Türkiye'de çok şey değişti. Halen de değişiyor. 1980'lere dek Türklerin yurtdışına turist olarak gitmeleri alışıldık bir şey değildir. Bir kaç istisnai durum dışında bu olgu, Türk filmlerine konu olacak kadar lüks bir durumdur da. Gurbetçi gidiş gelişlerinin ise anladığımız manadaki turizm ile fazla bir ilgisi yoktur. Turgut Özal ile başlayan açılım süreci Türkiye'de 1990'lara kadar ciddi bir açılım sürecini getirmiş, 2002'ye dek süren bir fetret devrinin ardından söz konusu tarihte iktidarın değişmesi ile birçok şey de rayına girmeye başlamıştır. Artık orta direk, yurtdışına tatile ve araştırma gezilerine gidebiliyor. İşte bunun en bariz ve güzel örneği geride bıraktığımız Mayıs ayında yaşandı.
Mayıs ayının ortalarında, Elazığ'dan, Fırat Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan bir grup, tamamen organizasyonlarını kendilerinin yaptıkları bir Balkan turu ile önemli bir Akademik gezide bulundular. Türkiye'den ayrı görmedikleri ve "ne işimiz var oralarda" demedikleri bir coğrafyada devam eden bu 10 günlük ziyarette gidilen ülkelerdeki kimi üniversitelerde tanışma toplantıları yapılırken kimi yerler de sonrasında öğrencilere yönelik bir gezide keşif bazında gezildi ve incelendi. Üstelik bu, alışıldık şekilde yani devlet bütçesi ile de değil, şahsi harcamalar ve kişilerin kesesinden ayırdıkları miktarlarla yapılan bir gezi oldu. Gezide toplam 8 ülke gezildi, İnsanlarla, tarihle, ebedi mirasla, tarih ve coğrafya ile kucaklaşmalar yaşandı. Kimi yerde piknik yapıldı, kimi yerde bir kebapçıya girildi. Ancak gezide bilim adamı misyonunu geride bırakmamış olan öğretim üyeleri Tiran Üniversitesi gibi önemli kurumları da ziyaret etti ve gelecekteki olası bir iş birliği için karşılıklı iyi niyet görüşmeleri gerçekleştirdi. Şu anda sırf bu gezi ile, birbirlerini bir kaç bin kilometre öteden tanıyan ve iş birliğine açık en az 40 akademisyenin faydalanabileceği bir açık kapı mevcut hale getirildi. Basit bir gezinin içerisine katılan kimseler akademik misyon gömleğini çıkarmak istemediklerinde ortaya çıkan tanışmalar, ileride her şekilde istifade sunabilecek bir potansiyel oluşturabilir ki burada kanıtlanan da bir manada buydu.
BİREYSEL TEŞEBBÜS
İşte bireysel teşebbüslerden birisidir bu. Fırat Üniversitesi’nden Coğrafya Bölümü öğretim üyelerinin organize edip katıldığı bu gezide aynı zamanda Selçuk Üniversitesi’nden sosyologlar da vardı ve analizleri ile geziye renk kattılar. Gezide bir matematikçi ve bir de doktorun bulunuyor olması ise gezinin hem kalitesini arttırmış hem de ayrıca bir güven unsuru oluşturmuştu. Katılan herkesin ise ortak fikri "İşte gezi böyle yapılır" cümlesinde ifade buluyordu. Gerçekten bu tür bir gezide ülkemiz insanı Balkan coğrafyasını daha çok sahiplenmişti. 11 gün içerisinde 44 şehir ve kasaba gezildi, ziyaret edildi ve fotoğraflandı. Elazığ, bu gezide Balkanlarla kucaklaştı. Böyle diyoruz ancak esasen bu şehrin Balkanlara çok da yabancı bir geçmişi yoktur. Zira zamanında ölmek, din değiştirmek veya göç etmek durumunda kalmış olan Romanya ve Bulgaristan-Silistre Türkleri’nin varlığı dahi başlı başına Elazığ'ı Balkanlar ile tanışık hale getiren bir olgudur. Ancak her nedense göçün ardından geçen oldukça uzun bir zaman süreci ve göç edenlerin bir kısmının ülkenin