Dört Büyüklerin Borsa serüveni
Türk futbolu bilindiği üzere karmaşık bir dönemden geçiyor. Futbolu stadyumlardan duruşma salonlarına taşıyan çevreler şimdi bu işin içinden nasıl çıkarız hesapları içinde. Kimsenin futbol adına ağzının tadı kalmadı. Türk futbolunun ana sorunları aslında ezelden bu yana hep vardı. Sadece futbol sektörünün oluşturduğu ekonomi pastası büyüdü o kadar. Pastayı paylaşmak, mideye indirerek ağzını tatlandırmak niyeti ile etrafında toplanan kimseler ve bu kimselerin zihniyetleri, hiç ama hiç değişmedi. Gerek milli takım düzeyinde, gerekse kulüpler düzeyinde uluslararası müsabakalardaki performansımıza ve karnemize bakmak yukarıda söylediklerimi anlamamız için yeterli. Bunları düşünürken aklıma gelen bir başka soru da, uluslararası müsabakalarda ekiplerimizin sırtını yere getiren ülkeler ve bu ülkelerin futbol kulüpleri nasıl oluyor da başarıda sürekliliği sağlayabiliyorlar? Yine bir başka soru; Yetenek olarak gösterilen isimler hep bu ülkelerde ya da bu ülkelerin kulüplerinde parlayıp dünya klasmanında adlarından söz ettirebiliyor? Aslında saha içindeki taktikler, futbolcularımız, yetenekleri ve oynadıkları mevkileri bu yazının konusu değil. Bunlar futbolu saha dışı yönleri ile ele alarak cevaplandırılması gereken sorular. Yazının başlığından anlaşılacağı gibi bu soruların cevabını kendi mesleğimle ilgili bir alandan, borsadan yola çıkarak aramaya çalışacağım.
KURUMSAL YAPILAR
Yetenekleri ortaya çıkarma, bu yetenekleri dünyadaki tüm futbolseverlere izletme konusunda oturmuş sistemleri ve bu sistemi işletecek kurumsal yapıları, bu ülkelerin en ayırt edici özelliği olduğunu öncelikle söylemek isterim. İzlenen bu yöntemle elde edilen başarı, en nihayetinde sektörün tüketici kesimini olan seyirciyi tribüne ve ekran başına çekmektedir. İşte bu noktadan sonra bu spor dalı, içerisinde bir şekilde yer alan her kesim için karlı bir alışverişe dönüşmektedir. Bütün bu anlattıklarımın kısa bir özeti var aslında. Özet şu; ”Her alanda olduğu gibi futbolun da kurumsallaşması”. Bu spor dalında ileri gidenler kurumsallaşmayı başarabilenlerdir. Yani bizde olduğunun aksine, kulüpleri başkanlarının kapitülasyon esaretinden kurtarabilmişlerdir. Yine kurumsallaşmayı başaranlar, kulüp isimlerini, tarihten gelen değerlerini ve maddi büyüklüklerini de yükselterek, şahıslara bağlı kalmadan “başkanlar üstü” bir değer haline getirebilmişlerdir. Manchester United, Bayern München, Barcelona, Real Madrid ilk akla gelen örneklerdir. Bu kulüpler bugün futbolun kendi dinamikleri ile oraya çıkardığı ekonomik gücü başarılarının hareket kaynağı yapabildiklerinden dolayı devamlı zirvede ya da zirveye yakın yerlerdedir. Bize gelince; Türkiye’de spor kulüpleri dernek statüsünde örgütlendiklerinden sahip oldukları büyük ekonomik varlığın yönetiminde verimli ve organize hareket edememişlerdir. Bu nedenle kulüplerimiz günümüz dünyasının rekabetçi serbest ekonomi koşullarından uzak kalmışlardır. Bu durumdan kurtulmak için, sahip oldukları ekonomik değerleri, kurdukları şirketlerin çatısı altında toplayarak kurumsal yönetim adına ilk adımı atmış oldular. İkinci adım ise Sermaye Piyasalarının sağladığı olanakları kullanarak bu şirketleri Borsada hisse senetleri işlem görür duruma getirmek maksadı ile halka açarak atılmış oldu. Böylelikle kulüpler diğer finansman olanaklarına alternatif olacak kendi kaynaklarının ekonomik gücünü daha ucuz maliyetlerle uzun vadede kullanma imkânını elde ettiler. Yine bu yolla hisse senetlerini teminat göstererek daha kolay kredi bulma imkânına kavuşmuşlardır. Ayrıca, farklı finansman araçları (Bono, Tahvil gibi) çıkararak kendilerine farklı kaynaklar yaratabilmişlerdir. Bütün bunlara ilave olarak kulüplerin borsada işlem gören şirketleri sermaye piyasalarının şeffaf ve denetleyici yapısından yararlandılar. Bu sayede kurumsallaşma süreci hızlanmış, modern yönetim anlayışı bir nebze de olsa kulüp yönetimlerinin içine girmiş oldu. Türk futbolunun lokomotifi durumundaki dört büyüklerin (Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor) Hisse Senetleri İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda halka açık şirketleri var.
