Güçlü Türkiye Herkese Lazım, Kıymetini Bilelim
Gezi Parkı olaylarının gündemi meşgul ettiği günlerde olayların oluş nedeni konusunda ortaya atılan birçok konu başlığı telaffuz ediliyordu. “Çevre bilincine sahip bir grubun” tepkisi, olayların görünen yüzü olsa da, hükümetin, iktidarları döneminde Türkiye’nin ekonomik anlamda göstermiş olduğu atılımlarla oldukça güçlü bir ülke haline geldiği, bu durumun da bazı kesimlerde rahatsızlık uyandırdığını, ortaya çıkan eylemlerin çevre bilincini aşarak bir isyana dönüşmesinin bu kesimlerin tezgâhı olduğu iddiası da konunun taraflarınca epey tartışılacak türden. Aslında olayların Gezi Parkı dışına taşıp ülkenin birçok şehrinde eylemlere dönüşmesi konuyu memleket meselesi haline getirdiğinden doğal olarak konunun etrafındaki taraf kavramı içerisine tüm vatandaşların dâhil olduğu bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Her akşam maruz kaldığımız tencere tava gürültüsü altında, dünyaya yeni gelen bebeğimizi uyutma kâbusunu yaşadığımızı düşünürsek bu yüzden bile, eşimle konunun tarafı olma hakkımız olduğunu söyleyebilirim. Zira başkasının özgürlük sınırının başladığı noktada bir diğerinin özgürlük kullanma imtiyazının son bulması gerektiğini düşünenlerdenim.
KONU HASSAS VE GENİŞ
Konu gerçekten hassas, kişisel rahatsızlıklardan, memleketteki güvenlik meselesine kadar geniş bir etki alanına sahip. Taraflara düşen olayları hukuk ve demokrasi penceresinden, hakların kullanımı noktasında çadırı yakılan çevreci gençle birlikte, yeni tanıştığı dünyada bir bebeğin huzurlu bir uyku uyuma hakkı olduğunu düşünen anne babaya kadar her kesimin hassasiyeti ile yorumlamak olmalı. Dedim ya! Konu hassas olduğu kadar, geniş de. Her bir taraf için ayrı ayrı ele alınmaya kalkılırsa sayfaların almayacağı kesin. Kendimi geçtim. Sadece başta hükümet tarafının iddiası açısından bakarak daha geniş bir kesimi kadraja dâhil etmek mümkün olacaktır diye düşünüyorum. Neydi hükümetin iddiası? Göstermiş olduğu ekonomik başarı sayesinde bölgesel güç olma adına büyük mesafe kateden Türkiye’nin bu durumu, bazı kesimlerde rahatsızlık meydana getirdi. Gezi Parklı bahanesi ile başlayan olaylar bu kesimler tarafından amacından saptırılarak hükümeti yıpratma niyetlerinin ön plana çıktığı bir boyuta bilinçli olarak dönüştürüldüğü yönündeydi. Demokrasi tarihi birçok kez müdahalelerle kesintiye uğratılmış bir ülkede, hatta sadece bu hükümet döneminde bile, parti kapatma girişiminden, başarısız darbe teşebbüsleri düşünüldüğünde, bu olayların bir hükümeti etkisizleştirme itibarsızlaştırma ve demokrasiyi sekteye uğratma girişimi olduğunu söylemek bir abartı olmaktan uzak görünüyor. Burada şu soruyu da sormak ta fayda var; Türkiye gerçekten ekonomik olarak güçlendi mi? Sorunun cevabını Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıkladığı verilerde arayalım. Twiter hesabından paylaştığı verilerde Mehmet Şimşek’in paylaştığı verilerin ilk sırasında devletin borçları geliyor. Buna göre IMF’e yapılan ödeme ile birlikte devletin dışarıya borcu kalmadığını belirten Mehmet Şimşek özel sektör borçlarının arttığını, ancak bu borçlar karşılığı teminatlandırılan özel sektör varlıklarının da hatırı sayılı ölçüde arttığı belirtiyor. Zira para piyasalarında kimse kimseye karşılığında teminatını görmeden bir kuruş borç vermeyeceğini, özel sektörün dışarıdan sağladığı kaynağın da gerek içerideki gerek yurtdışı bankalarındaki varlıklarından teminatlandırıldığı bilgisini de ekliyor Maliye Bakanımız. Ve verileri aktarmayı sürdürüyor. Türkiye 2002 yılında 9 milyar dolar enerji ithal ederken bu rakam 2012 yılında 60 milyar dolar olmuş. İç borç miktarı 2002 yılında 149,9 milyar iken bu rakam 2012 de 386 milyar dolar olarak görünüyor. Bunu verirken Mehmet Şimşek arkasından aşağıdaki verileri de ekliyor. Döviz+Altın rezervi 2002 de 28 milyar dolar iken 2012 de bu değer 119 milyar dolar, Haziran 2013’te ise 128,8 milyar dolar. Kişi başı milli gelir 2000 yılında Avrupa Birliği ortalamasının yüzde 30’u iken bu rakam 2012 itibariyle yüzde 56 olmuş. Gayri Safi Yurtiçi Hâsılada değişim yıllara göre şöyle olmuş; 1990 198 milyar dolar, 2002 230 milyar dolar ve 2012 786 milyar dolar. Veriler böyle sürüp gidiyor. Örneğin doksanlı yıllarda büyüme ortalaması yüzde 3’lerde iken 2003-2012 ortalama büyüme yüzde 5,1 olmuş. Kişi başına milli gelir dolar bazında üç kat artmış.
Özetle; Türkiye 2002 ye göre daha güçlü bir ekonomik güce daha demokratik bir sisteme sahip. Dünyanın ekonomik durgunluk yaşadığı son dönemlerde bu güçlülük ivmesinin gittikçe arttığı görülüyor. Olayların başladığı Mayıs ayında faizin tarihi düşük seviyesini gördüğünü de ben ilave edeyim. Yukarıdaki veriler ışığında, ülkelerin demokratik kazanımlarını güçlü ekonomik yapılarıyla desteklediklerinde anlam kazanacağı vurgulayarak yazımı bitirmek istiyorum. Bu bağlamda son olayları değerlendirirken, olayların ne amaçla yapıldığını ve sonuçlarının her anlamda kime ne kazandırıp, kimlere ne kaybettirdiğini anlamlandırmak daha kolay olacaktır