İki Gelin Mezarı

Bizim yazar taifesinde adettendir. Yazacak mesele bulamayınca açarız takvimi, efkarı umumiyenin kabul ettiği bir güne yakınsak onu kendimize konu seçip başlarız klavyenin tuşlarına basmaya...

 

Lakin “memleket ve kadın” ana fikirli birşeyler yazmak için 8 Mart Dünya Kadınlar Günü arefesini seçmemizin nedeni konu fakirliği çekmemiz değil! Allah içimizi biliyor ya, epey zamandır bu mesele üzerine birkaç kelam etmek var aklımızda. Lakin bu ülkede “kadın meselesi” üzerine birşeyler yazılacaksa ve bu yazının içinde “tecavüz, cinsellik, baş örtüsü ya da töre cinayeti” geçmeyen birşeyler olacaksa, değerini bulması için “dünya kadınlar gününü” beklemekten başka çareniz yok ne yazık ki!

 

Bugün size, iki mahsun mezardan söz edeceğim... Bir zamanlar “memleket” bildiğimiz topraklarda uyuyan iki Türkmen Güzelinden... Bedenleri ölse de kendileri türkülerde ve halk hikayelerinde yaşayan iki gelin kızdan... Birisi Suriye’de öteki Batı Trakya topraklarına gömülmüş, iki ayrı halk kahramanından...

 

Bu iki ayrı hikaye, yaşayan Türk kültürüne kaynaklık eden iki membanın hayata ve kadına bakışını hakkındaki derin farklılıkları da ortaya koyacağı için ilginizi çekecektir. Orta Doğunun baharat kokan egzotik kültürünün etkisi altındaki insanlarımız, kadını ve dişiliği nasıl yorumluyor? Rumeli coğrafyasının toprağa kokan yörük kültürüyle yoğrulan insanlarımız meseleye nasıl bakıyor? Buyrun beraber anlamaya çalışalım:

 

“Ezo Gelin” hikayesini pek çoğumuz duymuşuzdur. Yaşanmış bir öyküdür bu: Antep ağzı ile “Özey Gelin” diye bilinen kahramanımız, 1909’da Oğuzeli ilçesinin Uruş köyünde doğmuştur. Nüfus kayıtlarında hala bekar olarak gözüken Ezo’nun hem Türkiye’de hem de Suriye’de yaşayan akrabaları bulunmaktadır.

 

Diğer öykümüz ise pek bilinmez. Batı Trakya’nın Karaoğlan köyünde başlar. Öykünün kahramanı olan Türk kızının ismini kimse bilmiyor. Ben diyeyim Selime, siz deyin ki Cemile... Kimbilir belki de Hanife ya da Mümine? Bildiğimiz tek şey, güzel ve inançlı bir Müslüman Türk kızı olduğu...

 

Ezo Gelin’in güzelliği dillere destandır. Güzelliği öylesine dile düşmüştür ki, genç kızı alabilmek, yöredeki tüm aşiret beyleri arasında bir prestij meselesi haline gelmiştir. Aklını çelebilmek için paralar, altınlar saçılır önüne... Baş döndürücü başlık parası teklifleri yağar ailesine. Bizim Ezo’nun talipleri arasında Teyzoğlu Memey (Mehmet) ve geçimini düğünlerde türkü söyleyerek yapan Şitto da vardır.

 

Rumeli dağlarının eteklerinde yaşayan isimsiz kızımızın güzelliği de herkesin dilindedir. Onun da pekçok talibi vardır. Ama hiçbirisi akrabası değildir, zira suyun öte yanında akraba evliliği yapmak günah sayılmaktadır.

 

Ezo’nun aklında birisi yoktur. Taliplerinden kimi seçeceğini soran da yoktur zaten. Kız kısmısı kiminle evleneceğini seçecek değil ya; ailesi onun yerine düşünür taşınır. Önceleri ağalardan birine vermeyi düşünseler de sonra Ezo’nun ağabeyi Zeynel’i de evermek derdine düşerler. Etraftan araya girenler olur, yörede “değişik” denen bir töre uygulanır. Ezo’yu Şitto’ya verirler; Zeynel’e de Şitto’nun halası Hazik’i alırlar. Böylece iki taraf da başlık parası vermekten kurtulmuş olur.Aynı anda iki düğün kurulur, iki çift baş göz edilir.

