Gaziantepli bir gazeteci ve siyasetçinin hatıraları : Ali İhsan Göğüş
Oğuzhan Saygılı
Gazeteci ve politikacı Ali İhsan Gögüş geçtiğimiz yıllarda hatıralarını yayımlamıştı. Bu hafta sütunumu Ali İhsan Gögüş’e ve “Hep İsmet Paşa’nın Yanında” kitabına ayırdım.
Hatıraların sahibi Ali İhsan Göğüş, Cumhuriyetimizin kurulduğu yıl, dedesi Kethüdazade İbrahim Efendi’nin konağında dünyaya gelir. Küçük Ali İhsan daha 3 yaşındayken 39 yaşındaki babasını kaybeder. Artık zorlu bir yaşam kendilerini bekler. Daha sonra –Antep’in tuvaleti evin içinde olan ilk binası- bu konağı satmak zorunda kalırlar. Annesinin yapmış olduğu fedakârlıklar ve büyük bir aileye mensup olmanın avantajını değerlendirerek başarılı bir hayatın merdivenlerini tırmanır.
Yazarın babası Antep’in köklü ailelerinden “Göğüş”, annesi de hakeza “Dai” lerdendir. Kitaptan öğrendiğimize göre ailede ilim erbabı ve aydın oldukça fazladır. Yazarın dedesi (babasının dedesi) Antep Mutasarrıfı Mustafa Paşa’dır. Ali İhsan Göğüş, Başbakanlık eski Müsteşarı ve Devlet ve Milli Eğitim eski bakanlarından Hasan Celal Güzel Beyin dayısıdır. Antep’in savunmasıyla ilgili söylenen “Hani benim mor sümbüllü bağlarım” türküsünün sözlerinin yazarı halk şairi Deli Şerif (Dai) de dayısıdır. Diğer dayısı Antep Harbi’nin sembol isimlerinden, 1920’de Antep’in bir köyüne, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra iki çiftliğini de satıp, şehre okul yaptıracak kadar, ailesinin konağını da Milli Eğitim Bakanlığı’na hibe edecek raddede eğitimin önemine inanmış olan Dayı Ahmet Ağa’dır. Amcalarından biri İttihat ve Terakki’nin İstanbul’daki aktif politikacılarından daha sonra da Milli Mücadele’nin başlamasıyla Karakol cemiyetinde görev yapan, Antep direnişinin örgütlenmesinde unutulmaz katkıları olan, daha sonra da Gaziantep Halkevi Başkanlığı’nı da yapacak olan Ahmet Muhtar Göğüş’tür. Hatay Cumhurbaşkanlarından Tayfur Sökmen, babaannesinin kardeşidir. Diğer amcası Hüseyin Cemil de Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nden mezun olur, Arnavutluk’ta hocalık yapar, 1903’te Mecla-i Muarif (Kültürün Aynası) isimli Güneydoğu’da ilk Türkçe gazeteyi çıkarır. I. Dünya Savaşı sonrasında Antep’in İngilizlerin işgali döneminde Antep Haberleri isimli mukavemet gazetesini çıkarır. Daha sonra Hüseyin Cemil Bey tutuklanıp Mısır’da 9 ay boyunca esir kalır. Buraya geldiğinde bu esir kamplarında birçok esirimizin başına gelen akıbet, kendisin de başına gelir: gözleri kör olur… Bu mücadele adamını yazar kendisine bir rehber olarak alır. Dedesi, Hacı Taha Efendi şehrin en zenginlerindendir. Amerikalılar 1877’de dedesinin yanına gelerek Tıp Fakültesi kurmak istediklerini, bunun için gerekli arsayı parayla satmalarını isterler. Okul olacak yerin arsasını satmanın kendi prensiplerine uygun olmayacağını belirterek Kolejtepe semtinin tümünü okul ve hastane olması şartıyla kendilerine verir. Dedesinin ufkunun ne kadar geniş olduğunu da şu küçük ayrıntıdan anlıyoruz. Kolej kurulurken “Göğüş ailesinin çocukları burada okuyacaktır.” maddesini şartnameye koyar..
