Bir Musibet, Bin Nasihat (1)
Adnan FİŞENK
Yazımın başlığı olan ''Bir Musibet, Bin Nasihattan iyidir'' Ata sözü sanki günümüzün bir özeti gibidir, Geçmiş zamanlarda insanların kendi elleri ile yaptıkları kötülüklerin karşılığı olarak, azaba uğratıldıkları gibi günümüzde de Corona veya diğer adı ile Covid - 19 laneti gibi insanlık kendi yaptıkları kötülüklerin faturasını mı ödüyor, bu lanet ister insan eliyle, ister komplo teorileri ile, ister biyolojik savaş oyunları ile, ister 5G yakıştırması ile, veya şununla bununla olsun, bu Allah'ın laneti tüm hızıyla dünyaya yayılmaya ve can almaya hız kesmeden devam ediyor. Üstelik o süper güç, bu fakir güçsüz ülke tanımadan, dolayısıyla milenyum çağında teknolojinin tavan yaptığı bir zamanda, Uzay yarışlarının tüm hızıyla devam ettiği, Nükleer silahların, yapay zekanın prim yaptığı şu günlerde, basit bir virüs ortalığı kasıp kavurmaya devam ediyor, Üstelik tüm güç gösterisinde bulunan Süper güç dediğimiz devletleri de önüne katarak yerle bir ediyor. Bu güç gösterisinde bulunan süper güçlü devletler ve insanlık çaresiz ve acz içinde kıvranıyor.
İşte tam bu noktada ''Bir Musibet, Bin Nasihattan iyidir.'' Atasözü geldi, bu kelamı doğrularcasına dünya gündemine oturdu.
İnsanlığa gelen bir bela sonrası, İnsanlara verilen öğütler ve nasihatler ne hikmetse tarih boyunca İnsanlar tarafından kulak ardı edildi. İnsanlar başları sıkıştığı anda bir çıkmazla karşı karşıya kaldıklarında o zamana kadar inanmadıkları Allah'a ve gücüne hemen inanırlar, bela başlarından gidince de, nedendir bilinmez ama başlarına gelenden bir ders alma yerine geleni artık önemsemezler, inandıkları değer yargılarını da boşlarlar. Önemsiz gibi gözüken bu nasihatler aslında o kadar kıymetlidir ki, Fakat Kavimler, Milletler, Halklar, kişiler bunun farkına varmaz. Bunu anlamaları için illaki kötü bir duruma düşmeleri başlarına baş edemeyecekleri bir bela gelmese gerekir. Nitekim başlarına bir bela geldiğinde de onlarda bunu tecrübe ettiklerinde kendinden sonrakilere bunları aktarırlar. Fakat aktardıkları insanlarda bunu kulak ardı eder ve onlarda aynı şekilde başlarına kötü durum geldiğinde, kötü durumu tecrübe ederek bedelini ağır ödeyerek, böyle bir devir daimi devam ettirirler. Bu durum bu şekilde süregelir gider ve İnsanlık bu şekilde tarih tekerrürden ibarettir şekliyle devam ederken bir bakmışsınız evrenin sahibi biranda kainat yaşamının fişini çektiği zaman olan olmuş, bize ait sandıklarımızın hiçbirinin bize ait olmadığı, yaşamında bir sonu olduğu gerçeği ile yüzleşilmiş olunur. Artık hiçbirşeyin tekrarı da olmayacaktır.
Tüm gönderilen peygamberler aracılığı ile ve Semavi kitaplarda Kuranı Kerimde her millet, her halk, her kavim için dünyada belirli bir yaşama süresi olduğu zaten öteden beri bildirilmektedir. Bu zaman geldiği anda, geri bırakılmaz ve ertelenmez diye ikaz edilir. Dünya üzerinde yaşamış olan kavimlerin helak edilmeleri, işledikleri şirk, küfür, isyan ve zulüm gibi günahları sebebiyle olduğu bildirilir. Allah kullarına asla zulmetmez, insanlar kendi yaptıklarından dolayı kendilerine zulüm ederler diye ikaz edilir.