farklı batı kısımlarına gitmeleri sonucunda Elazığ'da günümüzde sayıları bir kaç bini bulmayan bir muhacir toplum kalabilmiştir. Hatta kalanların çoğunun muhacir kültürünü dahi unutacak kadar yerel toplumla bütünleşmesi ve kurdukları kalıcı bağlar, zamanla Elazığ'da Balkan muhaciri kelimesinin yeni nesilce bilinmemesine dahi sebep olmuştur. Şehirdeki Arnavutlar hakkında bir araştırma yapan hatta bir Arnavutça kursu açacak kadar idealist olan bir albayın gayretleri sonucu Elazığ'da 120 kadar Arnavut’un varlığı saptanabilmiştir. Bosna Hersek ya da Sancak kökenli Boşnak vatandaşlarımızın sayısı ise şehirde bizatihi araştırmam ile 57 kişiden ibarettir. İşte Elazığ'da muhacir varlığı budur. Dolayısı ile bu şehirde Balkanlar hakkındaki herhangi bir çalışmanızın duyulması, ilgi çekmesi ya da takip görmesi zordur denebilir. Ancak söz konusu geziden önce entellektüalite sahibi akademisyenlerin bu konudaki istekliliği vesilesi ile gezi yapılabilmiş ve gezi sonrasında Balkan coğrafyasına yönelik ilgi ve farkındalık en üst düzeye çıkmıştır. Geziye katılan en alt düzeydeki Akademisyenler dahi hayat tecrübelerinde bir Balkan imgesi ile dönmüş ve bunu çevrelerindeki insanlarla paylaşmış olduklarından, artık bizim için birer Balkan gönüllüsüdürler. En basit bir hesapla gezi grubundaki 15 kişi, bunu aileleri dışında en az on kişi ile paylaştığında dahi Balkan farkındalığına bir katkıdır bu geziler. Macaristan eğitim bakanı geçtiğimiz sene Macarların ülkeleri dışına çıkarak eski macar kültürünün nüveleri hakkında bilgi toplamalarını ve ufuklarında, çalışmalarında ve projelerinde yakın çevreleri ile bağlar tesis etmelerini istemişti. Macaristan'ın nüvelerini yaydığı günler belki 600 yıl gerilerde kalmış bir eski hatıradır. Ancak Macar Eğitim Bakanı’nın bu isteği gerçekten bizlerce örnek alınması gereken bir tutumdur. Zira Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışının üzerinden henüz 100 yıl geçmemiştir ve belki Balkanları kaybedişimizin üzerinden bir asır geçtiğini düşünecek olursak, milletçe bu topaklara bir vefa dönüşü yapmanın zamanı olsa gerektir. Nitekim Fırat Üniversitesi eğitimcilerinin idealizmine zıt örnekler de mevcut. Geçtiğimiz senelerde İstanbul'umuzun güzide bir üniversitesine bir ziyarette bulunmuştum. Coğrafyacı öğrenciler, hocalarından bahsederlerken, kendisinin dünyanın birçok yeri, ülkemizin yakın çevresi ve hatta buraların jeopolitiği hakkında çok sayıda eseri olduğundan bahsederlerken, "Hayli gezmiş olmalı" gibi gayrı ihtiyarı bir kelime çıktı bu fakirden. Ancak öğrenciler; "Hayır! hocamız bunları Kıbrıs dışında bir yere gitmeden yazmış." şeklinde ironik bir gülüş ile cevap verdiler. Ya da bir dip not düşme gereği hissettiler. Bunun üzerine bir coğrafyacı olarak rahatsızlık duymamak mümkün değildi. Ülkemizin en güzide üniversitelerinde bazen üst bir kadroda bulunuyor olmak, kimi eğitimciler ve bilim insanlarımız için idareleri altındaki akademisyenleri teşvik edici ve dürtücü bir güç olarak yerinde kullanılır iken, kimileri için de belki bu paye bir rehavete sebep olabilmekte şüphesiz. Yoksa bir insanın yazı yazdığı yerlere olan merakı ve ilgisi kendisini valizini alıp araziye atacak, yollara düşürecek noktaya getirmiyorsa işte o merak ilgiden uzak bir bilgi olsa gerektir.
