Güney Kıbrıs Seçimleri ve Ötesi

Güney Kıbrıs'ta (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde) geçtiğimiz 22/05/2011 pazar günü seçimler yapıldı. Seçimler neticesinde çıkan siyasi tablo, üç aşağı beş yukarı hemen hemen aynı. Çok değişik bir tablo çıksa idi ne olurdu?. Veya çıkan bu tablo ile ne olur? Her iki olasılıkta da birşey değişmez. Yani çıkardıkları ve bundan sonra da çıkaracakları siyasi tabloların, Türklere karşı bakış açıları, asla ve asla değişik olamaz. Rumların ve Yunanlıların Türklere bakış açıları, tarihin her döneminde ''en iyi Türk ölü Türk'dür'' olmuştur.

Sonuç olarak 1968'den beri süregelen görüşmelerin, Rum kesimindeki seçim neticelerinden etkilenmesi mümkün değildir. Önümüzdeki günlerde BM Genel sekreterinin gözetiminde, Cenevre’de buluşacak olan KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ve Rum Yönetimi Lideri Dimitris Hıristofyas'a şunu söyleyecektir ''Haydi elinizi çabuk tutun ve bu görüşmeleri sonlandırın'' artık. Kıbrıs sorunu çıktığından 1963'den bu güne kadar, kaç tane BM Genel Sekreteri geldi geçti, hesaplamakta güçlük çekiyoruz. Kaç tane BM Genel Sekreteri temsilcisi geldi gitti ve gidecek. Aslına bakılırsa Güney Kıbrıs Rum yönetimi, zamana oynamakta ve herhangi bir antlaşmaya istekli değildir.

 

NEDEN?

 

1- Kıbrıs Rumlarının 1963'de gasb ettikleri''Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti’ni'' hiçbir şekilde, Kıbrıs Türk tarafı ile paylaşmak istemiyorlar. Kıbrıslı Türklere yalnızca bir azınlık statüsü vererek, (onu da günü geldiğinde, Türklerle beraber ortadan kaldırmak kaydı ile) geçiştirmek istemektedirler.

2- 1963 Kıbrıs olayları çıktığı ilk günden bu yana, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne ahlaksızca arka çıkan Amerika, İngiltere, Fransa, AB, geçmişte

ve halen ''sosyalist blok, Sovyetler Birliği, bağlantısızlar Nasır-Tito-Nehru, Çin-Mao'' halen Arabı, çorabı, bunlar Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin arkasında oldukça, Rumlar asla ve asla, kendi istekleri dışında bir antlaşmaya imza koymazlar.

3-  1963'de Kıbrıslı Rumlar, ''Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurucu ortağı olan'' Kıbrıs Türkleri’ni, Kıbrıs Devleti’nden ve Hükümeti’nden attıktan sonra, Birleşmiş Milletler Mart 1964'de aldığı bir kararla, Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’ni adeta Rumlara tapulamıştır. 47 yıldır nerede insan hakları?. Nerede Lahey Adalet Divanı. Bütün bunlardan sonra Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni ödüllendirerek kendi içine üye yapmıştır. Ey Avrupa Birliği, hani nerede verdiğin sözler?. Hani nerede Kıbrıs Türkleri’ne uygulanan izolasyonlar-ambargolar kalkacaktı. Kıbrıs Rum tarafı bu kadar avantajlı durumdan sonra, kendisinin dizayn etmediği bir antlaşmaya imza atmaz. Kendi kendime hep sormuşumdur, yukarda da görüleceği gibi ve hatta daha geriye 18'inci asrın başlarına gidildiğinde, Yunanlılar ve Kıbrıslı Rumlar neden ve nasıl dünyayı arkalarına almışlardır? Osmanlı'nın eğitime, bilime tekniğe, sanata, kültüre gereken ilgiyi göstermemesinin yanı sıra Dışişleri Bakanı ermeni Birçok elçileri Rum-Yunan olmasının da payları bulunmakta olduğuna inanmaktayım. Bunun yanı sıra Cumhuriyet devrinde bile, özellikle İnönü iktidarı sırasında körü körüne dış politika zafiyetlerimizin rolü de oldukça yüksektir. İnönü devrinde 12 Adaları ve/veya en azından burnunun dibindeki adaları, böyle bir vurdum duymazlıkla kaybetmişizdir. Türkiye’nin güney kıyılarının bağrında bir hançer gibi duran, Osmanlı mirası mercimek büyüklüğündeki Meis adasına bile, rahmetli gazeteci Ömer Sami Coşar'ın yaptığı gibi bir Türk Bayrağı çekerek sahip çıkamadık. Daha sonraları aklımız başımıza geldiğinde. Kardak Kayalıkları için bile harbi göze almışızdır. Yunanistan Ege Denizi zaten çantada keklik. Akdeniz’e gelince Rodos’tan ta (Mercimek) Meis’e ve oradan  KIBRIS'A kadar olan bölgeyi de kedi münhasır ekonomik bölgesi olarak ilan etmiştir. Kısacası Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki seçim sonuçlarından hiç birşey beklememeliyiz. Bundan sonra yapmamız gereken  Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıtmak ve yaşatmak olmalıdır. Bu konuda Türk Dışişlerine büyük görevler düşmektedir. Türk Hariciyesi gerekirse bazı önemli hususlarda artık ray değiştirmelidir. Yeter ki Kıbrıs adası, bir zamanlar Osmanlı'nın Tuna

nehrindeki Adakale’si gibi unutulup, daha sonra da çırpınılmasın.

 

 

 

 

Benzer Videolar