Film sonrası Millet olmak

Yugoslavya savaşı henüz patlak vermemişti. Sırplar, Yugoslavya’nın başındaki Sırp isim Miloşeviç’ten aldıkları destek ile Yugoslavya’yı bir Sırp ülkesi gibi yönetmeye başlamışlardı. Ülke kaynakları, Sırp tarihi araştırmaları ve belgesel filmleri üzerine akıtılırken, gereksiz Kosova mitingleri ile Sırpların milliyetçi duygularının okşanması, Arnavut, Boşnak ve diğerlerini zor günlerin beklediğinin en büyük deliliydi. Savaşın nasıl başladığı ise malum.

 

 

 

 

 

 

 

 

Federasyondan öncelikle, federasyonun zengin çocuğu Katolik Slovenya ayrılır. Arkasında en büyük destekcileri Katolik Avusturya’ nın payı oldukça büyüktür. Zira ortama “kazan kazan” prensibi hâkimdir. Karşılıklı menfaatler söz konusudur. Slovenya’nın federatif yapıdan ayrılması sayesinde, Avusturya kendi limanlarıymış gibi kullanabileceğini düşündüğü Sloven kıyılarından, tıpkı 1918 yılı öncesi gibi rahatça ticaret yapmayı ummaktadır. Almanya da menfaatine dayalı tarihi refleksinin devamı niteliğinde bir siyaset izler. Avusturya’nın desteklediği Slovenya’yı onlarda destekler. Slovenya, Almanya için de vazgeçilmez bir limandır. Alman gemileri için koskoca Batı Avrupa kıyılarını dolanmaktansa Avusturya üzerinden tırlar ile Slovenya’nın Koper limanına gelmek en kestirme ve en karlı yoldur. Vakit kaybetmeden Slovenya’nın bağımsızlığını her iki ülkede tanır. Ardından da Slovenya’nın Katolik kız kardeşi Hırvatistan bağımsızlığını ilan eder. Hırvatistan da çevresine kendini tanıtmayı başarır. Hemen ardından federal ordu bu iki ülkeye savaş açarak ortalığı kan gölüne çevirme planlarını devreye sokar. Zagreb, Dubrovnik topa tutulur. Maribor’dan, Dubrovnik’ten dumanlar yükselir. Sırtını AB ülkelerine dayayan Slovenya, biraz coğrafi konumunun biraz da hazırlıklı oluşunun avantajı ile federal orduyu kısa sürede püskürtür. Hırvatistan da benzeri bir şekilde ülkesinin bir kısmından Sırp kuvvetlerini atar ve Dalmaçya kıyıları ile kuzeydeki “Slavonya” denen coğrafi bölgenin büyük kesiminde kontrolü ele geçirir. Ancak Hırvatistan’daki Sırplar, (Krajina Sırpları) bölgede Knin merkezli bir yönetim tesis ederek Sırp hükümetinin Hırvatistan ile savaşında ileri karakol olma hatasını yaparlar.

 

ÖLÜM SESSİZLİĞİ

 

Bilhassa Yugoslavya’nın batısında sürmekte olan bu savaşta, ülkenin geri kalanında çıt çıkmamaktadır. O cenahta ölüm sessizliği hüküm sürmektedir. Ve tam da o sırada toprakları adeta JNA(Yugoslav federal ordusu) tarafından güzergah olarak kullanılan ve halkı da Hırvat ve Slovenlere karşı savaş için askere çağrılan Bosna-Hersek, federasyona asker vermeyeceğini dünya aleme ilan eder. Kısa süre sonra da referanduma gidilir. Bilge Kral Aliya meclisteki o tarihi konuşmasını yapar. Mecliste Karadziç’in “Burada bir savaş çıktığında Müslümanlar kendini savunamayacaklar ve yok olacaklar.” Sözüne karşın  Alija, “Muslimanski narod neçe nestat! – Müslüman halkı asla yok olmayacak” sözünü söylediği günler de aynı günlerdir. Çetniklerin sokak başlarını tuttukları terör ile dolu bir referandum ardından Bosna Hersek de bağımsızlığını ilan eder. İşte ne olduysa bundan sonra olur. Slovenya’daki durumu kabullenen Yugoslavya, Slovenya’dan dönen ordu birliklerini Banya Luka yakınlarına konuşlandırır. Orduya ait silahlar burada milis güç mahiyetindeki sivil Sırplara verilir. Sırp milis güçleri bölgede teşkilatlandırılır. Obüs topları, Yugoslav yapımı Orao uçakları ve 1945’ten bu yana ağzına kadar doldurulmuş ve tek bir savaş görmemiş silah depoları ölüm olur Müslüman Boşnakların üzerine yağar. Ancak birlikten ayrıldığını ve bağımsızlığını ilan eden Mahzun ve mazlum Bosna’yı bir süre ülkemizden başka kimsecikler tanımayacaktır. Sonrası ise herkesçe malum. Avrupa ve NATO, Eski Yugoslavya ülkelerine silah ambargosu uygular.

