Giritli muhacirler, geldikleri Girit adasından aldıkları kültürünü olduğu gibi taşımışlar. Hamidiye Köyü’nü tesadüfen ziyaret eden veya bilip de merak eden ziyaretçileri olduğunda, kendini Girit’in bir köyünde olduğunu bile zanneder hayretler içinde kalırlardı.
Dr. Wassim Bekraki
wbekraki@hotmail.com
Girit adasından 1898 yılında göçe zorlanan Giritli Müslümanlar, Trablusşam vilayetindeki yaşam tarzları, Osmanlı Devleti’nin o zamanlar halen bir vilayeti olması sebebiyle, adetler açısından büyük değişiklik görmemiş olup yıllarca muhafaza edebilmişler. Asıl yabancılık Says Biko Sazanov’un 1916 yılında gizli olarak ortaya çıkan anlaşmasının uygulanmaya başlamasıyla olmuştur. Bu anlaşma, Fransa ve İngiltere devletleri arasında olup Rusya İmparatorluğu’nun desteğini de alan bir anlaşma idi. Ve bu anlaşmaya göre bu büyük devletler kendi aralarında Osmanlı Hilal topraklarını nasıl paylaşacaklarını konuşmuştur. Maalesef o zamanlar Osmanlı Devleti yanlış aldığı bir karar ile taraf olmadığı Birinci Dünya Savaşı’na katılmış ve kendi ölüm fermanını imzalamıştı. 1917 yılında, Rusya’nın başına komünistlerin gelmesi ile bu anlaşma ifşa edilmiş, ilgili vilayetlerde büyük bir panik ve korku meydana gelmiştir. Gene maalesef diyerek, Lübnan ve Suriye vilayetleri Osmanlı toprağından koparılıp Fransa sömürgesi altına girmiştir. Böylece, bu anlaşmanın ve daha sonra 1923 yılında ortaya çıkan Lozan Anlaşması ile Osmanlı toprakları şu anda bildiğimiz ülkeler haline bölünmüş her biri ayrı bir sömürge haline gelmiştir. Trablusşam vilayeti de bu konuda en şanssız vilayetlerden biri olup bir kısmı Suriye’de bir kısmı Lübnan içinde kalmış ve Osmanlı zamanında önemli olan bu vilayet maalesef Lübnan’da unutulan bir şehir haline gelmiştir. O zulüm daha bariz bir şekilde Giritli muhacirleri vurmuş olup daha önceki yazılarımızda tek bir ailenin çocukları iki ayrı vatanın insanı olmuştur.
HAMİDİYE KÖYÜ SAKİNLERİNİN YAŞADIKLARI
Öyle ki, Giritli Türklerin köyü ve ana damarı olarak inşa edilen Hamidiye köyü artık kendi etrafında tek kalmış insanların yarısından ayrı kalmış bir köy haline gelmiştir. Aynı ailenin evlatları iki yabancı ülkenin vatandaşı olmuştur. Bunun da ailemin içindeki örneği olarak öz ninem Halde Ralaki ve kız kardeşi Kalanzina. Biri Suriyeli diğeri Lübnanlı olmuştur. Evler ve mal mülkler de aynı akıbeti de paylaşmıştır. Şansız ailelerden biri olarak gene kendi ailemden örneği vererek onlarca hektar arazimiz Suriye toprağında kalıp evimizi bile tamir etme şansımız yoktur... Ama her şey bir yana, Giritliler Osmanlı’ya son dakikalara kadar sadık kalmış, Osmanlı Devleti de onları son ana kadar ihmal etmemiştir. Says Biko ve Lozan Anlaşmaları geldiğinde ise ellerinden bir şey gelmeyen Giritliler, kendi içine kapanık bir toplum haline dönüşmüştür Hamidiye’de. Lübnan’da ise zamanla asimilasyona tabi tutulmuştur. Ama hiç bir zaman birbirinden kopmamış her ne kadar iki ayrı ülkede kalsalar da kendi aralarında evlilikler ve muhabbetler devam etmiştir.