Kitabın ilk bölümünde yazarın çocukluğu, ilk ve orta öğretim hayatı, savaştan yeni çıkmış ve yeni il olmuş Gaziantep’in 30 ve 40’lı yılları çok güzel bir şekilde anlatılır. Birçok hatıra ve tarih kitabında karşılaştığımız bu dönemde Anadolu’nun fakirlik ve yoksulluğundan Gaziantep de, Göğüş ailesi de nasibini alır. Yazar, ayakkabıyı sadece okula gittiği zamanlarda giydiğini, otomobil lastiklerinden silgi yaptıklarını, müsamere yapılan önemli günlerde elbiseleri ödünç aldıklarını belirtir. Bütün yokluğa rağmen hayallerinin oldukça geniş olduğunu vurgular. Salgın hastalıkları karşı Gaziantep’te birçok önlemler alınmasına rağmen okulların dahi trahomlu ve trahomsuz olarak ikiye ayrıldığını, kendisinin trahomsuz okulda okuduğunu söyler. II. Dünya Savaşı’nın Avrupa’yı ezdiği, savaşın sesini kulaklarımızda, nefesini ensemizde hissettiğimiz yıllarda yoksulluk ve açlığın ülkemizde durumunu yansıtan ilginç, bir o kadar da acı bir anekdot anlatır. Yedek subay olarak görev yaptığı Ağrı’da komutanı bir Yüzbaşıdan dinlediği bir olayı şöyle anlatmaya çalışır: “İkinci Dünya Savaşı yıllarında Trakya’da askerler çamurlar içerisinde top çekerlermiş. …top çeken iri Macar kadanaları insanlardan daha değerli… Atların yemlerinin içine bir parça da üzüm katarlarmış. Tavla denilen ahırda yerde yem dururken askerler ellerini arkalarında tutmaları zorunluymuş. Yüzbaşının dalgın anında kedi gibi pençeyi atar üzümlü samanı ağzına atarmış Mehmetçik.” (s.49)
Göğüş, Gaziantep’te Halkevi’nin kurulmasıyla kültürel bir hareketliliğin yaşandığını, Pinokyo isimli kitabı ilk kez burada okuduğunu, okuma sevgisini burada kazandığını belirtir. Halkevi’nin çıkarmış olduğu, kültür dergisi olan Başpınar dergisini takdir eder. Bugün dahi aynı içerik ve dolgunlukta dergilerin olmadığını vurgular. Burada Batı musikisinde konserler verildiğini, Gaziantep’te dahi filarmoni orkestrasının kurulmasına Halkevi’nin ön-ayak olduğunu söyler.
Yazarın başarılı yaşamının ipuçlarını sezdiğimiz bu kitabında okuduğu okulların ve başarılı öğretmenlerinin faktörü hemen göze çarpar. İlkokul öğretmenlerinden Nilgün Hanım’ın Selanikli olduğunu, idealist bir öğretmen olarak Macar ve Romen danslarını, İsveç rontlarını kendilerine öğrettiğini, bundan dolayı sınıf olarak okul müsamerelerinde kendi sınıflarının hep önde olduğunu, kendisinin önemli törenlerde şiir okuduğunu, Atatürk’ün Antep’e geldiğinde kendisine çiçek sunduğunu, okul müdürleri Şakir Sabri Yener’in şair ve yazar olduğunu ve müdür beyin şiirini bir törende belediyenin balkonundan okuduğunu belirtir. Yazar ağabeyinin memuriyeti dolayısıyla bir yıl Kastamonu’da okur. Rıfat Ilgaz’ın klasik eserlerinden “Hababam Sınıfı” serisinin esin kaynağı olan, Kastamonu Ortaokulu’nda da okuduğunu filmdeki Mahmut Hoca tiplemesinin tarih hocaları Nihat Dicle olduğunu belirtir. Ortaokuldaki müzik öğretmeni Ferit Ginol’un Halkevi’nde konserler verdiğini, çok iyi keman çaldığını, halk oyunlarında ekipler çıkardığını yarışmalarda başarılı sonuçlar aldığını belirtir.
İstanbul Kabataş Lisesi’nde son sınıfı okur. Nihat Sami Banarlı, Faruk Nafiz Çamlıbel, Samih Nafiz Tansu gibi şair ve yazar öğretmenlerinin olduğunu öğreniyoruz. Samih Nafiz Tansu’nun modern bir tarihçi olmadığını ama hikâyeleştirerek tarihi anlattığını, tarih dersini sevdirdiğini belirtir. Bu öğretmeninden ne kadar etkilenip etkilenmediğini çok iyi bilmiyoruz ama Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarih bölümünde tamamlar. Üniversitede Prof. Dr. Mükrimin Halil Yinanç, Hamit Ongunsu, Tayip Gökbilgin, Doç. Dr. Cemal Tukin, Asistan İbrahim Kafesoğlu gibi hocalardan tarihi yaşayarak öğrendiğini belirtir. Kütüphanesindeki kitapların ezici bir çoğunluğunun tarih alanında olduğunu belirtir.