İSKEÇE DURAĞI
Fırat Üniversitesi’nin bu gezisinde neler oldu? İsterseniz geziyi ayrıntıları ile anlatalım. Öğretim üyelerimiz her defasında öğretegeldikleri Meriç sınırımızı yakinen görerekten bu kez arka tarafa, Yunanistan yakasına geçip buradaki mekansal değişimi ve devam eden coğrafyanın farklı kullanılışı ve farklı mekan organizasyonunu analiz ettiler. Bunlar için pek tabii ki ekstra bir zaman harcanmadı ve yol üzerindeki basit bir gözlem bunun için yeterliydi. Ardından kültürel coğrafya analizleri için uygun bir mekan olan İskeçe durağında soydaşların yaşadığı mekanlar ziyaret edildi. Burada bizleri tanımamalarına rağmen evlerini açan Batı Trakyalı soydaşlarımız ile samimi sohbetler etme şansı bulundu ve tabii ki bölgenin sosyo ekonomik yapısı hakkında, insanların geçim ve durumları hakkında da sohbetlerde ayrıca bilgi sahibi olundu. Pomak, Türk, Rum, Çingene ve hatta Arnavutluk'tan çalışmaya gelmiş Arnavutlar ile bu şehirde karşılaşıldı ve bu milletlerin ne oldukları hakkında geniş bir fikir, çoğumuz bilse dahi bu kez yerinde görülerek elde edildi. Bu durağın ardından Selanik geliyordu. Beşik ve Ayvasıl gölleri kenarında verdiğimiz bir molanın ardından Selanik'e öğlen saatlerinde ulaşıldı. Atamızın evi gezilerek aziz hatırası yad edildi. Oturduğu mahalle, evi ve konsolosluğumuz bahçesi gezilerek mahallenin o günlerdeki önemi ve kültürel dokusu ve kendine has özel farklılıkları konuşuldu. Akşama dek şehir ve şehirde kalabilen bir avuç tarihi eser bir hayli gezildi ve Osmanlı birliklerinin şehirde en son kaldıkları mekan olan Karaburun sahilindeki otelimizde bir gece konaklandı. Selanik'te belki bu acı hatıraya paralel olarak grubumuzun da ilk ve en son kaldığı mekan burası oldu böylece. Ertesi sabah Selanik şehrinin doyum olmaz güzellikleri, şehir dokusunun hala kalabilmiş olan nüveleri olan Türk evleri arasından dolaşılarak Selanik kalesine çıkıldı. "Selanik içinde sela okunur, selanın sadası, cana dokunur" dizeleri mırıldanaraktan yok olan bir rüya ve silinen imgelerle dolu bir tarih yad edilerek Selanik'e veda edildi.
