Bir Ressamın gözünden Üsküp
Buraya kadar nasıl bir hayranlıkla geldim hangi yolları geçtim diye düşünüyorum, aklıma gelen her şeyde bir heykel gizli. Aman Allah'ım bir şehirde bu kadar sanat eseri heykel adım başımı olur. Sanki bir karnavala çıkmışçasına sıralanmışlar kulaç arşını. Büyük İskender’in atı şahlanıyor derken, yanı başında iki sevgili kucaklaşıyor. Tam oradan gözünüzü kaydırdığınızda dini bir heykelin suretinde kayboluyorsunuz Vardar’ın büyüsü ile harman. Sonra sokak çalgıcıları dans ediyor. İki bayan selam veriyor alışveriş merkezinin önünde moda kataloglarından fırlamışçasına. Binaların bile koynuna gizlenen küçük heykelleri bulma oyununa kaptırmışken kendimi işte buradayım. Altımda deli deli Vardar suları akıyor. Bende ise bir buruk özlem, bir sevda canlanıyor. Ciğerlerime Osmanlı kokusu doluyor.
“ Bu yerlerde taşın dibinde gül biterdi”
diye bir dize geçiyor aklımdan, beni hatırla ve al oku der edasında
Ne zaman buraya gelsem böyle bir hal alır huyum bir hüzün sarar dilimden hemen bu mısra dökülür. Şairliğim dile gelir. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nden (taş köprü ) Vardar sularına kaptırırken düşüncelerimi iç geçiririm. İki şair aklıma gelir ve dizeleri. Birisi büyük usta Yahya Kemal Beyatlı…
Kayıp Şehir adlı şiirinde bursa ile özleştirdiği Üsküp dizeleri geçer aklımdan
Üsküp ki Yıldırım Beyazıt Han diyarıdır,
Evlad-ı Fatihan onun yadigârıdır.
Firuze kubbelerle bizim şehrimizdi o;
Yalnız bizimdi, çehre ve ruhiyle bizdi o.
Üsküp ki Şar Dağ’ında devamıydı Bursa'nın.
Bir lale bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.
Rumeli’de yorgun bir gramofon çalar
Sen hicaz faslında bekleyip durursun
Kurtlar sofrasında bir dilim soğan ve tuz
Ve geçmişin mumları yanar Bizans kiliselerinde
Sonra bir ezan sesini Kosova ovasından
Kovulmuş rüzgârlar getirir
Gelen atın üstünde o muydu yoksa?
Yoksa ıhlamur ağaçlarına konan kuşlar mıydı?
Ağır aksak bir tambur taksimi ile
Vardar sularında Yahya Kemal dizeleri akıntıya kapılır.
Bitpazarında fesime püskül bulurum
Saatime köstek yokmuş diyor kunduracı Sülo
Bir zamanlar
Ah bir zamanlar…
Bu yerlerde
Taşın dibinde gül biterdi
Ölüye ağıt geline türkü yakılırdı
Şimdi
Rumeli’de yorgun bir gramofon çalar
Sen hicaz faslında bekleyip durursun
Yahya Kemal, Aşık Çelebi, Hoca Tahsin, Arnavut Abdi Paşa ve Mustafa Kemal Atatürk'ün dedesi Hakkı Efendi gibi büyük şahsiyetlerin çıktığı Üsküp için Yahya Kemal “Fatih devrinin evliya mezarlığı” tanımını kullanıyor.
