Efsanelerin Dilinden Balkanlar -7

Asırlar boyu ecdad kanıyla sulanmış Balkan coğrafyasında binlerce efsane kulaktan kulağa günümüze değin uzanmıştır. Hepsinin ayrı ayrı hüzünlü ve derin derin düşüncelere gark eden hikâyeleri vardır. Hepsinde de kahramanlarının ne derece cefakâr, fedakâr ve vefakâr olduklarına vurgu yapılır. İnançlarına olan bağlılıkları, Yaradanına ve onun dinine hizmet etme aşkı hepsinde görülen ortak bir noktadır. Bu ve bundan sonraki efsanelerimizde bunu görmek hiçte zor değildir. Bu haftaki efsanemiz Şahitler Kayası Efsanesi olacak inşallah Efsane asırlardır dilden dile şöyle anlatıla gelmekte;

“Şu dağın eteğinde bir köy, köyün de deli dolu bir çobanı varmış. Çobanlığına diyecek yokmuş ama, bir şey var ki, huyunu suyunu beğenmediklerinin ineğini danasını gütmezmiş. Yıllardan bir yıl, bu köye bir kıran girer. Sürü koymaz, ne var ne yok kırar geçirir. Köylünün ağzını bıçak açmaz. Amma velâkin, bizim deli çobanın güttüğü ineklerden birinin burnu bile kanamamış. Tüylerine bile zarar gelmemiş. Elde iyiler çok ya kötüler de yok değil. Çoban, köyün gözü kendi sürüsünün üzerinde iken “Elem tere fiş, kem gözlere şiş” demeyi akletmez. İneklerden birine nazar değer. Gülsüm Aba’nın ineği buzağıladıktan üç gün sonra “çat” diye çatlar...

 

KARA HABER

 

Çoban o akşam dağdan dönünce köyün alt başında bu kara haberi alır, neye uğradığını bilemez. Bir koşu seğirterek oraya gider. Vardığında ne görsün ki, sarı inek serilmiş orta yerde boylu boyunca yatıyor. Yavru buzağı da ortalarda yerde meleyip duruyor. Gülsüm Aba dersen, kanı iliği kurumuş, iki eli böğründe öylece kalmış. Çoban utana sıkıla:

-Gül Aba, Gülsüm Aba! Bir kaza belâ savmışsın, bunla geçmiş olsun. Veren Allah yine verir. Sakın meraklanayım deme. Körpeyi düşünüyorsan, onu da bana bırak. Ben her sabah omzuma vurur dağa götürürüm onu. Ne sanki yumruk kadar karını var. Sabah bir, akşam iki emerse dişleri otu çöpü kesecek olur der. Dediğini de eder. Günlerce buzağıyı omzunda götürür, omzunda getirir yola yokuşa vurmaz. Kendi avucu içinde suyunu içirir. O kadar inek içinde bir yavruyu geçindirir. Dizinin dibinden, gözünün önünden ayırmaz. Buzağı kısa

sürede fıstık gibi olur. Bir öğle vakti otururken gaflet gelip kısa bir süre dalıverir. O ara buzağı takılır bir ineğin peşine tırmanır dağa doğru. Çoban gözünü açınca bunu görür fırlar peşine fakat huysuzlanan inek yanındaki danaya boynuzunu takınca zavallı danayı uçurumdan aşağı yuvarlar. Çoban yetişip danayı ölümden kurtarır fakat dananın bir ayağı kırılır. Gülsüm aba çok üzülür üzüntüsünü belli etmez ama komşuları Gülsüm Aba’nın oğlunu fitlerler. Oğlan orta yerde ağzına geleni söyleyip çobana bağırır. “Yok, inek vurduydu, yok

dağdan yuvarlandıydı, sen bu kavalı kavaklara çal. Bu mavalı başkalarına oku. Beni kandıramazsın. Mutlak deliliğin tutmuş, bir taş atıp sen kırmışsındır. Hani şahidin? Kim gördü, seni yalancı... Deyince çoban ne diyeceğini şaşırır:

-Be hey zalimler, Allahın dağında kim var ki kimi göstereyim, yalana borcum ne! Dağ taş buna şahit der. Sonra başını köyün tepesine doğru dikilen koca dağa kaldırarak:

-Hey dağlar, taşlar! Allah için siz söyleyin, bu böyle olmadı mı? Sarı buzağının ayağını kara öküz vurup kırmadı mı? Diye seslenir. Olacak olur ya, o anda iki kaya parçası dağdan koparak köyün üstüne doğru yuvarlanmaya başlamaz mı. Çoban olduğu yerde göğsünü gere gere şahitlerini karşılar amma, ötekileri koydunsa bul yerinde. Pabucunu bırakıp kaçan kaçana. O günden sonra bu dağın adı “Şahitler Kayası” efsanenin adı da “Şahitler Kayası Efsanesi olarak kalır. (1)

(1) Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden alınmıştır.

 

 

Benzer Videolar