Hayata bağlılığı onu fotoğraf sanatçılığında dinlendiriyor her demi objektiften bakarcasına yaşıyor hayatı, gülüşüne nice deklanşör klikleri işliyor. Olmuşluğu ve dinginliği ile de size farklı bir huzur veriyor. Kim mi? Nereden mi sesleniyor bize… Saraybosna‘dan Mensura Jahic…
FATMA ELVİN ÖZTÜRK
Geziler, yollar, karmaşalar, manzaralar yetmiyor dolaş dolaş nereye kadar diyesin geliyor bazen, bir sandalyeye çömüp te düşünesin düşündükçe de kendini bulasın geliyor. Yaşamı sırtlıyorsun da ne fayda bazen yük hafif, bazen de ağır geliyor. Bazen bir şiirin dizeleri gibi akıyor hayat bazense ağır bir romanın sayfalarında gibi geçmek bitmek bilmiyor, işte böyle günlerin arifesinde daha yeni döndüm Karadağ’dan. Manzaraya doydum resmen, Bizde yoktur sonbahar ya yazdır ya kış biz İzmirliler bilmeyiz ağaçların hüzün damlalarını, düşmez pınarlarından sarıdan çalan kavuniçi de duran yapraklar. Hele o yaprakların üzerinde yürüyemeyiz o güzelim sesleri dinleyemeyiz. Her bir kurumuş yaprağın çıkardığı o inlemeleri haykırışları duyamayız. Yok ki biz de, Doyasıya yürüdüm, çocuklar gibi şen oradan oraya savurdum yaprakları içlerinde gezindim kâh oturdum kâh binlerce fotoğraf çektim. Biraz gölden biraz ormandan depderin kareler yakaladım, yakaladım lakin de. Dijital fotoğrafçılığın hüsranındayım yine, hayatımızı kolaylaştırdı evet, binlerce fotoğraf çekiyoruz evet, ama yinede o dokuyu bulamıyorum ben film bitecek korkusu ile daha özenli fotoğraf çekişlerimizi, bütün sahneyi tezahür edipte ondan sonra deklanşör ile kavuşan parmaklarımızı. Geri döndüğümüzde acaba ne çıkacak heyecanında karanlık oda titreyişlerimizi, o sihirli kokuları. Hasan amcamın işte evlat yakalamışsın bu sanat fotoğrafı devam çalışmaya deyişlerini özlemiyor değilim. Bir dönem Hasan üstadın stüdyosundan çıkmaz, deklanşörden ayrılmaz olmuştum. Lakin erbabı değilim farklı bir tutku çünkü ben suyun öbür yakasındayım resimde, şiirde metinde rutinde duraklarım yani, fotoğrafın coşkusu hareketi yok bende, ben sakin sakin resmederken tablolarımı yanında kahvemi içmeli bazen iki üç çikolata katmalıyım damağıma. O coşku ve kıpırtı yok benim ruhumda o ışığı an da yakalayıp deklanşörden beyaz sayfalara taşıyacak anlık kıpırtı yok bende. Ayrı bir ruh hali ister fotoğraf sanatçılığı, arkadaşlarımla yaşadıkça onları gözlemledikçe daha da iyi anlıyorum…
FOTOĞRAF VE FOTOĞRAF SANATÇILIĞI KAVRAMI
Aslında fotoğraf ve fotoğraf sanatçılığı kavramlarını irdelemek istiyorum beraberce. Gözünüzle görebildiğiniz her şeyi, ışık ve kimyasal maddeler vasıtasıyla önce ışığa duyarlı filme, oradan da karanlık odada bir takım kimyasal işlemler sonucu özel kâğıt vb. maddelerin üzerine aktarılması ( ya da şimdiki gibi dijital ortamlarda aynı işlemelerin gerçekleştirilmesi )sonucu oluşan görüntülerin tümüne verilen isimdir. Photos Yunanca ışık anlamına gelirken, Graphes yazı anlamına gelir. Yani fotoğraf ışıkla yazmak olarak da adlandırabilir. Ne güzel bir tanım ışıkla yazmak, Hayatı ışıkla yazdım, seni ışıkla yazdım. Yüreğimdekini deklanşörümde ışıkla yazdım… Birçok yazıya şiire konu olur sadece bir fotoğraf, hem kendi hem de tanımı… XIX. yy’ın ikinci yarısından sonraki teknik gelişmeler, fotoğrafçılığa sanatsal bir nitelik kazandırmaktadır. Birçok sanatçı ve bilim adamının katkısıyla çok ayrıntılı bir teknik oluşturularak, öteden beri bir anlatım aracı olması, olayları tam bir nesnellikle saptayabilmesi ve
sanatçının kişisel yorum anlayışı ile dünya görüşünün buna katılması ile fotoğrafçılığa sanatsal ve öznel bir nitelik eklendi diye düşünüyorum.
