunda, herkesten önce o koşmuştu sahile... Torunu yaşındaki birçok gamsız, soğuk havayı bahane edip katılmazken Sadık Sarılar Amca en öndeydi...

Birçok sözde kalender mübadil “Dernektekiler benim ayağıma gelsinler” diye hava basarken, Sadık Sarılar 90 senenin yorgunluğuna rağmen koşa koşa katılırdı Samsun Mübadele Derneği’nin etkinliklerine. Sağ cebinde akrep, sol cebinde kobra yılanı ile gezen “Muhacir Mahallesi’nin kimi akçalı adamlarının” aksine, aidatlarını hiç aksatmadan öderdi. Mübadele üzerine kim gelse, üşenmeden bütün bildiklerini saatlerce anlatırdı. Ne zaman onunla oturup mübadeleyi konuşsam, her defasında yeni bir detay öğrenirdim kendisinden.

Beni bir ziyaretinde, göçten önceki gün mezarlıkları ziyaret ettiklerini hayal meyal hatırladığını anlatmıştı. “Lisanı üslupla bizi bırakıp nereye gidiyorsunuz diyorlardı sanki” demişti hüzün içinde.

 

KARANLIK GECE

 

"O gece her taraf karanlıktı. Komşular dışarıya çıkmıyorlardı. Biz de eşyalarımızı balyalamış sabaha kadar uyumadan bekleştik, sabah olunca mekkaseler (dönemin at ya da katırlardan oluşan nakliye aracı) ile hareket ettik. Virajdan dönerken kar sepeliyordu, dönüp baktık, anılar gözümüzün önünden geçti...”

1920 yılında kucağında doğduğu Kavala ili, Sarışaban nahiyesi, Muratlı köyünden ayrılışını işte böyle özetlemişti bana Sadık Amca...

Tarih kitaplarında çoğunlukla kuru ve soğuk bilgiler bulursunuz. İnsanca detayları yakalamak için yine insandan dinlemek gerekir tarihi...

Mesela, mübadele olayını yaşayan küçücük bir çocuk neler yaşamıştır acaba, hiç düşündünüz mü? Ben bu sorunun cevabına ilişkin izleri de Sadık Amca ile yaptığımız mübadele sohbetlerinden yakalamıştım.

“Çok sevdiğim bir köpeğimiz vardı. Adı Karabaştı. Henüz yavru sayılırdı. Onu bırakmamız gerektiğini söylediler ayrılırken. Bir parça kuru ekmek bıraktık, açlıktan ölmesin diye. Ama o bizi takip etmeyi tercih etti. Alışıktık çok birbirimize. Kavala Limanı’ndan gemilere eşyaları kayıklarla yüklediler. Karabaş da kayıkların arasında bizim gibi bekleşip duruyordu. Sıra bize gelince beni kucaklayıp aldılar kayıklara; sonra ne oldu bilmem o karışıklıkta karabaş kayıp olmuş. Gemiye binince anladım, onun bizlen gelmediğini.”

 

Bölgenin en saygın sülalelerinden birisi olan Alcenler (Alicanlar) ailesinin en yaşlı üyesi Sadık Sarılar, ömrünün son gününe kadar üretmek için çaba gösterdi. Ondokuzmayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Büyükşehir Belediyesi Yerel Gündem 21 sekreterliği, Yerel Tarih Grubu gibi birçok kuruluşla ilişkilerini yaşatmaya çalıştı. O kadar hayat doluydu ki son yıllarda kendisine musallat olmaya kalkan kanser illeti, ona teğet bile geçemedi. Gencecik insanların yenemediği o belalı hastalığı yaşama iradesinin yardımıyla yıktı geçti. Ancak doksan bir senenin yorgunluğuna dayanamayan kalbi, onun bu hızına yetişemeyince kendisini aniden kaybettik. Allah, ona gani gani rahmet etsin. İnşallah ardında bıraktığı o büyük emaneti yaşatmayı başarabiliriz...

Işıklar içinde uyu Sadık Aga...

 

İKİ DİL MESELESİ

 

Türkiye gerçekten zor bir dönemden geçiyor. Bir yandan milli menfaatler, öte yandan incecik siyaset kavgaları ve bu durumdan yararlanmak için fırsat kollayan ayrılıkçı unsurlar. Son günlerde tutturdular iki dil diye bir kavram, gidiyor...

Biz mübadiller, sadece 3 nesil önce çok dilli bir coğrafyada yaşıyor olmamız nedeniyle bu ana dil tartışmalarına farklı açılardan yaklaşabiliyoruz. Bizim dedelerimiz büyük ekseriyetle tek dil olarak Türkçe konuşuyorlardı ama Rumca, Bulgarca, Pomakça, Sırpça, Makedonca ve Arnavutça gibi birçok ana dille konuşan komşulara sahiplerdi. Açıkçası öteki komşuların tamamı ana dillerinin yanı sıra Türkçe de konuşabildiklerinden bizimkilerin dil öğrenmeye pek ihtiyaçları da yoktu. Bu birikimlerimize dayanarak söyleyebiliriz ki:

İnsanların aile içinde, sokakta, kahvede, konser salonlarında, lokantada, tatilde kendi ana dilini kullanmalarından kimse korkmasın. Kendi ana dilinde türkü dinlemek, futbol maçı izlemek, kitap yazıp okumaktan zarar gelmez. Hatta kendi ana dilini unutmuş olup da yeniden öğrenmek isteyenlerin kurslara gidip öğrenmek istemelerinden de ürkmenin manası yok. Lakin iki dille ilgili taleplerin ardında hiç de iyi niyetli olmayan bir takım çevreler olduğunu asla göz ardı etmemek lazım. Bu konuda kırmızı çizginin çekileceği hat, eğitim dili ve resmi dil olarak Türkçe’den başka bir dil kullanılmasına kesinlikle müsaade edilmemesidir. Eğer bu noktada bir uzlaşma sağlanacak ve senelerdir devam eden bölücü terör bir daha ortaya çıkmamak üzere sona erecekse bundan sevinç duymak lazım. Aksini düşünmek bile istemiyorum; inşallah bizim yerimize düşünenler vardır!

 

 

 

Benzer Videolar