GAZETECİLİK YAŞAMI
Daha önceki paragrafta gazeteci Hüseyin Cemil amcasından oldukça etkilendiğinden bahsetmiştim. Ailede ikinci kuşak gazeteci olarak memleketi Gaziantep’te Güney Postası isimli yerel bir gazetede gazeteciliğe adım atar. Tan, Milliyet ve Akın gazetelerinin çeşitli birimlerinde çalışır. Dünya ve Cumhuriyet gazeteleri ile Türk Haberler Ajansı’nda yazı işleri müdürü olarak görev yapar. Kim dergisinde başyazarlık yapar. Türkiye Gazeteciler Sendikası kurucu üyesi olur. Basın Temsilcisi olarak Kurucu Meclis üyeliğine seçilir. Bu bölümde gazetecilik yaşamından kesitler sunar. Özellikle Menderes dönemi iktidarının siyasi olayları hakkında, iktidarın gazetecilere karşı tutumu hakkında ilginç bilgiler sunar. İktidarın muhalefete ve basına nasıl sansür uyguladığını anlatmaya çalışır. İktidarın 54 seçimlerinde Bölükbaşı’nı destekledikleri için Kırşehir’i ilçe yaparak seçmenin cezalandırıldığını, 57 seçimlerine giderken Kırşehir geri il olduğunu bu sefer de seçilen Bölükbaşı’nın önce dokunulmazlığının kaldırıldığını daha sonra da cezaevine gönderildiğini, Malatya’nın CHP’yi desteklediği için ilçesi Adıyaman’ı kendisinden ayırarak il yapılarak cezalandırıldığını vurgular. 27 Mayıs öncesi hükümetin Meclis’te Tahkikat Komisyonu kurduğunu, bu komisyonun üyelerinin tamamının iktidar partisinden olduğunu, hükümet tarafından radyoda muhalefet partisinin grup toplantısının haberinin dahi verilmeyerek öbür taraftan da iktidarın radyoyu istediği gibi kullandığından bahseder. İktidara yakın olan gazetelerin istediği kadar kâğıt aldığını muhalif olan gazetelere gerekli kâğıdın verilmediğini bu gazetecilerin de karaborsadan oldukça pahalıya aldıklarını belirtir. DP iktidarının özellikle son birkaç yılında basına karşı tutumunun çok acımaz olduğunun altını çizerek bu konuyla ilgili birçok örnek vererek birisini şöyle anlatır: “27 Mayıs askeri ihtilalinden altı ay evveldi. Ben Yunanistan'dayken yazı işleri müdürlüğünü Şahap Balcıoğlu yürüttü. O sırada Türkiye'de bir basın depremi oldu. Pulliam diye bir Amerikalı yazar, "12'ye 5 Kala" diye DP'nin artık sonu geldi anlamına gelen bir yazı yayımlamıştı. Ahmet Emin Yalman, Vatan gazetesinde Pulliam'ın yazısına yer vermişti. Arkasından Şahap Balcıoğlu Kim'de yayımlamış aynı yazıyı. Ahmet Emin ile Vatan'ın yazı işleri müdürü Selami Akpınar doğru hapishaneye. Kim alıntı yapıyorsa iki sene hapis cezası! Hapisten çıkışları 27 Mayıs'la oldu. Yunanistan'dan döndüğüm zaman Şahap Balcıoğlu'nu Paşakapısı'nda hapiste buldum.”(s.84) Yazar, bahsedilen bu sebeplerin 60 ihtilaline giden döşeme taşları olduğunu anlatır.
