Eski Dostlar, Eski Dostlar…
Efendim, ben kendimi bildim bileli ne köylü olabildim, ne de kentli... Gençlik yıllarımda, hatta üniversitede okurken bile çevremde hafiften bir “taşralı” muamelesi görüyordum. Hal böyleyken yaz tatillerinde kardeşimle birlikte ana - babamın doğup büyüdüğü köye gittiğimizde ise bize hep “kentli züppe” nazarıyla bakılırdı. Misal, lise yıllarında o zamanlar Çiftlik Caddesi ve 56’lar civarına sıkışmış olan seçkin mahallelerinde oturan sınıf arkadaşlarımızla bir türlü kaynaşamazdık. Seksenli yılların “elit gençleri” olarak onlar, Kuğu Pastanesi’ne ya da Melissa’ya takılırlarken biz “yarı kentli yarı köylü” gençler olarak Çalıkuşu’nda döner yedik mi kendimizi sosyalleşmiş zannederdik!
Öte yandan, yaz gelip okullar kapanınca rahmetli dayımın Çırakman Köyü’ndeki evine kapağı atardık atmasına ama bu defa da orada kendimizi oralı gibi hissedemezdik. Sabahları erkenden kalkıp tütüne giden akrabalarımıza ne kadar yalvarırsak yalvaralım bizi uyandırmazlar, getirdikleri tütünleri dizerken bizim beceriksizliğimizle dalga geçerler, köy ekmeği yemeyeceğimizi sanarak bize özel bakkaldan beyaz ekmek satın alırlardı. Köyün gençleri ile kaynaşmamız ise epeyce zaman alır, nihayet 2-3 hafta sonra “kıran” denilen boş tarlalarda hep birlikte top oynayabilirdik. Çocukluktan çıkıp gençliğe yelken açtığım yıllarda yaz tatillerini geçirdiğim Çırakman’da birçok candan arkadaşım oldu. Bu arkadaşlarımdan üç tanesine söz edeceğim bugün... Aynı köyden çıkıp üç ayrı hayat yaşayan, üç eski dost, üç farklı kader...
ERSİN ATİLLA
Samimiyet, cesaret, vefa... Ersin’i bu sıfatlarla anlatabilirim. Dedim ya samimiydi her zaman Ersin. Küçüklüğünde bazı sağlık sorunları vardı. Bu nedenle köyün gençleri arasındaki sert futbol maçlarıyla pek ilgilenmezdi. Eh, ben de şehirden gelmiş bir hımbıl olarak ötekilere çok ayak uyduramıyordum. Neticede ikimizden sadece iyi birer maç izleyicisi oluyordu. Cemile Tete’den (Hayati Tekin’in annesi, küçük bir köy bakkalı çalıştırıyordu o yıllarda.) aldığımız ay çekirdeklerini çitleye çitleye maç seyrederken geleceğe yönelik hayaller kuruyorduk Ersin’le. Hiçbir zaman da küçük şeyler hayal etmiyorduk: Büyük şirketler, büyük projeler, büyük atılımlar...
Üniversiteyi başka kentlerde okuduk. Yıllar sonra yollarımız Ankara’da kesişti. O aile şirketi Atilla Makina’da iş hayatını öğreniyordu, ben ise genç bir bürokrat olmuştum. Beni çalıştığım yerde buldu, kendi iş yerine götürdü. Mütevazi imkanları vardı o yıllarda... Ülke ekonomisi fena halde dalgalıydı. O çalkantılar içinde gemisini yürütmeye çalışıyordu. Gurbette iki Çırakmanlı olarak memlekete olan hasretimizi beraber vakit geçirerek azalttık. Daha sonra rüzgar beni Samsun’a savurdu, o iş hayatındaki mücadelesine orada devam etti.
Cesurdu her zaman Ersin... Orta ölçekli bir taşeron firma olarak başladığı mücadelesini her defasında biraz daha büyüyerek geliştirdi. Tek başına önemli işleri başaracak bir finans derinliğine kavuşturdu. Ankara’daki merkezinin dışında, İzmit’te imalat tesisleri oluşturdu. Yurt içinde ve dışında çeşitli taahhüt işleri yaparak adım adım büyüdü.