BİTPAZARI ÇAĞRIŞIYOR
Bitpazarı çağrışıyor düşüncelerimde bir anda acıkmamın çağrısı mı acaba. Ama ayrılamıyorum köprüden. Çünkü 1963 yılında meydana gelen büyük depremle yüzde 80’i tamamen yıkılan Üsküp’te ayakta kalan ender yapılardan birisi olma özelliğini taşıyor. Taş Köprü 15. yüzyılda inşa edilmiş. Sultan I. Murat döneminde yapılan 13 gözlü, eşsiz bir mimari yapı. Balkanlar’da küçük bir kasaba bile düşünemezsiniz ki tam ortasından bir su geçmesin. Üsküp'ün can damarı da Vardar Nehri. Üzerindeki zarif taş köprü ise beş yüz küsur yıldır iki yakadaki insanların birbirine kavuşmasını sağlıyor. Türk medeniyetinin Balkanlar'daki en güzel örneklerinden biri olan bu şaheser, başından geçen onca felakete, tanıklık ettiği acı tatlı binlerce olaya rağmen zamana direnmeye devam ediyor. Her ne kadar ufak tefek kayıpları olmuşsa da, meselâ tam ortasında yer alan kitabenin bir bölümü tahrip edilmişse de görevini dimdik özlerine yakışır şekilde mağrurca aksatmadan sürdürüyor. Gözüm aşağıdaki modernleştirme görüntüsüne takılıyor ve kendi kendime diyorum ki bu toprak sanat kokuyor. Eski ve yeni bu kadar mı güzel bağdaştırılır. Bir yanda beş yüzyıllık köprü, hemen ayaklarının dibinde Vardar sularında yüzen insan heykelleri… Ah bu şiirler ve heykeller bitirdi bugün beni.
MEŞHUR KÖFTELERİN TADI
Artık yavaş yavaş eski çarşıya doğru yol alıp meşhur köftelerin tadına bakma arzusundayım. Yoksa önce biraz Türk kahvelerinde duraklayıp mis Türk kahvesi kokusunu mu çeksem ciğerlerime. Evet, en iyisi ben kahvemi içeyim. Adım adım arşınlıyorum yolları hala hayranlıkla heykellerde kalan gözlerimi kementle sıkıca bağlayıp çekerek. Yolda camilere rastlıyorum. Üsküp'te bugün ayakta kalmış 16 cami var. Bunların hemen hemen hepsi Türk mimarlık tarihi bakımından önemli eserler. Eski çarşı (Üsküp Çarşısı) Anadolu'daki tarihi dokuya sahip benzer kentlerin çarşılarını andırıyor. Tek katlı dükkânlar, demirciler, bakırcılar, yorgancılar, gibi adlarla anılan çarşı ile hanlar, hamamlar hepsi yerli yerinde. Bunların bir kısmı eski işlevlerini yitirmiş bile olsa tanıdık bir mekânın tamamlayıcısı olarak ayaktalar Ara sokaklar birbirini takip eden beyaz binalardan oluşuyor; binaların duvarlarından çiçekler sarkıyor. Dükkânların önünden geçerken kulaklarımda Balkan türküleri, burnumda ise börekçilerden yayılan mis gibi Arnavut Böreği kokuları. Çarşının ortasındaki eski caminin çeşmesinde de soluklanıyorum. Bir grupta buradan su içiyorlar İstanbul'dan gelmişler ve bütün Makedonya'yı motorları ile dolaşıyorlar. Keyiflice havayı soluyorlar. Ayaküstü biraz sohbet ettikten sonra herkes yol güzergâhına koyuluyor. Çarşının içerisinde yer alan kurşunlu han, sulu han, Davut Paşa Hamamı ise restore edilerek ve resim sergi salonu olarak kullanıma açılmış durumda. Koca bir çınar ağacının dibinde bulunan Türk kahvesine ulaşıyorum. Ve yorgunluğumu salarak oturduğum koltuğa yığılıyorum. Biraz evvel dizelere takılan hüznümü biraz dağıtmak hayali ile kahvemden yudumlarken Evliya Çelebi giriyor düşüncelerime… Ömrünün 50 yılını at sırtında geçirdiği için mi? Döneminin zor şartlarında, her gittiği yerde sadece iki üç gün kaldığı halde, adım attığı her şehrin mimarisinden yaşama üslubuna kadar her şeyi ince ince yazdığı için mi bilmiyorum ama evliya çelebi seyahatnamesinde XVII. yy Üsküp'e geldiğinde