VARDAR NEHRİ DELTASI
FYROM yani Eski Yugoslav Cumhuriyeti Makedonya'sına doğru aracımıza yön verirken biraz güneyden kavis alaraktan Vardar Nehri deltası ve devasa Vardar ovası da bir coğrafyacı gözü ile yerinde izlendi ve fotoğraflar çekildi. Yolumuzun diğer durağı ise işte bu Makedonya idi ve burada ilk durağımız Manastır şehri oldu. Atamızın eğitim gördüğü Askeri okul gezildi. Halen şehir merkezindeki iki adet anıtsal Osmanlı camisinin kapalı tutulması ise Türk Makedon dostluğuna gölge düşürecek bir fotoğraf olarak akıllarda kaldı. Osmanlı'dan kalma saat kulesine dikilen haç ki Makedon hükümeti haç dikmediği bir saat kulesi bırakmamıştır, gezide Manastır hakkında bir diğer düşündürücü unsur olarak akılda kaldı. Pek tabii ki manastırın ana caddesi de ziyaret edildi ve bazı alışverişler yapıldı. Ancak grup gördüklerinden dolayı da oldukça bilinçli olduğu için alışveriş ve diğer harcamalarını bundan sonra Makedonya'nın Arnavut yoğunluklu olan kısımlarında yapmayı tercih etti. Diğer durağımız ise Resne idi ve burada Niyazi Bey'in sarayı ziyaret edildi. Niyazi Bey'in, kendisine Paris belediye sarayı önünde çektirdikleri resmi gönderen ve resmin üzerine "sen oralarda zaman çürüt biz buralardayız" şeklinde yazı düşen diplomat arkadaşlarına nisbet olsun diye yaptırdığı ve aynı sarayın küçük bir kopyası olan Niyazi Bey Sarayı’ndan geriye ne kaldı ise gezildi. Ancak Niyazi Bey’in birçok düşmanı olduğu için evinden çıkıp, çalışma ofisi olarak kullandığı sarayına güvenle gitmek için yaptırdığı tünele girişime Makedon müze görevlisi izin vermedi. Daha önce bir kez girebildiğim Tünelin varlığını da inkar etmesi ayrı bir konuydu. İlave edelim ki şu anda el sanatları ya da diğer bir deyişle modern sanatlar müzesi olarak kullanılmaktadır bu mekan. Derken grubumuzla Resne'de ikindi vaktinin ardından, diğer durağımız olan Ohri'ye doğru depar aldık. Ohri her zamanki gibi temiz bir göl havası ile bizleri karşıladı. Burada sadece Ohri Gölü değil, bölgeye gelen bütün Türklerin sevgilisi, Ohri'deki kalabilen nadir Türklerden Muammer Bey "Mammer abi" de bizleri karşıladı. Hem Arnavut hem Türk binlerce Makedonyalı Osmanlı torunundan birisi olan Muammer Bey bizleri bila bedel bir güzel gezdirdi ve çok yerde yapıcı rehberliği ile önümüzü açtı. Elveda Rumeli dizisinin çekildiği mekanlar, kale, ev gibi mekanlar ziyaret edilerek, yıkılan bir Osmanlı camii üzerine Makedonların sahte tarihi eser olarak kondurdukları bizans kilisesini görmemiz de eklenince turumuz yavaş yavaş amacına ulaşıyordu. İşte bu turun maksadı da buydu. Bakarsan bağ, bakmazsan ve ilgilenmez isen dikenlik ve taşlık dağ oluyormuş bir tarih. Ve ilgilenilmeyen koskoca bir 80 sene içerisinde tarihi eserlerimizin ne derece katledildiğini insanımızın görmesi, hayıflanması, yüreğinin erimesi ve için için ağlaması gerekiyordu ki işte bu daha Selanik'ten itibaren zaten kaçamadığımız bir duyguydu.
MÜSLÜMAN KENTİ STRUGA
Ohri'de bir gece kalmamızın ardından ertesi sabah grubumuzla gittiğimiz Struga'da ise güzel bir göl manzarası ve daha sıcak bir ortam bizleri bekliyordu. Zira bu şehir yüzde 90 oranında Arnavutlar ve Türklerden oluşan bir şehir idi. Belediyenin sembolik ve çok kısıtlı gelirlerine rağmen her yerin ve özellikle göl kıyısının aşırı temiz hali ise hepimizi şaşırttı. Hatta grubun yerinde bir de tesbiti oldu. "Temizleyecek kadar ödenekleri bol değilseler de pisletmeyecek kadar bilinçliler." Gerçekten Struga çok temiz bir şehirdi. Buradaki Şiir akşamlarının ünlü köprüsü görülerek çevrede bir gezinti yapıldı ve kimi tarihi eserler yakinen ziyaret edildi. Struga'da gereksiz yere, yerel müftü tarafından yıkılan Osmanlı Cami’sine gitmeye ise vaktimiz azdı ve direkt az ilerideki sınırdan Arnavutluk topraklarına giriş yaptık. Bundan sonrası artık Kartallar ülkesi, Arnavutların deyimi ile Şipriya'da yani Kartalistan'da devam edecek ve daha kuzeyde bizi bekleyen diğer Balkan ülkelerine doğru rotamızı izleyecektik.