KÜLTÜRLERİNİ UNUTMAMA GAYRETİ
Giritli muhacirler, geldikleri Girit adasından aldıkları kültürünü olduğu gibi taşımışlar. Bu Trablus’ta her ne kadar daha az olsa da Hamidiye köyü yapısı dolayısıyla ciddi anlamda korumuştur. Bu yüzden tesadüfen ziyaret eden veya bilip de merak eden ziyaretçileri olduğunda, kendini Girit’in bir köyünde olduğunu bile zanneder hayretler içinde kalırlardı. Gelin abimiz Ahmet Şevki Paşazaki’nin ağzından bir kaç kelime dinleyelim. Diyor ki: ‘Says Biko Anlaşması Hamdiye köyümüzü Bölüp Tartus ilinin bir parçası haline getirdikten sonra, Hamidiye köyünde ilkokul açılmıştır. Bu da köydeki Cami vakfına ait bir dükkanda faaliyet göstermişti. Bu okul tek bir odadan oluşup tüm sınıfların tek bir hocası vardı. İşte köyün insanları Arapçayı burada okumaya başlamış ayrıca sömürgenin dili Fransızcayı da öğrenmeye zorlanmışlardır. Rahmetli babam – yani Abdulselam Paşazaki- bu okulun ilk öğrencilerinden olup ilkokul sertifikası alan az sayıdaki Giritlilerden biriydi.’
İşte bu kadar yalnız kalmış bir köyde, elbette ki evlilikler çok ayrı bir konu ve güzelliğe sahip olacaktı. Çoğu aileler hatta ilk zamanlar tamamı sadece iç evlilik yapıp dışardan hiç damat almazdı. Fakirlik bu gibi güzel günlerde işlemezdi. Ne de olsa söz konusu olan Giritli’nin gururudur. Her iki taraf elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırdı. Kız tarafı nişan olunca damat adayına bir ayakkabı bir de terlik ve bir gecelik elbise satın alırdı. Damat adayı ise nişanlısına iki çift ayakkabı ve ev için bir terlik, ayrıca gecelikler ve iç çamaşırlar alırdı. İç çamaşırlar özellikle üç renge sahip olacaktı: beyaz, siyah ve kırmızı. Bazen de pembe rengi de kırmızı yanına tercih edilirdi.
DAMAT SOKAKLARDA DAVUL VE DARBUKA İLE DOLAŞIRDI
Yatsı namazının ardından, evine giden damat adayı, yeni siyah şalvarını ve üstünde beyaz bir gömlek ve siyah bir ceket giyerdi. 60’li yıllarda bu elbise yerine yeni takım elbiseler yer almış. Bunları giyen damat kendi arkadaşları ve akrabaları ile köyün sokaklarını dolaşıp davul ve darbuka eşliğinde şarkılar söylerdi. Daha sonra hep beraber toplanıp mutluluk konuşmaları ve hikâyeleri anlatırlardı ki ortam bu mutlu hadisenin güzelliği alsın ki kafalardan kolayca unutulmasın. Bu grubun seyri genellikle köyün ana caddesi başından olup Cami’ye kadar devam ederdi. Damat adayı daha sonra Cami’ye girip normalde namaz kılmayan biri olsa da yatsı namazını kılıp çıkar ve dakikaları sayarak gelinin evine nerdeyse koşardı. Ve gelini alıp yeni evine giderlerdi. Yeni evli çift evlerine ulaştıklarına iki Giritli gençlerden evin kapısı önünde kılıçlarıyla üstten birleştirip gelin ve damat altından geçip evlerine girerler. Gelin ise hemen bir sandalyeye çıkıp evin kapısındaki üst kenara daha önce hazırladığı bir hamur parçasını oraya yapıştırır. Bu hamur parçası orda sabit durursa bu evlilik uzun sürecek anlamına gelir diye sevinir. Eğer düşerse Giritlilerin adetlerine göre bu evlilik hüsranla sonlanıp çabuk bitecektir. Bu işlemin ardından yeni evli çift evlerine girip evin kapısı arkasında her iki aileden biri bekler. Bir süre sonra damat kapıya gelir ve yeni eşinin bekârlığını simgeleyen beyaz bir kumaş parçası ile çıkar. Bu adet elbette İslam dinimize göre yanlış olsa da o zamanlar yapılan bir adet olup Arapça öğrenip dini kurallarını daha iyi bir şekilde öğrenen Giritlilerin adetlerinden çıkarılmıştır. Giritlilerin evlilik adetleri arasında halen Türkiye’de bilinen kına gecesi de vardır. Bu gecede gelinin ailesi, arkadaşları toplanır şarkı söyler ve mutluluk trilleri (ses titremeleri) söylenir. Daha sonra kına faslına geçip bu güzel günü hep beraber kadın kadına kutlarlar.
