Harput’tan Hırvatistan’a -4

Kosova'dayız. Zaten burada bir parçamız ile hep vardık. Priştine, Prizren, Cakova, İpek hep bizden şehirlerdir ve buraların insanına da muhabbet beslemiştir ülkemiz insanı. İşte bu muhabbet ile Kosova'ya girişten itibaren daha Mitrovica'dan başlayan Arnavut çoğunluklu bölgenin ve aynı zamanda Kosova'nın merkezi Priştine'ye geliyoruz. Fakat burada durmadan devam ediyoruz. Priştine'de görmeye değer bir avuç obje yerine dikkatimizi ve zamanımızı, erkenden ulaşmaya çalıştığımız Prizren'e vermek için yola devam ettik. Priştine'de görecek ne vardı ki zaten? Şehrin ortasına dikilmiş olan ve ülkedeki tüm Katolikleri içerisine soksanız ancak dolabilecek devasa Katolik kilisesini mi görecektik? Yoksa Rahibe Teresa anıtını mı? Yapay onca sembolle kimliği değiştirilmeye çalışılan ve bunda da bir hayli başarılı olunmuş bir şehir doğrusu hiç ilgimizi çekmedi. Şehre defalarca kere gelmiş olan birisi olarak, Priştine'de hiç bir şey bulamadım desem yeridir. Tito'nun Priştine'de yaptırdığı kütüphane binası bile bence Priştine'nin en görülmesi gereken binasıdır. Hepsi bu ama. Priştine, Kosova'nın Ankarası. Soğuk ve monoton  bir kent. Tarihi yapıları parmakla sayılacak kadar az. Öyle ki durmadık dahi. Sultan Murad'ın ruhuna fatiha göndermek için türbe duvarına yaslanmaya gerek de yoktur kabilinden yola devam edip, vaktimizi Prizren için ayırdık. Kosova Turizm Bakanlığı bu konuda bir şeyler yapmalıdır zira mevcut hali ile Priştine'nin turistik tek bir çekiciliği yoktur. Yolunu kaybeden turistler müstesna. Biz de yola devam edip, yağmurlu bir akşam günü Prizren'e ulaştık. Otelimiz Hotel Albes idi ve bir inşaat şirketindeki yönetici dostumuz sayesinde bizleri bir güzel ağırladılar. Ticaret kültürüne sahip insanlarca işletilen güzel ve temiz bir oteldir Hotel Albes.  Ertesi gün ise Prizren gezisi yapıldı. Balkan Günlüğü sayfalarında Prizren'e doyuracak kadar araştırma haberi bir güzel verildiği için bu şehri detayına kadar anlatmak istemiyorum ancak şunu ortaya koymakta fayda var. Şehre girişimizde Türkçe konuştuğumuz için yanımıza yaklaşan bir orta rütbe subayımız nedense iktidarı eleştirme gereğini hissetti. Oysa yanımızda ampul bile yoktu ama herhalde gruptaki başörtülü bayanlardan dolayı "algıda seçicilik" ile bize yöneldi ve formalite bir selamın ardından mevzuya girdi. Üzerine ne kadar vazifedir bilmem ama iktidara verdi ve veriştirdi hazret. Sanıyorum İpsala sınırından çıktıktan sonra bazılarımız, eski İttihat ve Terakki alışkanlıklarını bırakamıyorlar olsa gerek. Balkanların ortasında, Prizren şehrinde hala bu toprakları neden 100 yıl önce bir kaç hafta içerisinde kaybettiğimizi bilmeyen tarih cahillerinin olmasına hiç şaşırmadım. Zira 100 yıl evvel de, askerler içerisinde Hürriyet Fırkası, İttihat Fırkası gibi saçma sapan parti ayrımları ile dilini ve vaktini meşgul eden ve devletini eleştiren tipler vardı. Selanik, biraz merkezden uzakta diye orada örgütlenmişlerdi. İstanbul'da yönetimi eleştiren tek subay yokken, Selanik bir kurtarılmış bölgeydi. Şu anda o da yok.