Geçmiş kavimlerin kıssalarında insanlar için ibretler ve öğütler vardır. Helak edilen kavimlerin kıssaları da böyledir. Tarihi süreçte zaman zaman yolunu şaşıran kavimlere, milletlere, insanoğluna Allah Teâlâ tarafından çeşitli rasüller ve nebiler tekrar doğru yollarını bulmaları için gönderilmiştir.
Kıssaların, özellikle de yoğun olarak birey ve toplumların Allah Teâlâ’nın gazabına uğramalarını anlatan sahnelerinin Kur’ân-ı Kerim’de bu kadar çok yer alması, azgınlaştığında başına gelebilecekleri önceden bilip, muhtemel bu yakın tehlikeden, insanın kendisini korumasını sağlamak içindir. Bu yönüyle gazap konusunu içeren pasajlar, “ilahi uyarı ve ikaz” niteliği taşıyan Kur’ân-ı Kerim’in en önemli bölümleridir. Nitekim ilk muhatapları için de aynı işlevi görmüş, bundan sonra da benzer işlevi görmeye devam edecektir.
Kıyamete kadar yaşayacak tüm insanlar içerisinde “Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarına karşı gelen, küfür ve şirkte, zulüm ve azgınlıkta ısrar eden toplumların sonunun, önceki milletlerin akıbetinden farklı olmayacağı" bu pasajların ana temasıdır.
Kâinattaki en dehşetli felaketi oluşturan gazap ve gazabın sonucu olan azapla helak, Yaratıcı’nın insanlık tarihi boyunca çok az uyguladığı ve insanlar tarafından şartları oluşturulduğu takdirde, her defasında yeniden tekrar edecek bir ilahi kanun (sünnetullah)dur.
Herhangi bir şahıs ya da bir toplumun ilahi gazaba uğraması, uzun bir değişim sürecinin oluşmasıyla gerçekleşir. Bu süreç içerisinde Yaratıcı tarafından inkârcı azgınlara değişik ihtarlar gönderilir. Bu ihtarlar, Allah Teâlâ’ya olan isyan ve özellikle de Allah Teâlâ ile kendince savaş halindeki birey ve toplumlara, büyük bir felaketin yolda olduğu haberini iletir. Gerekli mesajı alıp, dinî mukaddesatla savaşmaktan vazgeçen ve hâşâ ilahlık iddiasında bulunmaktan, bozgunculuk ve zulüm yapmaktan sakınan kimseler, ilahi kanun gereği kendilerini gazaptan korumuş olurlar.
Ancak ihtar şeklinde gelen türlü türlü felaketler ve cezalara rağmen, hala inkârcılıkta direten, ilahi değerlerle çatışmaktan vazgeçmeyen, hayattaki yaşam gayesini dinî değerlerle savaşmaya adayan iflah olmaz inkârcılar, Allah Teâlâ’nın gazabını üzerlerine çeker ve ilahi bir cezayla cezalandırılarak bu dünyada yok edilirler.
Önceki inkârcılara gönderilen yerden ve gökten gelen azap şekilleri, kıyamete kadarki süreçte, Allah Teâlâ’nın istediği her zaman ve zeminde meydana getirilebileceği bir gerçek olarak kalmaya devam edecektir:
“De ki: Allah ’ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeye ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter.” (En’âm 6/65)
Allah'ı, peygamberlerini ve âyetleri inkâr, Allah'a ortaklar koşma, isyan ve zulüm helak edilen kavimlerin ortak özellikleridir.
"Halkı zulmetmekteyken helak ettiğimiz, böylece duvarları, çökmüş çatılarının üzerine yıkılmış nice memleketler, nice kullanılmaz kuyular, nice muhteşem saraylar vardır." ( Hac, 22/45)
Devam edecek