 

KATLİAM VE SOYKIRIM

 

Neticesinde katliam ve soykırım başlar. Sözde silah ambargosu vardır. Ancak Sırplar, Tuna yolu ile istedikleri silahları bölgeye getirmektedirler. Sırpların sınırları hiçbir surette kontrol edilmez. Pirot’tan Niş’e giren Bulgar kamyonları Rus yapımı binlerce silahı Sırbistan’a taşırken Drina’yı geçen kamyonlar Vişegrad’da, Gorazde’de, Bijeljina’da ölüm yağdıran Sırp ordusunu besler. Romanya’dan dahi yüz binlerce ton tıbbi malzeme, silah ve erzak Sırbistan’a getirilmişti. “Dostumun düşmanı düşmanımdır” mantığı devrededir.

Hırvatlar için de durum aynıyla vakiydi. Onlarda coğrafyanın kendilerine sağladığı tüm avantajları sonuna dek kullandılar. Bu avantajlar sayesinde de ambargoyu kolayca tarumar ettiler. Haritaya bakacak olursanız; Slovenya’ya doğru sırtını yaslamış olan Hırvatistan’ın oldukça uzun kıyıları ve sayısız adası bulunmaktadır. İşte bu yerlerden ülkeye bol miktarda İtalyan, Alman ve Amerikan yapımı silahlar gelmekteydi. Peki bunlara karşılık Boşnaklar ne yapıyordu? Denize tek kıyıları Neum adındaki bir sahil yerleşkesi olan Bosna Hersek’in bu kıyısı da önünde duran koca bir Hırvat yarımadası (Peljesac) ile kapalı olduğundan işe yaramaz haldeydi. Dahası bu bölge tamamıyla Hırvatların kontrolündeydi. Nereden silah taşıyacaksınız? Size silahı kim getirecek? Denize en yakın bölge olan Hersek zaten savunmanın en kötü durumda olduğu bölgedeydi.

 

MOSTAR’IN ARSLANI

 

