Dedemin insanları da özür bekliyor mu ?
Girit kökenli yönetmen Çağan Irmak, Türk sinema tarihine imzasını atan isimlerden birisi olarak anılmayı çoktan hak etmiş bir sanat adamı... 2002’de televizyonları kasıp kavuran “Asmalı Konak” dizisiyle parlayan kariyerinde “Babam ve Oğlum” ve “Issız Adam” gibi iki başyapıtın da bulunduğu çok sayıda dizi ve sinema filmi bulunan Çağan Irmak, son dönemde içinden çıktığı kültürden izler taşıyan iki yeni yapıtla karşımıza çıktı: TV ekranlarındaki “Keşanlı Ali Destanı” isimli tiyatro uyarlaması dizi film ve mübadeleden derin izler taşıyan sinema filmi “Dedemin İnsanları...” Türkiye’de mübadele ile yoğrulmuş ilk uzun metrajlı sinema filmi olma özelliğini taşıyan “Dedemin İnsanları” için ilk bir haftada sinemaya koşan beş yüz bin kişiden birisi de bendim. Eğer daha önceki yapıtlarıyla büyük beğeni toplamış bir yönetmenin “Kendisini ve Girit mübadili dedesini” anlattığı bir filmi izlemeye gidiyorsanız, elbette beklentileriniz yüksek oluyor. Gerçekten de çekimlerin kalitesi, mübadele dönemini anlatışı, sinema dili bakımından çok kaliteli bir film seyrettiğimi baştan söylemeliyim. Bir sinema eleştirmeni olmadığıma göre elbette film hakkında ukalalık yapacak değilim. Tıpkı Çağan Irmak gibi “dedesinin insanları” için yüreği kor tutan birisi olarak, dikkatimi çeken birkaç noktayı okuyucumla paylaşmak istiyorum sadece:
BİR: Film, gerçek bir öyküyü, daha doğrusu Çağan Irmak’ın kendi dedesini ve dedesinin onun üzerinde bıraktığı izleri anlatıyor. Çocukluğu İzmir’in Seferihisar kasabasında geçen Çağan Irmak, filmin başrol oyuncusu küçük Ozan’ın ta kendisi!
İKİ: Dedemin İnsanları, Girit mübadillerini anlatıyor. Göç öyküleri üç aşağı beş yukarı aynı olsa bile Giritliler’in ana karadan gelenlerle aralarında çok önemli kültürel farklılıklar bulunmaktadır. Dedelerinden bir tek kelime Rumca duymamış olan bizim gibi Kavalalılar, Giritli dedenin ana dilinde ettiği küfürleri yadırgayabilir.
ÜÇ: Ozan ve ailesi üzerinden “mübadillerin ötekileştirilmesi” çok güzel anlatılmış. Birinci kuşak mübadillerin hepsi, Türkiye’de “öteki” olarak algılandı. Ozan’ın dedesine “gavur” diyen yerliler, bizimkilere de “bitli muhacir” filan dememişler miydi? Sormak lazım aslında o ırkçı kafaya: Türkiye’yi kurtaran adam Mustafa Kemal ve İstiklal Marşı’nı yazan adam Mehmet Akif uzaydan mı geldi yoksa Balkanlar’dan mı?
DÖRT: Türk ve Yunan kardeşliğine atıfta bulunulması çok yerinde olmuş. Anadolu’dan gidenlerle Anadolu’ya gelenler, Türk – Yunan kardeşliği için gerçek bir köprü vazifesi görebilirler...
BEŞ: Filmi izleyen muhafazakar çevreler, küçük Ozan’ın ailesinin her akşam yemeğinde rakı içmesini yadırgayabilirler... Bazı sol görüştekiler de Gülcemal’i bekleyenlerin ikide bir namaz kılmasına kafayı takabilirler. Milliyetçi dostlar, “neden bunlar hem İstiklal Marşı okuyor, hem de Rumlar’la hemen kaynaşıyorlar?” diyebilir. Ama mübadillerin gerçeğidir işte bunlar... Bizimkiler aynı anda hem dindar, hem çakırkeyf, hem milliyetçi, hem hümanist olabilirler. Bizimkilerin ne Mevlana ile sorunu vardır, ne Hacı Bektaş-ı Veli’yle ne de Ehl-i sünnet ile... Bizimkiler, Evlad-ı Fatihan soyundan gelir; şimdinin çakma Osmanlıları gibi bir bezirganın arkasına kapılıp gitmezler.
