Kentleşmede yerellik olgusu

İnsanlık tarihinde gelişim sürdükçe, sosyal yapıda da sürekli değişim yaşanmış ve yaşanmaktadır. Zaruri gereksinimler içerisinde gittikçe önemli ölçüde yer tutan barınma, konut hizmetlerine olan talebi de günümüze kadar taşımıştır. Barınma gereksinimi yanında ulaşım, altyapı, çevre planlaması, sağlıklı mimari yapı ve nüfus hareketliliğini de beraberinde getirmiştir. Bu olgu günümüzde ‘’Kentleşme’’ olarak adlandırılmaktadır.

18.yy da başlayan Endüstrileşme ile hızlanan kentleşme olgusu, insanlık ile doğayı karşı karşıya getirmiş bulunmaktadır. Toplumların eğitim ve kültür seviyeleri, ülkeler arasında farklı kentleşme politikalarını da ortaya çıkarmıştır . İnsan ve doğa arasındaki bu denge zaman zaman doğa, zaman zamanda insan lehine bozulmuştur.

Ülkemizde kentleşme politikaları yakın tarihimize kadar belirli plan ve programlar dahilinde uygulanmadığından çarpık kentleşme diye adlandırabileceğimiz bir olgu ile karşı karşıya kalınmıştır. Çevre bilincinin uyanmaya başlaması ile geç de önemli adımlar atılmaya başlanmıştır.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, toplumların gelişmişlik seviyesi ile aynı paralelde yer alan kentleşme olgusu, doğayı koruyarak yaşam kalitesini yükseltmek çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Kentleşme olgusu ile başlayan çevresel sorunlar yerel ve bölgesel sorunlar olmak üzere  iki aşamalı olarak ortaya çıkmaktadır.

Yerel sorunları çözmede en önemli işlevi yerel yönetimlerin yükleneceği açıktır.

Öncelikle yerel yönetimlerin ‘’kent’’ tanımından neyi anladığına bakmakta yarar vardır. Konut gereksinimi ile başlayan tüm yerel gereksinimler, o yörenin kültür ve etnik kökeni ile de bağlantılı olmaktadır. Yerel bazda kent, çeşitli sosyal yapı, değişik kültür ve kökende kişilerin ortak payda altında toplandığı alanlardır. Bu bağlamda her yerel yönetim biriminin, bulunduğu kenti çok yakından tanıması, plan ve programlarını yönlendirecek gereksinimleri değerlendirmesi gereği açıktır. Kent ile yabancılaşmış kent politikalarının uygulanabilirliği her zaman tartışma konusu olmaktadır. Diğer yandan özellikle o yöre halkına çevre bilincini aşılama görevini de yüklenen yerel yönetim birimlerinin, yerel halkın çevre politikasına katılımını sağlamaları, çevre kültürünü de geliştirecektir.

Yerel yönetimlerin,sağlıklı kent politikası uygulamaları için başlangıç noktaları ise;  o yörenin doğal kaynaklarını yakından tanıyıp değerlendirebilmesi ve merkezi yönetimlerden mevzuat ve mali destek sağlaması olmalıdır.

Kentleşme olgusunu kentimiz bazında ele aldığımızda, kentin XVI.yy da  başlayan kentleşme olgusunun büyüyerek XX.yy a kadar geldiğini belirtmek gerekir. Kentin Ticari fonksiyonlarının gelişimi ile (liman,gümrük vb.) hacminde de genişleme başlamıştır. İzmir kenti, tarihi boyunca deprem, sel felaketi gibi doğan afetlerle de sık sık karşı karşıya gelmiştir. Tarihi doku içerisinde, savaşlar ve yıkımlar sürekli olarak kentin yeniden yapılanmasını gerektirmiştir. Özellikle 19.yy ikinci yarısına kadar yol ve kanalizasyon giderlerinin bütçenin en şişkin kalemlerini oluşturduğu görülmektedir. 1929-1945 döneminde İzmir’in önemli oranda yangınlarla karşılaştığı ve bu yangınlar sonrası yapılan çalışmaların yol genişletmeleri şeklinde ortaya çıktığı görülmektedir.

Yine bahse konu dönemlerde ortaya çıkan doğan afetler  sonucu açılan alanların yeşile ayrılması, park yapımı ve ağaçlandırmaya ağırlık verilmesi , terk edilen mezar alanlarının yeşil alanlar olarak değerlendirilmesi bu planlarda önerilmiştir. Özellikle 1.Kordonda  yanan binaların yerinin ağaçlandırılması ile imbat rüzgarının iç kısımlara kadar ulaşması gibi talepleri içeren planın son şekli belediye Fen heyetince değerlendirilirken  yol genişliklerinin arazi sarfiyatı olarak düşünülüp daraltıldığı  ve 1.kordondaki yeşil alanların da azaltıldığı görülmüştür.

Tüm bunlara rağmen 1933-1945 arası açılan yeşil alan ve park (kültürpark dahil) alanlarına verilen önem küçümsenmeyecek derecededir.