Burada işi büyük ölçüde Sefer Haliloviç ve emrindeki bir avuç Bosna ordusu mensupları götürüyordu. Sancak kökenli Haliloviç için aslında “Mostar’ın Arslanı” demek daha doğru olur. Zira o olmasaydı Mostar’ın Müslüman halkı organize olamayacaktı. “Doğru zamanda, doğru yerde olmak” sözü de tam da bu nokta karşılığını bi hakkın bulmuştu. Bu durumu da şüphesiz savaş zamanı kadrosunu çok iyi oluşturan Alija’ya borçludur Boşnaklar. Yakındaki Adriyatik denizi ise Boşnakların geriye kalan ilk ve son umududur. Ancak bu denizi de Nato gemileri devriye gezerek kontrol etmektedir. Sözde genel ambargo, aslında Boşnaklara karşı işleyen bir şekle dönüştürülmüştü. Savaşın yayılmasını engellemek ve barışı korumak kisvesi altında, oyunun en önemli sahnesi buydu. Savaşın son aylarında doğru dürüst bir ordusu olmayan Malezya, ambargoyu deleceğini açıkladığı sırada İslam ülkeleri adına gelen ilk ciddi ve cesur bu hareketlenme ile Avrupa devletleri Bosna’da tarafları bir barışa zorlama gereğini hissetti. Çünkü Bosna ordusu da artık toparlanmış ve Banya Luka’ya 10 km.’ kadar yaklaşmış ve Oluja Operacia (Fırtına Operasyonu) ile her geçen gün Sırpları biraz daha püskürtmekte ve kıstırmaktaydı. Hele bir de kuzeydeki üç kilometrelik Posavina koridoru kapatılır ise Doğu Bosna ve Batı Bosna’daki Sırp bölgeleri ikiye bölünecek ve Boşnakların ülkelerini kurtarması an meselesi olacaktı. İşte” mazlum taraf bu işe hiç girişemeden barış alelacele tesis edilmelidir” mantığı ile apar topar Dayton Barış Antlaşması imzalanır. Sonuç ise Sırp tarafının yüzde 49 toprak ile ödüllendirilmesidir. Her şeyin sonucu Sırplar lehine bu ödül olmuştur. Sizce bir milletin topraklarını işgal etmek ve onları soykırıma tabi tutmak için nereden başlanmalıdır? Üstelik durduk yere ve sebep yokken Sırpları bir anda nasıl ateşlemek ve nasıl milliyetçi hale getirmek lazımdır ki bu savaşın katili haline gelebilsinler? Kız alıp verdikleri akraba oldukları insanların kapısına mavzerle gelip kasatura ile onları doğramak için bu millete ne demek lazımdır ki, bu kadar canileşebilsinler? Bununda cevabı 1989 yılında çevrilen bir filmde yatmaktadır.

 

BOJ NA KOSOVU

 

“Boj na Kosovu”

Kosova Savaşı’nı anlatan bu film, o günlerin Yugoslavya’sının fitilini ateşleyen ilk etkendir. Filmi burada anlatacak değilim elbet. Burada asıl bilinmesi gereken, böyle bir filmin varlığıdır. Toplumları ayrıştırmada savaşa neden olmada oynadığı roldür. Halkları kışkırtmanın en önemli ayracı olduğudur. Zira filmi izleyen hemen her Yugoslav, filmin sonrasında sinema salonlarını bilenmiş bir Sırp olarak terk ederek meydanlara akmıştır. Filme giren Boşnaklar ise dışarı çıktıklarında suçluluk duygusu ve hain ile özdeş “poturica” (Türkleşmiş olan) yaftası ile birisinin ardından bağıracağı güne dek habersiz yaşamıştır hayatını. Yugoslavya’da çok ciddi bir bütçe ile girişilen filmde Miloş, Sırpların kaybettiği savaş sonrasında, otağına atıyla bir prens edası ile geldiği Sultan Murad’ı öldürür ve hançerini kaburgalarına sokup döndürerek intikamını alır. Murad’ın katilini derdest edip yakaladıklarında ise Sultan, Miloş’a konuşması için izin verir ki, Sırp milletine bu filmde birazcık mesaj versin. Miloş da destan yazar adeta. “Sırbistan uşak kilimi değildir, Kosova’da bursa ipeğinden yastık değildir. Sırpların kafalarından başka değerli bildikleri uğruna ölecekleri şeyleri de vardır. Diyerekten canımı da alsanız Sırbistan’ı sizin altınıza sermeyeceğiz nutukları atar.” Filmdeki sözde Sultan Murad ise ölürken oğlu Bayezid’e milli mesajlar verir. Ancak bu milli mesajlar “oğlum sana diyorum gelinim sen anla” türünden aslında Sırp milletine verilen mesajlardır. Söz gelimi “Gözlerini Kosova’nın ötesine götür, Kosova’nın ardına bak! Orada Kosova’da Studenica, Zica, Lazarica, Ravanica kiliseleri var, oraya git! Sonra bunun ötesinde Sırp kiliseleri, Alman kiliseleri var, Ardından Roma, Floransa ve Venedik kiliseleri var, Sonra Paris ve Rouen’deki kiliseler var. Ardından bütün kiliseleri sayar ve Avrupa’nın içlerine gitmesini söyler. Yani Sırplar sözde Kosova’da Avrupa’yı savunmuşlardır. Filmde biraz da Avrupa’ya şirin gösterilir Sırplar. Neyse son nefesini vermeden ise oğluna masum Hıristiyanları nasıl kılıçla terbiye edileceğini de öğretir sözde Hüvendigar IV. Murat. Ve çan sesinin duyulduğu en uzak yere İslam’ın okunun ulaşmasını vasiyet ederek ölür. Ancak filmin diyaloglarında verilen esas mesaj ise daha sonrası içindir. Zira bu noktaya kadar Sırplık empoze edilmişken başka bir noktada dikkat çekmektedir esas filmimiz. Miloş boynu vurulmak üzere savaş alanının bir köşesine götürülür ve kafası bir kütüğe yanaştırılır. Arkasında Miloş’un kafasını kesmek için hazır bekleyen cellât bir Müslüman vardır. Mustafa adını almış Boşnaktır aslında ve amiri olan Türk komutandan alacağı “öldür!” emrini beklemektedir. Derken komutan konuşmaya başlar. Mustafa’yı kastederek; –Kimse inanamaz bir Sırb’ın Müslüman olduğuna. Der ve devam eder. Eğer Türkün bilekleri kanlı ise, kan, dönmenin (Boşnağı kastediyor) omuzlarına gelmelidir. Yani Türk’ten daha çok adam kesmelidir ki, Türk olduğuna inanalım. Ve Miloş büyük bir hayal kırıklığı ve tiksinti bakışı ile Mustafa’ya dönerek der ki:

-Bu ilmi iyi öğrenmişsin Mustafa.

Ve sonra Miloşa -Boş yere kanın dökülecek bre Miloş. Diyerek alay eden Hamza isimli Müslüman’a , Miloş dönerek son sözünü söyler.

-Bugün kanımla bir çizgi çektim.

-Ne çizgisi? Diye sorar, hamza.

-Seninle benim arama bir çizgi. Der Miloş.

Ve işte 1992 yılında başlayacak ve aralıksız 1995 yılına dek devam edecek olan soykırım ve katliamlarda, Josip Broz Tito’nun nefesi ile havada tuttuğu kristal küre Yugoslavya, bir filmin çektiği çizgilerin kan izleri ile doldurulmuş ve politikacılar tarafından anlaşma masalarında imzalanan diğer çizgilerle de günümüze 6 gerçek şehir devletçiği bırakmıştır.

Altı gerçek devlet ve bunlara ek olarak bir tane de dünyada türünün tek örneği olan “Bosna-Hersek devletçikler ve kantonlar arası federatif devletini” miras bırakmıştır.

 

BOSNA’YI BOĞAZLADILAR

 

Biz, 1990’larda, koalisyon hükümetleri ile tanıştığımız ve rahmetli Özal’ı gömdüğümüz günlerde vizyon tutulması ile Bosna’yı gözümüzün önünde boğazladılar. Elimizden geleni yapmaya fırsatımız dahi olmadı. O günkü Türkiye’nin o kadarcık sesi çıkıyordu. Şu anda ise Balkanlar’da Türkiye’nin oluru olmadan tek taşın oynamayacağı bir düzene doğru gitmekteyiz. Haydi bakalım. Artık Mübarekler, Ben Ali’ler, Kaddafi’ler, Esad’lar devrilirken koskoca bir medeniyet en ücra köşesindeki kıpırtılarına sahipleniyor ve bir daha uykuya haram dercesine dirilme yoluna çoktan girdi bile. Felçli bu coğrafya artık koparılan uzuvlarının ağrısına ve kaşıntısına dayanamadı. Ayağa kalktığını cümle alem gibi onlarda görmekte.  Kim bilir belki bizden sonrakiler medeniyetimizin koştuğu günleri de göreceklerdir. Buna yürekten inanıyorum. Dünyada buna böylece inansın..Tarih tekerrür ediyor. Gün, yanlış hesapların Bağdat’tan döndüğü gündür. Sizler de buna böylece inanın...

 

 

Benzer Videolar