TÜRKİYE’DE İLK FOTOĞRAF SERGİSİ
Özellikle çağımızda grafik boyutlar içinde değerlendirilip yorumlanması reklâm fotoğrafçılığında bir aşamayı sağladığı kadar günümüz
resim ve grafik
sanatlarına da yeni eğilimler ve olanaklar getirdiğini söylemek mümkün 1920 yıllarından sonra gelişen
sanat fotoğrafçılığından, Man Ray, Brassai Andre Ker-tesz, Eli Lotar, Rene Zuber, Daniel Maselet Makoly-Nagl, Steichen, Yusuf Karsh, Andre Kertesz’in katkıları anılmalıdır. Türkiye’de ilk
fotoğraf sergisinin Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde 1932 yılında açıldığı ve ilk
fotoğraf öğretimi de bu kuruluşun resim bölümünde başladığını da söylemek gerekir düşüncesindeyim. 1947 yılında Devlet Tatbiki
Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda
fotoğraf dersleri, 1962′de de Güzel Sanatlar Akademisi’nde
fotoğraf atölyesi kurularak fotoğraf üzerinde gelişmeler gün be gün sağlandı. Son yıllarda ise fotoğrafçılık konusunda birçok yayınlar, fotoğraf kulüpleri, sergiler, dia gösterileri ve çok sayıda profesyonel ve amatör sanatçının çabasıyla sanat fotoğrafçılığında büyük bir ilgi ve canlılık görüldü.
Şinasi Barutçu, Baha Gelenbevi, Ara Güler, Şakir Eczacıbaşı, Gültekin Çizgen, Fikret Otyam, Ersin Alok, Sami Güner, Güler Ertan, Selmin Başak, Mehmet Bayhan, Isa Çelik, bu konuda etkinlik gösteren
fotoğrafçılarımız arasında sayılmalıdır.
ÜSTAT ARA GÜLER
“ Oysa benim için fotoğraf çekmek içimde hissettiğim dünyayı çekmektir” der üstat Ara Güler. Siyah beyaz fotoğraflar ne yalan söyleyeyim daha da bir heyecanlandırıyor beni, eskiye özlemi mi yoksa renklerin aldatıcılığından kaçmak mı bilemem ama sanki farklı bir arayış var içerisinde, tüm sadeliği gözler önüne seren farklı bir direniş var siyah beyaz fotoğraflarda… Aslında
Gösteren ve gösterilen arasındaki ilişkide fotoğraf kadar görünmesi zor olan başka bir sanat dalı yoktur
demek te
mümkün mü acaba? Fotoğraf en temel özüne indirgendiğinde teknik bir olanaktır aslında, tıpkı bir yüzeye ucunda boya olan bir fırça sürtmenin bir teknik olanak olduğu gibi. Sanatsal bağlamda kullanılabildiğinde ortaya çıkan ürünler de sanat değeri taşımaktadır maalesef, tıpkı ucunda boya olan fırçasını tuvale sürten birbirinden değerli ressamların yapıtlarının sanatsal değer taşıdığı gibi veya yırtık gazete kâğıtlarının, naylon poşetlerin, süslemelerin, atıkların, kumların, taşların sanatsal bağlamda kullanıldığında sanat değeri taşıyabileceği gibi. Zanaatsal bir yetinin sergilendiği fotoğraf ürünleri ise elbette zanaattır; tıpkı ucunda boya olan fırçasını kâğıda sürten çocuğun yapıtları gibi. Sadece pratik amaçlarla çekilen fotoğraf, mesela vesikalıklar veya anı fotoğrafları ise sadece belge olarak veya herhangi bir gündelik nesne olarak iş görebilir; tıpkı duvar ustasının boyadığı ev duvarları gibi.