1945-1960 arasında kentleşmede yeşil alanlara verilen önem yanında arsa spekülasyonlarının filizlenerek arttığına dikkat çekmek gerekecektir. O dönemlerde de belediyelerin mali güçsüzlüğü ve belediyece yapılan arsa satışları ile, deniz kıyısına ve ana caddelere yakın arsaların, gruplaşmak suretiyle satın alınarak, belirli bir plan dahilinde olmayan çarşı ve konut yapımlarının da sürmesine yol açmıştır.

Bu arada 1580 Sayılı Kanun ile belediyelere verilen konut hizmeti mali ve uzman personel yetersizliği ile tam anlamı ile yerine getirilememiştir. Yalnızca İzmir Belediyesi olarak değil tüm büyük şehirlerde yaşanan göç yoğunluğu da kaçak yapılaşma ve göçebe kültürünü de büyük kentlere taşımıştır.  Siyasi oy avcılığıyla üzerine gidilmeyen ve özellikle seçim dönemlerinde adeta körüklenen bu çarpık yapılaşma, İmar Plan ve programlarının ister yerel yönetimlerce ister merkezi yönetimlerce yapılıp uygulanması şeklinde gerçekleşsin, her iki durumda da işlevini gösterememiştir. Böylece, günümüze kadar gelen  çarpık kentleşme olgusu özellikle büyük şehirlerimizde artık içinden çıkılamayacak bir hal almıştır. İmar yasaları ile belediyeler  imar uygulamalarından sorumlu tutulmuş, ancak alt yapısı olmayan bu yasal düzenlemeler, mali yetersizlikler ve yeterli sayıda uzman personelin olmayışı sorunların çözümünü olanaksız hale getirmiştir. Kısacası, yasalar ve yargı organları kararları ile desteklenen ‘’ konut hizmeti bir belde hizmetidir’’ ilkesi, uygulamada maalesef  tamamı  ile gerçekleştirilememiştir. Buna bağlı olarak, büyük şehirlerimizde ağırlıklı olmak üzere, konut politikaları ile birlikte gelen  alt yapı ve üst yapı hizmetlerinde de aksamalarla karşı karşıya kalınarak,  gecekondu mafyası dediğimiz kültürel bozulmayı da içinde barındıran  varoşlar kavramı diye adlandırılan kentlerden bağımsız kentçikler ortaya çıkmıştır.

Geçmişten günümüze taşınan çarpık kentleşme olgusunun günümüzde hemen  çözülme kavuşturulabileceğini söylemek  ütopik bir söylem olacaktır.

Çözümün gerçekleştirilmesinde öncelikle, yerel yönetimler ile merkezi yönetimlerin, siyasi etkenler olmaksızın el ele vererek, yerel ve bölgesel düzeyde geniş kapsamlı yerel denge ve doğanın korunmasına ağırlık veren planlamaya gitmeleri ile işe başlanabilir. Yine bu çalışmalar esnasında özellikle yerel bazda kamu kurumları arasında iletişime ve birlikte sürdürebilecekleri çalışmalara gereksinim vardır.

Genel çapta yapılacak bu yapısal değişime başlarken ilk adım kontrolsüz gelişmenin bir an önce durdurulması olmalıdır.

Yerel yönetimlerin sağlıklı kentleşmeye yönelik olarak atabileceği bireysel adımları da dikkate almak yerinde olacaktır.

Yerel yönetimler toplu konut alanları ile konut politikalarını belirli plan ve programa dayandırmalı ve bu planları pilot bölge ve belirli bir süre ile netleştirerek uygulamalıdırlar. Mahalleler düzeyinde yapılacak olan ve mahallenin tarihi dokusu korunarak yapılması hedeflenen çalışmalara mahalli halkın katılımının da sağlanmasına özen gösterilmelidir.

Yine mahalli bazda yapılacak çalışmalarda, mahallenin etnik ve kültürel yapısı doğrultusunda alt yapı ve üst yapı gereksinimleri saptanarak, öncelik sırasına göre uygulama  yapılmalıdır.

Yerel yönetimlerin mahalli düzeyde yürütmeyi hedefledikleri sağlıklı kent oluşturma çalışmaları yanında, yerel düzeydeki global uygulamaların da öncelikle; Sosyal kullanım  alanlarını genişletmek ve yeşil alanları arttırmak, yörede bulunan eski sanayi liman vb. alanları yeniden tarihi doku  dikkate alınarak restore edip sosyal kullanıma açmak, yeni imar planları yapımında ve uygulamasında nitelikli uzman personelden yararlanmak ve ulaşımda toplu taşımacılığa ağırlık kazandırmak hedef olarak seçilmelidir.

Gerçekten kentlerimiz hepimizin nefes alıp verdiği, sahip çıkmamız gereken yaşam ortamlarıdır. Boğulmak istemiyorsak, sahip çıkmalı, denetlemeli, yapılanı kutlamalı yapılmayanı sorgulamalıyız. Aksi halde önce kendimize sonrada çevremize olan saygıyı gün geçtikçe yitireceğimiz ve doğa insan dengesinin bozulmasında, gelecek kuşaklara karşı sorumlu olacağımızı unutmamamız  gerekir.

Dr. Serpil  ESLEK

 

Benzer Videolar