ALTI: Filmin en tartışmalı bölümlerinden birisi 12 Eylül harekâtının mübadil bir aile üzerinde bıraktığı tesirlerin anlatıldığı kısımlar olsa gerek. Çağan Irmak, “yerliler 12 Eylül’ü alkışlarken bizimkiler kafa tutmuşlardı” mesajı vermeye çalışmış. Belki de bizimkilerin genlerine işleyen “muhalif duruş” anlatılmak istenmiş. Filmde Hümeyra’nın oynadığı, karakolda kaybolan eşinin yolunu gözleyen bir bayan öğretmen figürü var... Sol görüşlü, hatta çevresinde “anarşist” diye isimlendirilen bu karakterin ailenin yakın çevresinde kabul görmesi ile anlatılmak istenen de herhalde bizimkilerin muhalif damarı olsa gerek. Hümeyra’nın oynadığı karakter, 1980’lerde değil de 28 Şubat sürecinde yaşasaydı, inanın “başörtüsü nedeniyle üniversiteden atılan bir kız çocuğu” figürü olarak karşımıza çıkardı. Anadolu’nun pek çok yerinde siyasal tercihler pek değişmez... Mesela bakın sandıklara: Konya hep muhafazakâr, Yozgat hep milliyetçi, Tunceli hep solcu, Diyarbakır hep Kürtçü’dür. Lakin Balkan göçmenlerinin ağırlıkta olduğu kentlerde bu genellemeler yapılamaz: Bursa, İzmir, Antalya, Çanakkale, Kocaeli... Bir seçimde yüzde altmışla sağ kazandıysa sonrakinde yüzde altmışla sol gelebilir buralarda... Çünkü Rumeli göçmenleri, kendi ailelerinden biat etmeyi değil, sorgulamayı öğrenir. Onun içindir ki bizden, sağcı da çıkar, solcu da... Ama bizden asla vatan haini çıkmaz!
YEDİ: Filmin eleştirilecek yanı yok mu? Yaşama sevinciyle dolu, büyük güçlükleri metanetle aşmış, çevresinde derin bir saygı uyandırmış bir Rumeli bilgesi olan Ozan’ın dedesi, neden intihar etti, ben anlamadım... Çağan Irmak’ın dedesi gerçek hayatta intihar sonucu vefat etmiş; nur içinde yatsın... Lakin filmde anlatılan karakter gerçekten güçlü ve yaşama sevinciyle dolu birisi. Bizim büyüklerimizin ekseriyeti de güçlüklerle olgunlaşan, zorluklara karşı gülümsemesini bilen, hayata tutunmuş kişilerdi. Ya Çağan Irmak, dedesinin hatırasına saygısızlık yapmamak için onu olduğundan daha güçlü bir karakter olarak anlatıp sonunda çelişkiye düşmeyi göze aldı; ya da dedesini o da tam olarak çözememişti. Ne de olsa insan dediğin bir muamma değil mi zaten?
SEKİZ: Filmi izlemek için sinema salonuna gittiğimde en çok merak ettiğim hususlardan birisi de “mübadele için devletten bir özür beklentisi” mesajı içerip içermeyeceği idi. Ben böyle bir vurgu hissetmedim. Belki senaryo aşamasındayken Dersim tartışmaları revaçta olsaydı, bu konuya atıfta bulunan bir bölüm filme eklenebilirdi.
Eğer böyle bir kısım senaryoya eklenseydi, sanırım şöyle birşey çıkardı ortaya: Halasının henüz bir bebekken mübadele gemilerinde bulaşıcı bir hastalığa yakalanıp denize atıldığını öğrenen Ozan, onları yerinden yurdundan eden devlete karşı öfke duyar. Bu öfkesini babasını işten atan 12 Eylül’ün asker belediye başkanına yansıtır. Ama bütün aile bu nedenle Ozan’a kızar. Çünkü mübadillerin, yaşadıkları onca acıya ve haksızlığa rağmen devletle hiçbir sorunu yoktur. Bizim kızancıklar, kendilerini Türkiye Cumhuriyeti’nin çimentosu ve bekçisi olarak kabul ederler!
Son söz: Bizim ne bir özür beklentimiz var, ne de özür dileyecek bir yanlışımız!