Vefalıdır Ersin... Doğup büyüdüğü Samsun’a ödedi hep şirketinin vergilerini... Muhasebesini Ankara’da yapıp Ankara’da vergi ödeme kolaycılığına gitmedi. Dirsek çürüttüğü Çırakman köyü ilkokuluna bir bilgisayar sınıfı kurdu. Ayrıca köy okulunun ısınmasından bakım onarımına kadar birçok giderini karşıladı. Üstelik en küçük reklâm yapmadan, bir beklenti içine asla girmeden... Günü geldi, elini taşın altına soktu ve Samsun’un uzun zamandır hayali olan tersane projesinin ilk yatırımcısı oldu. Sektörün güç durumda olmasına aldırmadan milyonlarca dolarlık bir yükün altına girdi. Samsun’a inanıyor ve kendisine güveniyordu çünkü...
Yıllarca gemisini çalkantılı sularda yürütmeyi başaran Ersin Atilla, artık çalkantılı sularda yüzebilen gemiler yapmak için tersane kurmaya başladı. Demek ki, “Karadeniz’de gemilerin mi battı?” diye kimse kimseye soramayacak artık! Allah mahcup etmesin arkadaşım...
AKIN KONT
Bizim gençliğimizde Çırakman’da bir önceki kuşak Hasanlar, Hüseyinler, Osmanlar, Mustafalar’dı hep... Yetmişli yıllarda doğan bebeklere ise bir nebze modern isimler konmuştu nedense. Modern dediysek, Atıflar, Ersoylar, Hakanlar, Serkanlar filan işte... Ama o kuşağın en radikal ismi Akın’a aitti... Pındık Mustafaların, Yakup Ağaların, Hafız Halillerin köyünde Akın isimli bir kızancık.. İmam Aliler’in Akın!
Belliydi Akın’ın farklı bir insan olacağı... Köyünden kopmadan dışa açılmayı başardı Akın... Kendi ayakları üzerinde durmasını bildi. Fakirliği mazeret edip silik bir hayata mahkûm etmedi kendisini. Cami cemaatine de sevdirdi kendisini, akşamları yol kenarında bira içen çakır keyiflere de!
Yıllarca ağaların, beylerin, efendilerin muhtarlık yaptığı köyüne çok genç yaşta muhtar seçilmeyi başardı. Üstelik görevini yaparken kimseyi rahatsız etmeyen bir mütevazilikle durmasını bildi. Gereksiz polemiklere girmedi, kimseye üstünlük taslamadı... Gençlerin arkadaşı, büyüklerin evladı, küçüklerin abisi olmasını bildi. Küçükken köyde kendimize göre bir futbol takımı kurmuştuk: Ataryemezspor’du adı... Biz top peşinde koşarken çabuk kesildiğimizden hep kaleye geçerdik. Akın ise Ataryemez sporun golcüsü idi...
Köy takımının cevval golcüsü, şimdi köyün muhtarı... Kim tutar seni be aganın!
ERTUĞRUL YILMAZ
Eskiler bilir... Allah selamet versin, Çırakmanlı Avukat Üzeyir (Yılmaz) abinin oğluydu Ertuğrul. Babası, köyün ilk okumuşlarından birisidir. CHP’nin önde gelen isimlerinden olan Üzeyir Abi, rahmetli babamın da çok yakın dostuydu.
Kafamız pek uyuşurdu Ertuğrul’la. Henüz ilkokul yıllarındayken bile ailece görüştüğümüzden çocukluk arkadaşıydık onunla. Elimizde balonlarla Samsun Fuarı’nı gezerkenden fotoğraflarımız vardır. Küçük kardeşi Naime ve benim kardeşimle beraber dört kafadar, neredeyse beraber büyüdük. Alaylı yetiştirdi kendisini Ertuğrul. Erken yaşta hayat mücadelesinin içine atıldı. İstanbul’da sebze - meyve komisyonculuğu yapmaya başladı. Birbirimizden çok uzaklara savrulsak da gönül bağımız hiç kesilmedi. Sağlık sıkıntıları çekiyordu son yıllarda. Böbreklerinde bir derdi vardı. Bir gece rüyamda onu gördüm, sıkıntılıydı. Hayra yormak istedim, ama ertesi gün içimi yakan haberini duydum. Aniden ölmüştü benim can arkadaşım... Kalp krizi dediler sonra. Şimdi dokuz tahta altında, Çırakman mezarlığında yatıyor. Allah öte dünyasını iyi etsin. Işıklar içinde uyu canım arkadaşım, ömrün kısa oldu ama ardında bir hoş sada bıraktın. Ertuğrul, benim ölen ilk “çocukluk arkadaşım” oldu. Gençlik yıllarımızın biteli zaten çok olmuştu; lakin artık ihtiyarlamaya başladığımızı da kabul etmek lazım.