Hamidiye Köyü’nde yaşayan Giritlilerin başka özelliklerinden bahsedecek olursak evlenecek olan damat adayının muhakkak kendi alın teriyle ve ailesinin yardımıyla kendi evini inşa eder. Öyle ki Hamidiye Köyü’nde her ne kadar fakir olursa olsun, kendi evi dışında kirada oturan kimseyi bulamazsınız. Bu genç damat adayı evini bitirip iç döşemesini yaptıktan sonra, ailesiyle birlikte hazırlanıp hep beraber köyün imamı ve köyün önde gelen isimleri ile birlikte gelin adayının evine ziyarette bulunur, Allah’ın emriyle ve peygamberin kavliyle kızı oğlanlarına isterler. Bu ziyaret Giritlilerce Proxinia adıyla bilinir. Bu ziyareti takip eden birkaç gün içinde genellikle kız tarafı kabul ile sonuçlanır ve nişanlılık süresi başlar. Bu da evin tamamen hazır hale gelene kadar kısalıp uzayabilir.
KIZ TARAFININ YAPMASI GEREKEN HAZIRLIKLAR
Evlilik hazırlıkları sadece erkek tarafında kalmaz elbette kız tarafının yapması gereken bir sürü hazırlıklar vardır. Hatta Giritlilerin adetlerince kız tarafı kendi kızının çeyizini ta sekiz yaşından itibaren başlar. O tarihten itibaren çeyiz için tabaklar ve kâseler ve çarşaflar ile havlular gibi bazı evin ihtiyaçları ve hakiki yünden oluşan bir yatak ile bazı yorganlar alınıp saklanır. Nişan başladığında Giritli damat adayı müstakbel eşine altın ve takılar alır ve nişanlısının nişan yüzüğünü alır. Ama kendi yüzüğünü satın almaz. Elbette tüm altınlar 21 altın ayarlı olmalı. Buna karşın kız tarafı damat adayına her ne kadar fakir olursa olsun muhakkak bir nişan yüzüğü alır ki bu âdetin asıl amacı kız tarafının bu damadı gerçekten istediğini anlatır niteliktedir. Nişan süresinin bir başka âdeti olarak damat adayının gelin adayının evine yaptığı her ziyarette muhakkak eli dolu olarak gitmelidir. Elma, portakal, muz ve tatlı gibi her ne isterse muhakkak alıp öyle giderdi. Bu gibi ziyaretler evlilik merasimleri başlayana kadar devam eder. Bu da genellikle evlenmeden önceki Çarşamba gününde yapılırdı. Sokaklara masalar kurulur yemekler serilir ve içkiler konulur ki o zamanlar Giritliler arasında alkol içen çoktur. Alkol içmeyen aileler bu gibi içki ikramları yapmaz konulmasını hiç kabul etmezdi. Yeni nesillerde de dindarlık arttığı için hiç içkili düğün sofrası göremezsiniz artık. Masalar kurulunca darbuka çalmaya başlar şarkılar söylenir ve herkes dans ederdi. Bu adet 60’lı yılların başlarına kadar devam edip daha sonra dediğim gibi bir sürü değişikliklere maruz kaldı. Örneğin sokaklar yerine özel salonlar tercih edilmeye başlanmış alkol yerine dine uykun içecekler konulmaya başlandı. Ve maalesef eski folklor danslarını bilen nerdeyse kimse kalmamıştır.