YENİ BİR ZİHNİYET
İlk olarak 2002 senesinde Galatasaray Spor Kulübü ve Beşiktaş Jimnastik Kulübünü ’nün şirketleşmesi ile ortaya çıkan halka açılma çalışmalarını ilerleyen yıllarda Fenerbahçe Spor Kulübü ve Trabzonspor Spor Kulübü takip etti. Çalışmalar başladığında artık futbol kulübü yönetiminde yeni bir zihniyetin döneminin başladığını düşünmüştüm. Zira kulüplerimiz kendilerine yeni kaynak yaratmak adına yine kendi dinamiklerini ve çağın geçerli ekonomik modellerini kullanmaya karar vererek ilk adımları kendi içlerinde şirketleşerek atmıştı. İlk olarak karlı şirketlerini halka açarak yatırımcı kesimin ilgisini futbol sektörünün karlı tarafına çeken yöneticiler, gelir kaynaklarını yönetmek ve elde edilen karları ana ortakları kulüplere ve borsadaki yatırımcılara aktarmak olan bu sistemde, zaman içinde yan çizmeye başladılar. Oluşan karı, küçük ortakları ile paylaşmak istemediler. Borsada halka açık olan karlı şirketlerini kar ayağı daha zayıf olan ve halka açık olmayan şirketleri ile birleştirerek karın futbol kulüplerinin gider kalemleri içerisinde eriyip gitmesine yol açacak girişimlerde bulundular. Bu durum ilk başlarda profesyonel yatırımcıların tepkisine neden oldu. Hisseleri kar payı dağıtımından yararlanmak amacı ile satın almış fonlar Sermaye Piyasaları Kurumu (SPK) nezdinde girişimlerde bulunarak kulüplerle mahkemelik oldular. Bu hukuk mücadelesi, sermaye piyasalarının düzenleyici kurumu olan SPK, kulüplerin bu kar yapıları birbirine zıt şirketlerinin birleşmesine izin vermesiyle son buldu. Aslında her şey yatırımcı için bu aşamadan sonra başlamış oldu demek daha doğru olur. Her yıl düzenli aldıkları kar payı ödemelerinden mahrum kaldıkları gibi, geleceğe dönük kazanç beklentisi olmayan kulüp şirketlerinin değerleri, borsada da hızla düşerek yatırımcılarını bir kez daha vurmuş oldu. Halka açılma aşamasında olduğu gibi borsa yatırımcısı ile yollarını ayırma sürecinde de ilk adımı atan Galatasaray Sportif A.Ş.’nin yatırımcılarına karşı elde ettiği bu zaferin ardından diğer kulüp şirketleri de aynı yolla kar eden şirket yapılarını değiştirerek geliri yatırımcıları ile paylaşmama yolunu seçtiler. Sonuç olarak; Kulüplerimizde, serbest ekonominin rekabetçi kuralları içerisinde şeffaf, dinamik, etkin ve verimli yönetim anlayışına geçiş yolundaki girişimler, ekonomik verimlilikten ve rasyonellikten uzak yönetim anlayışının üstün gelmesi ile bir rüyanın bitişi gibi sonuçsuz kalmış oldu. Kendi sahip oldukları holdinglerini yönetirken gösterdikleri profesyonel yönetim anlayışını Kulüplerin başına geçtiklerinde adeta unutan beceri yoksunu kulüp başkanları, bugün yönettikleri halka açık kulüp şirketlerini birer ekonomik enkaza dönüştürerek bu başarısızlıklarına maalesef borsa yatırımcılarını da ortak etmişlerdir.