60 yaşındaki insanları çocuk gibi kavga ettiren; evde televizyondan seyredilen maçlarda, uğur olsun diye ikide bir koltuk değiştirten; hatta tuvalete gidildiği zaman gol atılmışsa, maç bitene kadar “burası uğurlu geldi” diye tuvaletten çıkartmayan taraftarlık, nasıl olmuş ta tüm benliğimizi kaplamıştır?
FUTBOLUN KÜLTÜRÜ MÜ?... YOKSA, KÜLTÜRÜN FUTBOLU MU?
“Futbol, günümüzde artık sadece bir spor olmaktan çıkmış, ekonomik, siyasi, kültürel ve toplumsal açıdan bir iktidar ve güç nesnesi haline gelmiş durumda”
Acaba, her ülkenin milli karakteri yeşil sahalara nasıl yansıyor? Ülkelerin tarihi ve kültürü, milli takımlarının oynadığı futbolu nasıl etkiliyor? Ve daha da önemlisi, bu kültürler ya da ulusal kimlikler futbol’dan nasıl etkileniyorlar? Bunun için de gelin önce, futbolun ülkeler için önemine ve toplumların milli kimlikleriyle ilişkisine bakalım. Çünkü, futbol, günümüzde artık sadece bir spor olmaktan çıkmış, ekonomik, siyasi, kültürel ve toplumsal açıdan bir iktidar ve güç nesnesi haline gelmiş durumda.
BREZİLYA
Geniş kumsallar, kahve, samba,ve futbol...
İşte Brezilya için dünyada en çok kullanılan sözcükler bunlar. Kendilerini futbolun ülkesi olarak tanımlıyorlar. Gerçekten de burada, ulusal kimliğin en büyük sembolü futbol... Brezilyalılar futbollarıyla çok gururlanıyorlar çünkü oynadıkları futbolun aslında kendi milli karakterlerini de yansıttığına inanıyorlar... Vee sahada futbolcular; trübünlerde de taraftarlar futbol kanalıyla bu milli ruhu, tüm dünyaya yansıtıyorlar...
Bir çok ırktan gelen pek çok etnik gruptan oluşan, dünyanın beşinci en büyük ve en kalabalık ülkesi olan Brezilya’yı bir arada tutan bağlardan biri de kuşkusuz futbol sevgisi. Bu sevgi o kadar büyük ki, Dünya Kupası’nı neden kaybettiğini, iki yıl boyunca soruşturan tek ülke de yine Brezilya oldu.
Aslında, Latin Amerika’da ‘kriz’ denince akla gelen ülkelerden birisi de hep Brezilya oluyor. Brezilyalılar, ekonomilerindeki dalgalanmalarla, yüksek enflasyon oranlarıyla ve paralarından attıkları bol sıfırlarla hep dünya ekonomisinin gündemindeler.
ARJANTİN
Askeri darbeler, tango, hüzün, ekonomik krizler ve futbol...
Dünyanın neresinde olursa olsun bu sözcükler hep Arjantin’i anlatır... Aslında, Arjantin’e futbolun gelişi, bu ülkeye akın eden göçmenler ve nüfusun çoğunluğunun genç olması nedeniyle yaşanan kimlik krizi yıllarına rastladı. Bu nedenle, futbol, Arjantin’de de tıpkı Brezilya’da olduğu gibi, yeni milli kimliğin önemli unsurlarından biri haline geldi. Ve futbol sahası, adeta bu tangolar ülkesinde, zencilerin, beyazların, mestizoların ortaklaşa rol aldığı önemli bir sahne; hatta bir arena. Futbol burada da tıpkı Brezilya gibi, toplumun ideallerinin sembolü oldu.
Arjantin’deki azınlık grupları da futbol sayesinde, diğer alanlarda olmadığı kadar öne çıktılar.
AFRİKA
Yağmur ormanları, safari, yoksulluk ve futbol...
Uzun yıllar sömürge altında yaşayan yaşlı kıtayı işte en iyi bu sözcükler tanımlıyor. Afrika’daki herşey gibi futbol da bu kıtanın koloni tarihinden etkilendi. Bu kıtayı sömüren devletlerinin Afrika ülkeleri üzerinde her konuda etkisi oldu.