GELİNİN BABASI ÇEYİZİ YENİ EVE TAŞIR
Bu coşkulu gecenin ardından, sonraki günün ikindi namazının ardından gelin babası köyün kahvesine gider orda kimi bulursa çağırıp evinde yıllarca hazırlamakta olduğu kızının çeyizini taşıyıp çok sevdiği kızının yeni evine taşırlardı. Giritli aileler çekirdek aileler olup genellikle bir ile üç çocuklu aileler olurdu. Beş çocuklu aileler ise oldukça kalabalık aile sayılırdı. Birçok Giritli de hayatı boyunca evlenmemiş hiç çocuk sahibi olmamıştır. Ama Giritlilerin belki en çok bilinen özelliği evlendiğinde tek bir eşle yetinip ikinci evliliğin nerdeyse hiç bulunmamasıdır. Hatta evlenip çocuk sahibi olamayan erkekler eşini hiç bir zaman boşamaz hayatı boyunca tedavi etmeye ve edilmeye çalışır. Ama hiç bir zaman boşanmayı ve başka bir hayat arkadaşı ile hayatı sürdürmeye çalışmaz. Bu yüzden Giritliler, gerek erkekleri olsun gerekse kadınları evlilik müessesesine çok saygılı olup birbirlerine son derece bağımlı ve saygılılar. Gerek sağlıkta gerekse hastalıkta olsun, Giritli erkeğin kalbinde sadece bir kadın vardır. O da Giritli’nin ne kadar sabit fikirli ve değişmez kafa olduğunu gösterir. Severse ömür boyu sever ve eğer birine küserse yıllarca küslüğünü ilk günkü gibi muhafaza eder. Belki de bu küslük onunla mezara kadar bile gidebilir. Komik olan şu ki, Giritliler kendi aralarında bu özellikleriyle övünürler ve şu cümleyi derler: ‘Kritikos tiho bilos’ yani Giritli inadıyla duvarı yerinden oynatır. Başka bir anlatımda duvarın yeri belki değişir ama Giritli’nin başına koyduğu şeyi değiştirmez. Giritli’nin inadına bir başka ilginç atasöz olarak: ‘ayksanda miris, ofzminda hronos’ yani ‘Altmış gün yetmiş sene’. Bu da demek oluyor ki Giritli’nin altmış günü mutlulukla geçsin ardından yetmiş sene üzüntülü kalmaya hapis kalmaya razıdır. Gerçi her ne kadar değişse atasözler, gerçek olan şu ki, Giritliler eşlerine en sadık insanlardan olup, buna da iten en önemli sebebin Giritli kadınların da bu konuda erkeklerden az kalmamasıdır. Giritli kadınlar erkekleri kadar, belki daha fazla evliliğine sadık olup tüm varlığıyla bu mukaddes hayatı yaşatmaya ve mutlu etmeye çalışır. Atasözleri ise sadece birer halk deyimi kalıp Giritliler kendi aralarında şakalaşmak için sarfeder. Evlilik konusunda belki son bir paragraf olarak evlilik sonraki günü anlatayım. Düğün sonraki ilk günde yeni evli çiftin yemekleri hazır olsun diye, daha evlenmeden önce sofraları hazırlanır ve evlerine onlar girmeden yerine konulur. İlk evlilik sofrası da genellikle deniz ürünleri yani balık ve benzeri yemeklerden oluşur. O da Giritlilerin genellikle denizcilikle çalıştıkları ve denize olan sevdalarındandır. Çoğu Giritliler balıkçılık ile çalışır bu işle geçinmeye çalışırlar. Yenilen bu ilk evlilik yemeği ardından, yeni evli çiftin aileleri ikinci günde ziyaretlerine gelir, herşeyin yolunda gittiğini ve bir sonraki günün yemekleri bırakabilmek için ziyaret ederler. Hayat şartları zor olan Hamidiye’deki Giritliler, 2 gün veya 3 gün sonra normal hayatlarına döner, erkek rızkını aramaya, hanımı ise ev işlerine başlar...