 

 

 

 

 

 

MEVZUYU OKUYAMIYOR BAZILARI

 

Selanik de kalmadı, diğer şehirler de. Ama mevzuyu okuyamıyor bazılarımız nedense. Yok TİKA'nın cami onarımları tepki çekiyormuş, yok TİKA dağa taşa mermere fazla yatırım yapıyormuş, yok çok dinci görünüyor muşuz gibisinden ve saire alışık olduğumuz tipik "Kadıköy, Karşıyaka, Çankaya, Beşiktaş seçmeninin" sitemlerine şahit oluyoruz. Ardından da bize propagandasını yapmayı ihmal etmiyor hazret. "Asker dinsiz değildir. Bak biz burada kaç çocuğu sünnet ettiriyoruz, iftar programları veriyoruz" gibi, sanki sünneti elleri ile yapmış gibi de anlatma gereği hissediyor. Sanki biz ordumuzu dinsiz sanıyoruz da. Sabır yarabbi. Ancak devlet bütünlüğü hissinden uzak insanlar bunları söyleyebilirdi. Zira sünneti yapan ordu, devletin ordusudur. İftarı veren ordu da aynı ordudur. Ordu devletin, devlet vatandaşın. Vatandaş ise vergiyi ödeyen, yükü sırtlanan kişiler. Yani vergiyi de bizler veriyoruz. Ama nedense ödediğim vergi ile yapılan iş, bana propaganda olarak geri dönüyor. Hiç çekemem doğrusu Kosova'nın ortasında postallı mesajları. Orada verilmesi gereken mesaj, "İşte Türkiye budur! Hep beraber olduğumuzda işte buralarda böyle yücelmekte ülkemiz’ mesajı ya da ‘Kosova'ya Hoşgeldiniz’ veya ‘Burada emin ellerdesiniz’ mesajı olmalıydı. Evet evet haklısın dedik ve asker amcadan uzaklaştık. Sağolsun selam verip, ulusalcı diyalogu ile 20 dakika ağaç etti bizi meydanda. Zaten Prizren'de topu topu 1 bilemediniz 2 saat vakit geçirecektik. Bunu da yemiş oldu. Bahsettiğim hadisedeki asker amcanın ismi üzerinde yazmasına rağmen hiç alma gereği duymadım ancak yanımdaki onca insan bu muhabbete şahittir. İsim alıp da ne yapacağız ki? Bizde şükür ki fişleme geleneği yoktur. Ama işte fişin alâsı burada. Ayıbı buradan halka duyuruyorum. Zira vatandaş olarak vazifem ismi not edip şikayet etmek olsa dahi, o an o sıkıcı diyalogdan uzaklaşma çabası ve grubumu Üsküp'e vaktinde yetiştirmenin verdiği kaygı ile aklıma dahi gelmiyor. Bu ekşi "Prizren stand up sohbeti" rezilliğinin ardından şehirde gezilecek mekanları ufaktan gezdik. Arnavut tarihinde önemli "Prizren Birliği" toplantısının yapıldığı evi ve başlıca camileri gezdik. Cami derken hemen ekleyeyim. Çok enteresandır ki, Kosova'da TİKA'nın bir Fatih Camii restorasyonu 3 yıl gibi bir sürede nasıl bitmez anlamak zor. Şükür ki bitirdiler geçenlerde ve rahatladık. Düşünüyorum da acaba, "cami restorasyonu biterse yapacak işimiz olmaz da rapor verecek iş bulamayız" kaygısı mıdır bu işleri uzatan ana sebep? Neyse diyoruz ve bir kaç hediyelik aldıktan sonra yola çıkıyoruz. Süleymaniye camiinin dahi restorasyonu bu kadar uzun sürmedi. Ne yapıyor bu mübarekler Süleymaniye de değil ki ortadaki eser? Altı üstü 400-500 metrekarelik bir Fatih Camii. E hal böyle olunca da tabi üzerine vazife olanın da olmayanın da dikkatini çekebiliyor bu işler. Tabii ki doğru icraatlar da yanlış iş olarak algılanabiliyor. Nedense mühendislik ve restorasyon meselelerinde hızlı ve seri iş çıkarma konusunda yurt dışındaki kurumlarımızda bir sıkıntı var. Mostar Köprüsü gibi bir yapı, 6 yıl süren onarım ile eski haline getirilmişti. Bunu anlamak zor değil. Harap edilmiş Mostar Köprüsü’nün taşlarının Neretva'dan çıkarılması, kopyalanması, uygun taşın aranıp bulunup temin edilmesi, Türkiye'den 65 taş ustası ve yüzlerce işçinin getirilmesi orada 6 yıl barındırılması maaşlarının ödenmesi işte bu gerçekten 6 yıl sürecek bir iştir. Hiç de harabe halinde olmayan bir Fatih Camii’nin onarımı nasıl 3 yıl sürer? Bunu yetkililere düşünmeleri için havale ediyorum. Normal diyorlarsa ortada normal olmayan şeyin farkında değiller demektir. İşte bu mülahazaları da yerinde analiz edip, Prizren'den ayrılıyoruz. Prizren'den sonra, Kosova'yı Makedonya'dan ayıran Şar Dağları’nı(Arnavutça'da testere demektir) sağımıza alaraktan Üsküp'e doğru yola çıkıyoruz. Yol iki saatten az sürüyor ve Üsküp, Makedonya sınırından girer girmez kısa bir mesafe sonra bizleri karşılıyor. Ama Üsküp o bizim Üsküp değil gibi... O da ne? Minareler görülmüyor. Çayır mahallesinin, Vardar Köprüsü arkasındaki minarelerle dolu silüeti yok. Minareler görülmüyor. Çünkü Vardar Nehri’nin kıyısına ve nedense sadece Müslüman mahallesi tarafındaki kıyısına birbiri ardına 30 metre yükseklikteki anıtsal binalar inşa edilmiş. Makedonya Arkeoloji Müzesi ve yanında bir yığın devasa bina. Bu binalar şehrin Müslüman kısmının görülmesine en önemli engeli teşkil ediyorlar. Hepsi Neoklasik stil faşist mimariyi anımsatan devasa yapılar. En ufağı için harcanan para ise 35-40 milyon Euro. Peki Makedonya'nın bu kadar parası var mı?

