Boşvermişliğin Kocamanı -1
“Rum liderliği, bize hala azınlık hakları teklif ediyor. ‘Hudut yok, ayrı
Türk idaresi olamaz; herkes yerli yerine dönsün’ diyor. Sanki zafer kazanmışlar gibi !.. Sanki şu Kıbrıs’ta sadece bir halk, bir millet varmış da Rumlar bu halkı ve bu milleti oluşturuyorlarmış gibi !.. Türk’ün yeri bu milletin içinde bir azınlık (!) ve bizim beyni yıkanmışlar, bu gerçekleri göremiyorlar. ‘Halklar Kardeştir’ diyerek uçuruma doğru ilerliyorlar. Kardeşin kardeşi 1955’ten bu yana kaç kez ve ne kadar hunharca öldürdüğünü unutuyorlar”. 1979
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Son dönemde Kıbrıs adasının ve çevresindeki yeraltı zenginlikleri konusu bütün ülkelerin gündemlerinin üst sıralarında yer alıyor. Uzunca bir süre daha bu tartışmaları yaşayacağız gibi. Çünkü tarafların konuya ilişkin olarak ayranı kabarmış durumdadır. Zamanlaması açısından yerli yerine oturan “Doğu Akdeniz Petrol Arama Stratejileri Çalıştayı” ODTÜ Kuzey Kıbrıs yerleşkesinde geçtiğimiz günlerde yapıldı. Bu çalıştayın planlamasının daha önceden yapıldığını kaydetmek istiyoruz. Siyasetçilerin dışında geniş katılımlı olarak gerçekleşen toplantıları yol gösterici ve ülkemizin yolunu aydınlatıcı bulduğumuzun bilinmesini istiyoruz. Kendilerince haklı nedenleri ile katılmamış olmalarının anlaşılır bir yanının da olmadığının bilinmesi gerekiyor.
Üniversitenin Kültür ve Kongre Merkezi’nde gerçekleşen toplantılarda, “Petrol Olanakları – Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Hakları – Anlaşmazlıklar – Uluslararası İlişkiler – Deniz Hukuku ve Bölge Güvenliği” konusu, uzmanlarınca dillendirildi.
DENİZ YETKİ ALANLARI UYUŞMAZLIĞI
Mendil büyüklüğündeki ülkeyi yönetenler, Doğu Akdeniz’de boyutları giderek büyüyen bir deniz yetki alanları uyuşmazlığını ortalık yere çıkardılar. Yarattıkları fiili durumlarla da uluslararası hukuku ayaklar altına aldılar. Bu davranışları ile savaşın eşiğine gelinmesine olanak da sağladılar. Buna karşın uluslararası toplumun önde gidenleri tarafları yatıştırıcı söylemlerin arkasına saklanarak Rumların haklı olduğunu söylemek cüretini gösterdiler. Bu yaklaşımları nedeniyle Rumların ellerini güçlendirdiler. Hukuk tanımazlıklarını diğer ülkelere de pay vererek, çıkar sağlamanın da ötesine geçerek izin pazarlıkları ile teşvik ediyorlar. Petrol ve doğalgazın dünyanın en önemli stratejik maddeleri arasında oldukları yadsınamaz. Bu nedenle Rumların ulusal unsurlarını da devreye sokarak başarılı olmak istemeleri kaçınılmazdır. Ortadoğu Bölgesi’ne koşut Doğu Akdeniz Bölgesi de ortalık yere çıkmış veya bilinçli olarak çıkarılmıştır. Rumlar diğer bölge ülkelerinin haklarını bir anlamda yok hükmünde kabul ediyorlar. Bu gerekçe ile çalışmalarına ara vermeden devam ediyorlar. Bugüne değin uluslaşma sürecini tamamlayamamış olan Arap ülkelerinde yaşananlar, işlerini bir anlamda kolaylaştırıyor. Arapların kendi içlerindeki çelişkilerinin başında yeraltı zenginliklerinden daha fazla pay kapma isteklerinin yattığını yinelemek istiyoruz. Yaşanan bu çatışmalar demokrasi ve Arap Baharı olarak yutturulmaya çalışılıyor. Rumlar, bölge ülkelerindeki yeraltı zenginliklerinden daha fazla pay kapma yarışına girmiş olan ülkelerin yaklaşımlarını fırsata çevirmişlerdir.
İSRAİL VE ABD KIŞKIRTIYOR
İsrail ile Birleşik Amerika Devletleri’nin de bu durumu pekiştirmek için kışkırtıcı bir rol üstlendiklerini de kaydetmek durumundayız. Dişi Clinton’un açıklaması bu yargımızın kanıtıdır. Yakın geçmişe baktığımızda karşımıza koskocaman bir boş vermişliğin çıktığını belirtmek istiyoruz. Mendil büyüklüğündeki ülkenin önde gidenlerinin peş peşe fiili durumlar yaratarak bu noktaya geldiklerini söylemek de olasıdır. 2003 yılından itibaren başlattıkları uygulamalarla bölgedeki ülkelerle anlaşmalar yaptılar. Türkiye bu noktada yalnızca uluslar arası hukuktan kaynaklanan hakları olduğuna vurgu yapmakla yetinmiştir. Münhasır Ekonomik Bölge ilanına karşı çıkan açıklamalar yapmakla yetindiği biliniyor. Mendil büyüklüğündeki ülkenin Dışişleri Bakanı Erato Kozaku Markulli gelinen noktayı değerlendirirken, “Türkiye’nin aslanlıklarının içi boş. Platform sondaj noktasına ulaşmasına tepki göstermemesi bunun kanıtıdır” diyor. Sıklıkla yinelediğimiz gibi bir hususa dikkat çekmek durumundayız. Türkiye’nin ada üzerindeki garantörlüğü yalnızca idari yapıyı korumakla sınırlı değildir. Ada ve çevresindeki yeraltı ve yerüstü zenginliklerini de içerdiği gerçeği bilinmelidir. Konuya ilişkin olarak yapılacak olan çalışmalarda sürenin geçmediğinin de bilinmesini istiyoruz. Rum ve Yunanlı siyasetçilerin saldırılarına karşı uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızı korumak için elbirliği ile çalışmamız gerekiyor mu ne?
Sevgi ile kalınız…