Futbolu Afrika’ya getirenler de tabii yine bu sömürgeci devletler oldu. Ve sömürgeciler de, futbolun bu ülkelerde milli bir kimlik oluşacak kadar önem kazanmasını herzaman engellediler. Bu nedenle, Afrika’nın kendine öz futbol tarihi asıl 1960’lardan sonra; yani, koloni dönemi bitince başladı.
TÜRKİYE
Deniz, güneş, turizm, misafirperverlik, batılıların dünya kupasında taktıkları lakapla yeniçeriler, ve futbol...
Doğu ile Batı’yı; Asya’yla Avrupa’yı birleştiren Türkiye’yi dünya işte bu sözcüklerle tanıyor... Türkiye’ye futbolu İngilizler getirdi. Bu konuda önce, İslama aykırılık tartışması yaşandı. Sonra da ‘ayaktopu’, 1930’lu yıllarda en popüler spor dalı haline geldi. 80’lerin ortalarına kadar futbola ilgi geniş olmasına rağmen, uluslararası karşılaşmalarda genelde hayalkırıklığı hakimdi.
“Türk milli takımının katıldığı uluslararası futbol karşılaşmalarında da kendini Avrupa’ya kanıtlama, Türklerin ne olduğunu gösterme duygusu hakim”.
80’lerdeki sosyal, ekonomik,ve siyasi değişikliklerle birlikte batıya açılım tartışmaları ve ulusal kimlik sorunu ön plana çıkmaya başladı. Futbol da, bu dönemde ortaya çıkan doğu-batı, ulusal-uluslararası tartışmalarının yansıdığı bir alan oldu.
Türkiye, milli takım tarihinde ilk defa 1996’da İngiltere’de oynanan Avrupa şampiyonası’nda finale kaldı. Bu başarı, Türk halkını çok sevindirdi fakat Avrupa’yla olan dengesiz ilişkisini değiştirmesinde etkili olamadı. Avrupa’ya karşın ezilme ve hatta rezil olma korkusu heryerde kendini hissettirdi.
1991’de Fenerbahçe- Atletico Madrid arasında oynanan alman kaleci Schumacher’in jubile maçında elektrikler kesilince atılan manşetler bunun en önemli göstergesiydi: ‘Almanya ve İspanya’ya rezil olduk!’ ve ‘Avrupa bize gülüyor!’
Aslında, bugün Türk milli takımının katıldığı uluslararası futbol karşılaşmalarında da kendini Avrupa’ya kanıtlama, Türklerin ne olduğunu gösterme duygusu hakim.
En sevilen tezahürat da meydan okuma hatta kendini kanıtlama sözcükleri içeriyor..
“Avrupa Avrupa duy sesimizi - bu gelen Türklerin ayak sesleri” - “Türkleri kimse yenemez” - ve “Avrupa koru kendini”
SÖMÜREN VE SÖMÜRÜLEN KARŞI KARŞIYA
“Fransa, yıllarca sömürdüğü yaşlı kıtanın çocuklarına bu kez kendi milli takımında yer veriyordu. Aslında, Fransızlar, bu manzarayla başarının temelinde adaletli ve eşitlikçi bir yönetim yattığını herkese gösteriyorlardı”.
Fransa’nın sembolü horoz, Afrika aslanı Senegal’e karşıydı. Aslında, geçen kupayı evine götüren, dünya şampiyonu Fransa, bu yılki karşılaşmalardan önce, kendi ülkesindeki aşırı sağcı ve milliyetçi akımların güçlenmesiyle meşguldü. Fransızlar, ülkelerinin çağdaş yapısını tehdit eden bu gelişmeye dur diyebilmek için meydanlarda, sosyal devletin temellerine sahip çıktı. Fransızlar dünya kupasına giderken, aşırı sağ karşıtı gösteriler ve pankartlar Fransa sokaklarına damgasını vurmuştu bile.
Bu hava, Fransa’dan binlerce kilometre uzaklıktaki Kore’ye ve Japonya’ya da yansıdı. Fransız milli takımının sahadaki dizilişi adeta aşırı sağ akımlara karşı yeni bir yanıt gibiydi.
Fransa, yıllarca sömürdüğü yaşlı kıtanın çocuklarına bu kez kendi milli takımında yer veriyordu. Fransız milli takımında Fransız kökenli oyuncu sayısı son derece azdı. Aslında, Fransızlar, bu manzarayla başarının temelinde adaletli ve eşitlikçi bir yönetim yattığını herkese gösteriyorlardı.