 

MÜSLÜMAN KİMLİĞİNİ YOK ETME ÇABALARI

 

Bulmuşlar bir yerlerden. Kim bilir belki bizim Eximbank kredileridir diyerek geçiriyorum içimden. Ve nehrin diğer yakasına Makedonların çokça yaşadığı tarafa bakıyorum. Burada nedense hiç öyle büyük anıtsal bina yok. Büyük genişçe bir açıklık, meydan. Belli ki merkezi hayat burada dönsün ve göze burası çarpsın istemişler. Bundan dolayı da Paris'tekine benzer bir zafer takı ile devasa bir İskender heykeli dikmişler. Büyük İskender tek kelime bile Slavca bilmezdi oysa. Makedon’du ama o zamanlar Makedon demek, Yunan demekti. Fakat günümüzde Makedonya denen ülke, aslında Makedonya adındaki coğrafi bölgeden kendisine tarih ve saygınlık devşirmeye çalışan köylü Slavların ülkesidir. Bulgarlar dahi adamdan saymazlardı Makedonları yakın zamana dek. Aksanları Bulgar köylü aksanına benzediğinden Bulgarlarca sıkça "Siz Bulgarsınız" şeklinde incitilmişlerdir. Neden inciniyorlar bu da enteresan. Zaten Bulgar bunlar. Ancak Makedonuz demek farklılığı onlar için, içerisinde yıkımlar, tecavüzler ve katliamlarla dolu olan ve övünecek bir şey bulunmayan Bulgar tarihinden daha farklı bir karizma veriyor. Böylece, "Bulgarız" demek yerine İskender'in bir kaç bin yıl önce, Hindistan'a dek uzanan imparatorluğunu sahiplenmeye itiyor. Bu noktada ise Yunanlılara çarpıyorlar ve isim problemleri devam ediyor. Kendilerine buradan mesaj göndereyim. Bu isim problemleri Yunanistan yıkılana dek devam edecektir. Yunanistan'ın yıkılması için de girmeye çalıştıkları Avrupa Birliği’nin yıkılmasını beklemek durumundalar.