SİYASİ YAŞAMI
Göğüş, 1945 yılında CHP’ye üye olur. 1952’de Dünya gazetesinde çalışırken İsmet Paşa’nın gazeteye uğramasıyla başlayan tanışma daha sonra dostluğu dönüşür. 1957 seçimlerinde Gaziantep Milletvekili adayı olarak seçime girer. Olaylı 57 Antep seçimlerinde suçlu bulunarak soluğu Yozgat cezaevinde alır. 61’de CHP Gaziantep Milletvekili olarak meclise girer. 3 dönem milletvekili olarak görev yapar. İhtilal sonrası III. İnönü Hükümetinde İlk Turizm ve Tanıtma Bakanı ve Hükümet Sözcüsü olarak görev yapar. Yazar, eserin “Politikanın İçinde” başlıklı 3. bölümünde siyasi hayatının başlangıcı, I ve II. İnönü Koalisyon Hükümetlerinin kuruluşu, 22 Şubat Hareketi gibi konuları anlatılır. Üçüncü Bölümünde Bakanlık yaptığı dönemi, siyasi olaylarını, bakan olarak faaliyetlerini anlatır. 38 yaşında Bakan olur. İsmet Paşa’ya olan güvenini boşa düşürmemek için işine dört elle sarılmaya çalıştığını, makam aracına yastık koyarak bir yılda 40 bin km gezi yaptığını belirtir. Bakan olarak yaptığı çalışma ve icraatları anlatırken başarı hanesinin karşısına sadece kendi ismini koymaz. Bürokratından şoförüne kadar isimlerini zikreder. Kitabın son bölümünü parti içi muhalefeti anlattığı “İsmet Paşa’ya Karşı Gelenler” bölümü oluşturur. Partideki 8’ler Hareketi, Partinin 67 ve 71 Kongresi, 69 Seçimleri, Turan Feyzioğlu’nun partiden ayrılıp Güven Partisi kurulması başlıklı konuları anlatır. Bu bölüm aynı zamanda -yazara göre- İsmet Paşa’nın parti başkanlığından indirilmesinin adım adım planlarının yapıldığı, Ecevit’in de CHP’nin başına getirilişinin öyküsüdür. Yazarın İsmet Paşa’ya olan bağlılığını -kitabın isminden de anlaşılabileceği gibi hatta kitabın tanıtımının Pembe Köşk’te yapıldığını göz önünde bulundurarak- anlattığı şu cümlelerinden anlıyoruz: “Kuvayı Milliye liderlerine hayranlık duygularıyla büyümüştüm. İsmet Paşa’yı insan olarak görmezdim, o bir kahramandı. Onlar asırların ötesinden kopup gelen ve batmış bir topluluğu tekrar yücelten insanlardı. Bir insanın mucize yaratan insanlara bağlılığı neyse benim de İsmet Paşa’ya bağlılığım oydu.”(s.109) İsmet Paşa’ya suikast teşebbüsünde bulunulduğunda köşkte kendisini ziyaret ettiğinde çok sarsıldığını, ilaçla tedavi edildiğini anlatır. İsmet Paşa’nın siyasi başarılarından ikisini vurgular. İlki ülkemizin II. Dünya Savaşı’na girmemesi, ikincisi de 22 Şubat Talat Aydemir Darbesi’nin başarıya ulaşmamasında İsmet Paşa’nın başarılı politikaları olarak yorumlar. Talat Aydemir’in niçin başarılı olamadığını İsmet Paşa’ya sorar. Paşa’nın cevabı uzun yılların tecrübesinin gösterecek durumdadır. “Ben ölmeyi göze almıştım, Talat öldürmeyi göze alamadı. Bir kumandan muharebeyi evvela kafasında kaydeder. Kafasında muharebeyi kaybeden bir kumandanın zafer kazanması mümkün değildir. Talat kafasında kaybetti. İhtilalci müzakere etmez, müzakereyi kabul ettiği anda kaybetmiş demektir.” (s.106-7) Yazar, rahmetli Bülent Ecevit’i popülist olarak tanımlar. Bu görüşünü doğrulayacak kendisinin çok yakın olduğu birkaç olayı anlatır. İsmet Paşa’nın CHP’nin genel başkanlığından ayrılmasıyla yazar da partiyle yollarını ayırır. Politik yaşamı gibi hatıraları da İsmet Paşa’nın vefat etmesiyle sona erer.
DEĞERLENDİRME
Gaziantep’in -Cumhuriyet döneminde- yetiştirmiş olduğu önemli siyaset ve gazetecisinin hayat hikâyesini anlattığı bu eser, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin nerelerden bu günlere geldiğinin de tarihidir. Özellikle Gaziantep’in savaş sonrası, il olduktan sonraki durumunu ustaca anlatmaya çalışır. Öte yandan mesleğimin öğretmen olmasını göz önünde bulundurarak kendisini çok yönlü yetiştiren öğretmenlerin yoğurduğu hamurların nasıl kalıcı hale geldiğinin somut bir örneği olarak bu kitabı verebiliriz. Siyasi hatıraları da politikaya ilgi duyanların okuyabileceği sıcaklıkta olduğunu düşünüyorum. Son olarak da yazarın kendisine ait olduğunu tahmin ettiğim iki güzel vecizesini aktarıyorum. “Hayatta en önemli şey nerede yürüyeceğini, nerde duracağını bilmektir.” “İnsanı sıkıntılar mutsuz etmez, çelişkiler mutsuz eder. ”
Eğitimci, E-posta: ikizkuyu@yahoo.com
Hep İsmet Paşa’nın Yanında, Ali İhsan Gögüş, 174 s., Mart 2008, İstanbul, Remzi Yayınevi
Evin yapıldığı bu dönemde Antep evlerinde tuvaletler avlunun bir köşesinde olur.
Daha sonra bu konak annesinin ismini alarak “Emine Göğüş Mutfak Müzesi” olarak 2008 yılında açıldı.
Şimdi Oğuzeli ilçesinin köylerinden Yona köyü
Kadana: iri, cüsseli at demektir.