TARTIŞILMAYAN KONU
Demek ki adına "fotoğraf" denebilecek tek ve ayrılmaz bir etkinlik alanı yoktur ve dolayısıyla "fotoğraf sanat mıdır?" tartışılabilir bir soru değildir bence. Fotoğraf sanat veya başka bir şey olmak zorunda da değildir; fotoğraf bir teknik imkândır. Onunla sanat da yapabilirsiniz, duvar da süsleyebilirsiniz, pasaportunuza da yapıştırabilirsiniz, anılarınızı da dondurabilirsiniz, kendinizi de bulabilir hatta kaybedebilirsiniz de… O kadar çok türü var ki, nerden başlasan nasıl bitirsen sonlanmıyor maazallah, sanırım işte bu her şeyden birazcık katan ve enerjisi ile harmanlayıp karşımıza çıkan kişilerde bu işlerin üstatları oluyor. Nerden nereye Balkanların seslerini renklerini dizelerini konuk ederken satırlarımıza bugün eski bir aşkımı fotoğraf sanatını hatırlamışken satırlarımıza da bizim diyarlardan bir konuk getirmek biraz da onu dillendirmek istiyorum, objektifin yaman kadını demek mümkün aslında onun için, enerjisi ve yüreği öyle bir taşıyor ki ruhundan, yanından pozitif enerji ile dolup taşıyorsunuz. Hayata bağlılığı onu fotoğraf sanatçılığında dinlendiriyor her demi objektiften bakarcasına yaşıyor hayatı, Gülüşüne nice deklanşör klikleri işliyor. Olmuşluğu ve dinginliği ile de size farklı bir huzur veriyor Kim mi? nereden mi sesleniyor bize… Saraybosna ‘ dan Mensura Jahic bugün konuk bizlere… Ben kendisini Konya Karatay Üniversitesi tarafından düzenlenen çalıştay esnasında tanıma şerefine nail oldum. Orada gerçekleştirdi Fotoğraf sergisini ve birçok kişiye de örnek oldu… Birçok değişik fotoğraf karelerinden beni etkileyen Saraybosna'da ki baş çarşı fotoğrafları oldu, sanki oraya tekrar tekrar gittim geldim. Boya kokularından aldı savurdu beni fotoğraf karelerinin enerjisine. Dedim ya kendinin pozitif enerjisi hareketi her bir kareye ustalıkla yansımış. Yansımış olmasa o kadar ödül boşu boşuna süslemezdi duvarlarını diye düşünüyorum ne dersiniz? Sanatı icra ederken bundan keyif çıkaran mutluluktan uçuşan ender insanlardan biri kendisi… Ya anlatmakla olmuyor o cıvıl cıvıllığı tarif edecek isimlendirecek kelime bulmak ne mümkün. Biraz geçmişinde gezinsek canlanır mı acaba gözlerimizde ne dersiniz?
İYİ EĞİTİMLİ AİLE KIZI
13 Mayıs 1958 ‘de Saray Bosna’da doğan Mensura Jahic, iyi eğitimli olan bir ailenin kızı olarak dünyaya geliyor. Bu sebeple aile yaşantısı içinde sanat ile ilk tanışmalarını yaşıyor, piyano çalmaktan tutunda, şiir dinletileri ile harmanlanan bir ev ortamı içinde geçiyor çocukluğu. Doğumdan itibaren başlayan eğitimciler ve danışmanlar eşliğinde hem de eğitimini alıyor ve muhtemelen hayatının sonuna kadar sürecek yazmak, fotoğraf, oluşturmak, tasarlanmış ve koordine öğrenim yabancı dil, jimnastik gibi kültürlerle tanışmış oluyor küçücük yaşlarında. Yüksek lisansını Saraybosna’da Felsefe fakültesinde tamamlıyor ve çok sayıda yabancı dil öğrenerek bu öğretiyi yaşantısı ile harmanlıyor sanatçı. Dünya vatandaşı Bosnalı kadın olarak tanımlıyor kendisini. Dünyanın her yerinde evimde hissediyorum kendimi diyecek kadar bağlı yaşamaya. O, sevgi dili konuşmasını öğrenmiş çünkü bu da dünyadaki tüm iyi insanları anlamasına ve anlaşmasına yardımcı oluyor. Uzun yıllar ülkesinin dışında bir yaşam geçirdikten sonra, eve genişletilmiş ufuklar ile dönüyor ve diğer kültürlerin deneyimi ile zenginleştirilmiş bir yaşam sürerken bunları da objektifinden bir başka yansıtıyor besbelli ki. 2011 yılında başarılı çalışmaları sebebi ile Rusya Federasyonu’nun Akademik UNESCO onursal üyesi oluyor. Çok sayıda karma ve kişisel sergilere katılması ile beraber. Saraybosna Fotoğraf Sanatçıları Derneği Başkan Yardımcılığı’nı da yapmaktadır. Bu dernek 1947 de kurulan ve Bosna Hersek Cumhuriyeti’nin en köklü derneklerinden bir olma unvanına da sahiptir. Dizi dizi bir hayatın ardından mutlu ve keyifli bir Bosnalı kadın yatıyor. Alacasına coşkulu, alacasına neşeli. Heyecanlığında bir Allah Allah deyişi var ki dillere destan. Herkesin yüzünde gülümseme taçlandırırken, fotoğraflarında da bir bir düşündürüyor üstat. Kâh zaman peçeli bir kadının bakışlarına çekerken sizi kâh zaman bir dansçının eteğinde doğru savuruyor. Oradan orta çarşıda bazen de Konya da huşu ya erdiriyor sizi Mensura ‘nın kadranından… Konya’da daha sabah ermeden sokak sokak dolaşıp karelerle boğuştuğunu bilirim. İşine âşık bir kadın o yerinde duramayan kıpır kıpır yaşama hep objektiften bakan objektifmişçesine yaşayan sevgi ile harmanlayan güzel bir ışık kendisi. Ben derim ki biraz karıştırın şu büyülü dünyayı Mensura Jahic’in fotoğraflarında soluklanın. Sevgi ve saygılarımla dostlarım bir dahaki yazımızda bakalım hangi duraklara uğrayacağız. Resimde mi şiirde mi yoksa bir garip hazanda mı sonlanacağız.