Hasta Adam Avrupa
Çok değil daha bir asır önce Osmanlı Devleti için yapılıyordu bu “Hasta Adam” tanımlaması. Bu benzetme ilk defa Rus Çarı’nın ağzından çıkmıştı. Osmanlı Devleti kangren olan yerlerini kesip attıktan sonra hasta yatağından Türkiye Cumhuriyeti adıyla sapasağlam kalktı. Türkiye şimdi dünyanın 16. “Büyük” ve “Önemli” devleti, Avrupa’nın da 6. büyüğü. Osmanlı’dan kopan parçalar bir müddet yaşamlarını sürdürmüş olsalar da, şimdi hepsi ölmüş durumda. Yeni bir hayat öpücüğü, yeni bir elektroşok bekliyorlar hayata geri dönebilmek için. Zaman içinde keser de, sapı da döndü. Hasta adam olmak sırası bu lafı üreten Çar’ın ülkesine geldi. Hem de sadece bu sözün ağızdan çıkışından 70 yıl sonra.
Devletlerin yaşam sürecinde asırların uzunluğu, insan yaşamındaki saatlerin uzunluğu kadar. Öyle sanıldığı kadar da uzun bir süre değil. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adı altında Avrupa’nın ortasından Çin’e kadar uzanan bir coğrafyaya hakim olan Çar’ın ülkesi, 70 yıl içinde ölümcül bir hastalığa tutuldu ve hasta yatağına düştü. Bir zamanlar başkalarına hasta adam yakıştırmasında bulunan Çar’ın ülkesi hasta adam konumunda. Görmediği tedavi, almadığı ilaç kalmadı ama halen daha hasta adam.
DAĞILDI DARMADAĞIN OLDU
Dağıldı, darmadağın oldu, küçüldü ama bir türlü kurtulamadı illetten, atlatamadı bu badireyi… Rusya şimdi rüşvetin her yerde ve her iş kolunda var olduğu, ırkçılığın kol gezdiği, insan güvenliğinin bulunmadığı bir ülke konumunda. İşsizlik ve durgun ekonomi de hediyesi. Sarı saçlı ve beyaz tenli olmayan her kişiye yan gözle bakılıyor Rusya’da. Hele de cildiniz biraz koyu renkli ise veya da Afrikalı iseniz ayvayı yediniz demektir. Durup dururken dayak yemeniz veya polis tarafından yok yere tutuklanmanız işten bile değil. Sıra Avrupa’ya geldi.
Anlı şanlı Avrupa Birliği şimdi 21. Yüzyılın “Hasta Adam”ı konumunda.
Avrupa Birliği’ne katıldığını açıklayan ama eşikten içeri adımını atmamış olan bir zamanların üzerinde güneşin batmadığı İngiltere, çoktan bunun farkına vardı ve AB’den kadife ayrılık için uygun zamanı kolluyor. Bu konuda referandum yapmak dahi İngiltere’nin gündeminde. Avrupa’da tembellik diz boyu bu nedenle de üretim çok pahalı. Dünyanın lokomotifi olmak konumunu çoktan yitirdi. Kıta Avrupa’nın yeraltı kaynakları bitmiş tükenmiş durumda. Verimli üretim merkezleri 20. yüzyılın sonlarına doğru Güneydoğu Asya’ya ve Çin’e taşındığından geri gelmesi olanaksız. 2. Dünya Savaşı sonrası sömürgecilik kavramı son bulduğundan, Avrupa’ya dünyanın her yerindeki sömürgelerden akan para ve zenginlik de son buldu. Son birkaç asırdır haydan gelen, sömürülmüş ve yaşamları ellerinden alınmış insanların ahıyla gelen zenginlik de bitti. Şimdi Avrupa Kıbrıs Türkçesi tabiri ile “ El elde, baş başta…”
Macaristan, İrlanda, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ekonomik olarak batmışken, Avrupa Birliği’nin kalbi olan Belçika da politik olarak iflas etmiş durumda. Avrupa’nın ekonomi devlerinden olan İspanya ve İtalya batmamak için ölüm kalım savaşı verirken, gayrı safi milli hasılasının neredeyse 2 buçuk katı dış borcu olan Fransa ise sessiz ve derin bir şekilde, gıkı çıkmadan ekonomik gerilemeden ve batıştan kurtulmanın mücadelesini veriyor. AB’nin kalbi konumundaki Brüksel’deki AB komisyonu yani AB Bakanlar Kurulu ile Komisyonlar yani Bakanlıklar, Yunanistan ile Kıbrıs Rum Yönetimi’ne kemer sıkmaları için adı Troyka olan 3 ayaklı bir komisyon gönderirken, kendilerine de kemer sıkma yöntemleri uygulamaya başladılar. Avrupa’da deniz bitti. Yağlı ballı iş olanakları ile yüksek maaşlı emeklilikler ve çalışmadan, primlerini ödemeden haydan gelmiş tazminatlar da son bulmak üzere. Daha doğrusu son bulmak zorunda çünkü kaynaklar tükendi. 2004 Annan Planı Referandumunda iyi ki Rumlar hayır oyu verdiler. Yoksa bu batışının günah keçisi “Kıbrıslı Türkler” olacaktı.