 

ÜSKÜP BİR SAAT MESAFEDE

 

Bu da zaten yakın zamanda olacak bir iş de değil. Aslında ortada acınacak bir durum da vardır. Bir devlet düşünün ki, yakın tarihinde sembol yapacağı hiç bir şey bulamıyor ve yakınındaki bir milletin 2300 sene önceki kahramanlık hikayelerini sahipleniyorlar. İşte size Makedonya. Ve biz bu Makedonya'yı destekliyoruz. Düşmanımın düşmanı dostumuz ise o dost, nedense Vardar'ın kıyısında görülen minarelerden huy kapacak kadar bize dostmuş. Terk ediyoruz Üsküp'ü. Burada taş ve beton döküntüsünden başka bakacak bir şey kalmamış. Vardar bile boynu bükük bakıyor bizlere. Hem Burmalı Camii vardı hani şu 60 sene önce yıkılan ve geçenlerde yeri boş kalan... Yerine Makedonların kilise dikeceği Burmalı Camii. İnşaatı devam ediyor o kilisenin. Eğer Dışişleri ve Tika bu konuda bir şey yapacaklarsa Üsküp orada efendim. 1 saat sürüyor uçakla. Gidiniz ve görünüz. Makedonya geçtiğimiz yıl o heykellerin yapılması için 200 milyon dolar para harcamış. Makedonya kültürünün vurgulanması içinmiş bunlar. Biz de bu Makedonya'yı destekliyoruz ki Bulgar ve Yunan'a karşı arka yönde bir kapımız olsun. Aslında hiç bir şey yapmasak ve oradaki Arnavutlar, Türkler ve diğer Müslümanlara iş temin etsek ve hatta aile, çocuk ve burs gibi yardımlarda bulunsak(Bunu devlet olarak değil özel vakıflar ile de yapabiliriz) 2025 yılına dek Makedonya nüfusunun yüzde 60 kadarı Arnavut ve Türklerden oluşacaktır zaten. Şu anda gayrı resmi olarak bu ülkede yüzde 50'ye yakın bir Müslüman yaşıyor. Ama Makedon devletine göre ise sadece yüzde 30 küsur. Ama harita ve arazi öyle demiyor. Tüm ülkeyi gezin sadece doğu Makedonya'da Hıristiyan çoğunluk fark edersiniz. Orada da zaten Veles(Köprülü), Stip(İştip) gibi bir kaç önemli kent dışında insandan çok, keçiler ve koyunlar yaşamaktadır. Makedonya'yı da terk ediyoruz ve Yunanistan'a giriş yapıyoruz. Gecelememiz Kavala'da olacak. Kavala'ya girişte bizleri Mimar Sinan'ın su kemeri karşılıyor. Merkezde ise Rahmetli Pargalı İbrahim Paşa'nın yaptırdığı İbrahim Paşa Camii var. Ancak bu isimle bu camiyi ararsanız Kavala'da çok dolanırsınız. Hagios Nikolaos kilisesini soracaksınız. Sormanıza da gerek yok aslında. Cami basbayağı cami mimarisi ile ortada. Ama minaresi yarı boyuna dek yıkılıp üzeri çan kulesi olarak çıkılmış. İçerisinde tek bir tane bile süslemesi kalmamış. Sandalyeler, ikonalar ile dolu bir kilise haline getirilmiş. Şükür ki en azından böyle yapmışlar. Zira Yunanistan Kültür Bakanlığı ve belediyelerin altyapı daireleri bir konuda çok güzel ve ortaklaşa çalışırlar. Hafriyat işlerinde üstüne yoktur Yunanistan kurumlarının. Hele ki Türk eserleri söz konusu ise. Bir devlet geleneği olarak biraz da "Bizden daha uygar olduklarından mıdır?" genellikle Türk eserlerini bayındırlık ve altyapı işlerinde kullanırlar. Daha açık söylemek gerekirse hafriyat malzemesi yaparlar. Bul, parçala ve temele doldur. Tüm Yunanistan'daki yüz binlerce bina, temellerindeki milyonlarca camii, türbe ve Osmanlı mezar taşının molozları üzerinde ayakta durmaktadır. Budur mevzu. Biz istediğimiz kadar Sumela'da ayin yaptıralım dostluk mesajları verelim. Daha Selanik Belediye Başkanı Yannis Butaris hala söz verdiği camiyi açamadı. Söz verdiği cami ise bula bula Sabetaycıların yaptırdığı Saatli Camii idi. Az geride Alaca Camii ve Hamza Bey Camiileri tüm haşmeti ile dururken hem de. Tamam buna da eyvallah. Açın da Saatli Camii'yi açın. Ama Yunanistan devletinin yobaz Ortodoks dini dinamikleri buna izin vermiyor ki ne yapsın Yannis Bey? İşte Kavala'da da benzeri bir durum var. Burada nedense ve hiç değilse kiliseye çevrilmemiş olan bir camii, tepede, kalenin olduğu kısımda haşmeti ile ayakta duruyor. Halil Bey Camii ya da diğer adı ile Alaca Camii. Minaresi tipik bir Türk-Yunan dostluğu nişanesi olarak hak ile yeksan edilmiş ve ortada yok. Ancak camii sapa sağlam ayakta. Ve dahi içerisindeki tezyinatın az bir kısmı dahi olsa duruyor. Mihrap taşı da duruyor. Halil Bey Camii’ni bilmeyen TİKA yetkililerimiz var ise tarif edeyim. Diğer adı Alaca Camii'dir. Kavala'da yokuş yukarı çıkarken, minaresi yıkılmış bir diğer camii olan İmaret Camii’ni ve imareti sağınıza alıp soldaki merdivenli yokuştan yukarı çıkın orada karşınıza çıkar. Kırmızıya boyanmış bir camidir. Hani 2011 yılının şubat ayında kapısının önüne kesik domuz kafası atılan camii. Ne kadar enteresandır ki, Kavala'da günümüzde bir Türk azınlık yaşamıyor olmasına rağmen buradaki camilere hala nefret fırlatılıyor. Bizde de olmuş zamanında. 60 yıl kadar önce Elazığ'daki kilise havaya uçurulmuş. Ancak bu Ermenilere yönelik bir cahilce eylem olsa da 60 yıl öncesinde geride bıraktığımız fevri hareketleri Yunanlılar 2011'e taşıyacak kadar Avrupalı bir ulustur. Bu cami ve bunun gibi eserler konusunda ne gibi bir çalışma vardır? Seres'teki Zincirli Camii, Ahmet Paşa Camii, Selanik'teki Alaca İmaret, Hamza Bey Camii ve daha sayısız onca Türk eseri hakkında acaba ne türlü işler yapılıyor ya da iş yapılıyor mu bilmek istiyoruz artık. Artık Yunanistan'ın ağzına sürülen balın bir gün onlar tarafından bize de ikram edilmesinin ne zaman olacağını merak ediyoruz.

