Efsanelerin Dilinden Balkanlar -5
Kütüphaneleri süsleyen kitapları biraz karıştırdığımızda Balkanlara dair binlerce efsane arasında kaybolup gidiyor insan. Kimi zaman gözlerimiz yaşarıyor. Kimi zamanda yüreğimiz kabarıyor. Balkanlardaki ecdadın inancını nasılda gözler önüne sermiş olduğunu, inancı uğruna, vatanı, namusu ve bayrağı uğruna neler yapabildiğine imreniyoruz. O gün bu gündür de ecdadımızın tüm bu fedakârlık ve cefakârlıkları efsanelerin diline destan olmuş. Tıpkı Anadolu’da olduğu gibi. İşte bundan dolayıdır ki, Balkanlar bu denli Anadolu, Anadolu da bu denli Balkanlar olmuştur. Etle tırnak misali, elmanın iki yarısı misali. Bunlardan bir yenisi ile daha, Prizren de yaşanan bir başka efsaneyle gelin yeniden birlikte olalım.
GÖZCÜ MAHMUT BABA
Gözcü Mahmut Baba’nın efsanesiyle. Gözcü Mahmut Baba, Prizren’in, Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri’nin kumandası altındaki Osmanlı Orduları tarafından ikinci ve son kuşatması sırasında 21 Haziran 1455 günü şahadet şerbetini yudumlamış yiğit bir alperendir. Keramet sahibi, İslam gibi hak ve yüce bir dini yaymakla meşgul olan, dini hissiyatı ve mukaddesat uğruna sergilediği savaşçılığını yan yana yürüterek şehit olmasıyla evliyalığa yücelmesi, etrafındaki arazinin de türbeye vakfedilmesine neden olmuştur. Gözcü Mahmut Baba, Osmanlı Ordusu’nun öncü birliklerinde gözcü görevini ifa ederken şehit düştüğü yerde Allah’a yürümüştür. Hemen oracıkta da toprağa gömülmüştür. Kabri Osmanlı’nın yeşil zemin üzerindeki beyaz ay yıldızlı bayrağı ile örtülmüştür. Zemini kırmızı olan beyaz ay yıldızlı bayrağımızın resmen Türk devletinin bayrağı ilan edilmesinden sonra kabir bu bayrakla da süslenmeye başlanmıştır. Gözcü Mahmut Baba’nın kabri yanında Seyit Şeyh Ali
Baba’nın da kabri bulunur. Efsaneyi daha da ilginç kılan bir zat-ı muhteremdir Seyit Şeyh Ali Baba. Muhterem şeyh, Hicri 1198, Miladi 1778 yılında manevi bir davet sonucu Hindistan’ın Lahor kentinden kalkıp Prizren’e gelerek Gözcü Mahmut Baba’nın türbesinde gönüllü olarak bir ömür türbedarlık yapmış. Ömrünü türbeye vakfetmiştir. Türbe, kalan ömrünü burada ikmal eden şeyhin sığınağı ve adeta yegâne barınağı olmuş.
ŞEYH HASAN EFENDİ
Sırada “Horasanlı Alperen Şeyh Hasan Efendi’nin” efsanesi var. Bu mübarek zatta, Üsküp ve civarındaki dini vazifelerini tamamlayınca Vardar Nehri sahilinde eline geçirdiği bir elle tutulabilecek büyüklükte yuvarlak bir kara taşı salıp düştüğü yerde dergâhını kurup orada İnançlarını ve tasavvuf anlayışını yaymak için Allah’ın kendisine yardımcı olması için dua etmiş. Saldığı taşda Prizren’in kuzey civarındaki bayıra düşmüş. Taşın düştüğü yer sadece yağmur sularıyla sulanan kuru bir yayladır. Bu yayla da da Mahmutoğlu Horasanlı Şeyh Hasan Efendi’nin Kadiri dergâhını kurmasıyla bu bayır “Kuru Yayla” olarak bilinmeye başlanmış. Dergâhta faaliyetlerin başlamasıyla da etrafında evler kurulmuş. Her geçen gün kurulan evlerin sayısı artmış. Kuru Yayla, yayla olmaktan çıkıp onlarca sokaklı büyük bir mahalle haline dönüşmüş. Seyidi Bey Kuru Yayla’da bir cami inşa etmiş. Bugün Kurila Tekkesi, Kaderi Tekkesi veya Şeyh Hasan Tekkesi olarak bilinen tekke binasının bitişiğindeki türbede de Horasanlı Alp Eren Şeyh Hüseyin Baba’nın kabri bulunmakta. Horasanlı Alperen Şeyh Hasan Efendi’nin beş parmağının izinin bulunduğu mucize eseri top gibi yuvarlak “Kara Taş” ta buradadır. Şeyh Hüseyin bu taşı salmadan önce sağ ayağı ile bastığı ve üzerinde ayak izinin bulunduğu taş korunuyor. Tekkenin (1655) kuruluş tarihini gösteren Osmanlıca kitabe ceviz ağacı üzerine ağaç oyma olarak kabartmadır. Tekkenin semahanesinde savaş sancakları, âlemler ve Kosova savaşında kullanılan silah örnekleri bulunmakta. Prizren’e dair köşemde yer vereceğim son efsane ise Horasan erlerinden Karabaş Baba’nın türbesinin hemen ardındaki türbeye dair efsane olacak.” Kız Türbesi Efsanesi”. Türbe, dikdörtgen ve üç pencerelidir. Türbede Kemani Rabiye Hanımın yattığı da rivayetler arasında. Gelelim Kız Türbesi Efsanesi’nin ilginç hikâyesine; zamanın Prizren Paşası’nın her şeyiymiş kızı. Onu çok severmiş paşa. Kızına silah tutmayı, kılıç kullanmayı öğretmiş. Her şey böyle yolunda giderken günün birinde Rabiye Hanım nazara gelip hastalanmış. Ölüm kapısına gelmiş çatmış. Her şeyini kızına bağlamış olan Paşa, yaşadıkları konağın tam karşısına kızı için bir kabir yaptırmış. Kabri de bir türbeyle taçlandırmışlar. Her sabah da çok sevdiği kızının kabrine uğrayarak dualar edermiş. Sonraları konakla türbe arasındaki düzlüğün adı “Beyzade Çayırı” olmuş.