“İlk olarak göze çarpan Sultan Murat yakınında bulunan ve minareyi andıran bir Saat Kulesi var. Saatin sesleri uzaklara kadar (bir günlük yürüyüşle kıyaslıyor) işitiliyor.” dediğinden mi diye muhakeme yapıyorum. Ben böyle dalıp giderken kaç zaman akmış bilmiyorum ama epey ilerlemiş saat. Yavaş yavaş dükkânlar kapanıyor eski çarşıda. Hemen yerimden fırladığım gibi bitpazarında alıyorum soluğumu. Canım meyve çekiyor çünkü. Elmalarımı aldıktan sonra hava iyice kararmadan. Kaleye doğru gitmek istiyorum. Bu şehri birde yukarıdan görmek. Hüznün çöktüğü havayı bütünü ile sarmalamak istiyorum fütursuzca. Şehri tam anlamıyla görebilmek, gün batımını da yakalamak için ideal. Vardar’ın iki yakasında düz bir alana yerleşen Üsküp'ün kalesi, benzer kaleler gibi kente bir kartal yuvasını andıran bir tepeden bakıyor. Üsküp'e hâkim olan farklı uygarlıkların izlerini taşıyan kale, heybetli duvarları, yüksek burçları ve geniş kanatlı kapılarıyla uzun bir geçmişi yansıtıyor. Üsküp, çeşitli yolların kavşak noktasında yer alan ' tarihi bir kent olarak iktisadi bakımdan da önemli bir merkez. Tam gün batımında çıktığım kalede karşıma çıkan dev bir haç oluyor. "Minareler şehrin her yanından görülüyor. Buna karşı biz de her yerden görülebilecek dev bir haç dikelim" fikriyle Makedonya yönetiminin dağ başında yaptırdığı haç, camilere karşı duyulan kompleksi gözler önüne seriyor. Makedonya Cumhuriyeti, ekonomisinin darboğazda olduğu bir sırada, 2001 yılında; çoğu Makedon'un kentteki etnik kutuplaşmayı artıracağı endişesi ile karşı çıkmasına rağmen, Üsküp'ün ufkuna dev bir haç yerleştiriyor. Avrupa Birliği'nden alınan krediyle; Vodno Dağı'nın tepesine, yaklaşık 70 metre yüksekliğe, 46 metre kanat genişliğine sahip ezici bir haç dikiyor. Geceleri ışıklandırılan haç şehre ışık veren bir neon lamba gibi parlıyor. Ve buda ibadetten öte güzel bir sanat eseri bir ışık oyununu çağrıştırıyor bana. Diyorum ki modern sanat bir heykel daha dikmiş Üsküp'ün küf kokan sandıklarına, o hüznü heykelleri ile canlandırmaya çalışıyor şehir kanımca. Heykeller hayranlık uyandırsa da bende boş diyorum sessizce boş. Her santimetre toprakta Rumeli kokuyor Osmanlı kokuyor bir değil binlerce haç dikilse yine de boş. Aşağıda bir yılan gibi kıvrılan Vardar’a baktıkça şairlerin dizelerinden hala Osmanlı ezgileri yayılırken, evlerden balkan türküleri kulaklarımıza ninni, dilimize pelesenk olurken ve bu şehir Osmanlı kokarken Arnavut kaldırımlarda, Şar Dağı’nın eteklerinden. Daha çok şiire konu, hala camilerinde dualar edilirken daha çok destan olur bu şehir. Bu şehirde öyle bir sır vardır ki hiçbir edebiyatçı çözemez istemeden yazdırır bir bir satırları, sokaklarında uçan halı dolaştırırken sizi, siz mırıldanmaya başlarsınız dizeleri. Sanırım bende yazacağım Üsküp şiirimi yeni çıkacak şiir kitabıma ithafen;
Yalnız gezdiğim Arnavut kaldırımına
Hüznümü serersem
Vardar sularında yıkarsam özlemimi
Şar dağından gelen kokunu
Beklemezse bu gövde
Gamzelerim silikleşirse
Osmanlı duvarların ekseninde
Buram buram Rumeli kokan sevdam
Çağırırsa beni bir gece
Işıkların valsında
Yaşanan acıların ağırlığı
Sokaklara yaftalanırken
Güneş yalarsa taş eşiklerini sofalarımın
Yinede gülümserim.
Bilirim sen ışırsın
Portakal renkli güneşlerde
Üsküp’te
ELVİN ÖZTÜRK