 

BİZDE KURABİYE İSTİYORUZ

 

Tek taraflı jestler ile geçirdiğimiz zamanın, akıttığımız kaynakların semeresini ne zaman alacağımızı da merak ediyoruz. Ülkeler arası mevzularda mütekabiliyet esastır. Biz, bizdeki Hıristiyan mirasına ait tarihi eserleri, kendi kültür varlığımız bilip, onarıp sembolik de olsa senenin bir kısmında dahi olsa ibadete izin verirken, geçtiğimiz aylarda Rodos'ta koskoca bir cami yıkıldı. Şu anda yeri dümdüz. Dahası o cami bir daha yapılmayacak. Bu yetmez gibi, geçenlerde Rodos'ta imam gözaltına alındı. Gümülcine Türk Öğrenciler Birliği, ismindeki Türk kelimesinden dolayı kapatıldı. Nerede mütekabiliyet? Dışişleri bakanımız ki politikaları ile bu ülkeye dinamizm getirmiştir, Yunan askerlerine sınırda kurabiye ikram ettiğinde bir şeylerin değişeceğini sandık. Ama değişmiyor. Daha ne kadar İpsala sınırında bademli kurabiye vereceğiz Yunan askerlerine merak ediyoruz? Biz de camilerimizi öyle mahzun görmemek istiyoruz. Biz de azınlıklarımıza sahip çıkılmasını istiyoruz. Biz de artık bir şeyler değişsin istiyoruz. Verdiklerimizin ve harcadıklarımızın karşılığında bize de jest yapılsın istiyoruz. TİKA orada seri ve düzenli iş çıkarsın istiyoruz. Arnavutluk'ta, Mirdita'ya süt projesi ile dağıtılan ve kesip pirzola yapılan ineklerden biz de istiyoruz. Silindiğimiz bir coğrafyada, Türklerin Endülüsü Balkanlar’da, artık daha fazla var olmak istiyoruz. Bu varlığımızı kısıtlayan, Tiran'da kız mevzusundan dolayı geçtiğimiz yıllarda TİKA merkezinde kavga eden insanlar yerine, daha iyi seçilmiş ve daha kapasiteli ve çaplı kişilerin Balkanlarda görevlendirilmesini istiyoruz. Ve son olarak efendim, Biz de kurabiye istiyoruz. Tabi kaldıysa...

 

Saygılar, sevgiler.

 

 

Benzer Videolar