 

Bizim Rumeli güzeli ise doğup büyüdüğü Karaoğlan köyünden bir delikanlıya gönlünü kaptırmıştır. Hiç de ayıplanmaz düştüğü bu sevda, çünkü Rumeli de kızları zorla evermek yadırganır. Görücüler gelir, kız babası “düşünelim bakalım” cevabını verir. Ana, usulünce sorar kızına, “Gönlün aktı mı yavrum?” diye. Nihayet talipler arasında kızın gönlü kimdeyse ona verilir. Lakin usul böyleyse de öykümüzdeki talihsiz kızın ailesiyle sevdiği gencin ailesi arasında bir husumet vardır. Bu nedenle bir türlü bu iş tamamına ermemektedir.

 

Öte yandan davullu zurnalı gerdeğe giren Ezo Gelin, bir türlü mutluluğu yakalayamaz. Kimisine göre kıskançlıktan, kimisine göre aileler arası anlaşmazlıklardan kısa süre içinde dağılır yuvası. Ezo ve törenin diğer gelini Hazik baba ocağına geri dönerler. Genç kadın altı sene dul yaşar. Nihayet “Bu iş böyle gitmez” denir ve kadıncağız, kendisine küçük yaşlardan beri talip olan teyzoğlu Memey ile evlendirilir. 1936 yılında gerçekleşen bu evlilik de “değişik” töresiyle olur. Ezo, Memey’le evlenirken; Memey’in bacısı Selvi ile de Ezo’nun dul abisi Zeynel evlendirilir.

 

Rumeli coğrafyasındaki kızımızın öyküsü de hazinli bir hal almıştır. Kızın babası, “Seni düşmanımın evladına vermem.” diye tutturur. Sonra bakar ki kızcağız sevdiğine varmak için kaçmayı göze almıştır, komşu Karaçukur köyünden bir başka gençle zorla nişanlar onu. Konu komşu bozulur bu işe. “Sevenleri ayırmayasın zere!” diye çıkışırlar gaddar babasına. Ama adam nuh demektedir, peygamber dememektedir. Herkes üzülür bu işe, ama çare de bulamazlar.

 

Ezo’nun ikinci kocasından iki kızı olur. Biri küçük yaşta ölür, öteki kızı Celile ise hayata tutunur. Ezo hayatından memnundur, zaten hiçbir beklentisi de yoktur yaşamdan. Tek derdi, gelin gittiği köy olan Kozbaş’ın Suriye sınırları içinde kalmasıdır. 2. Dünya savaşı ile birlikte sınırlara mayınlar döşenir, karşıdan karşıya geçmek imkansız bir hal alır. Kadın, Suriye topraklarındaki Bozhöyük isimli bir yükseltiden doğup büyüdüğü Uruş’u görebilmektedir, ama bir türlü gidip hasret giderememektedir. Özlem, yüreğini kasıp kavurmaktadır.

 

Çok uzaklardaki Rumeli kızı da tatsız tuzsuz bir düğünle komşu köydeki delikanlıyla evlendirilir. Gelin alıcılar Karaoğlan köyünden onu alır, bir katır sırtında Karaçukur köyüne götürmeye başlar. Tam o sırada korkunç bir fırtına çıkar. Gelin alayı darmadağın olur. Rüzgar dinince bakarlar ki ortada ne kız var, ne de onu taşıyan katır... Önce kaçtığını zannederler. Lakin her taraf köşe bucak aranır. Bulmak mümkün olmaz.

 

Ezo Gelin, 1956’da veremden ölür. Onu sık sık köyünü görmek için çıktığı  Bozhöyük’e kazdıkları mezara gömerler. Mezarı halen burada, Türkiye sınırına çok yakın bir noktada bulunmaktadır. Güzelliğiyle dillere destan kadıncağızın arkasından yakılan türküler, yazılan romanlar ve çekilen dizi filmler kalır.

 

Bizim Rumeli güzeli ise yitip gitmiştir. Neden sonra, kaybolduğu yerde bir damla kan bulurlar. Öğrenirler ki genç kız, düğünden evvel bu noktaya sık sık gelip sevdiği delikanlı ile evlenebilmek için Allah’a dua edermiş. Köylüler, gelin kızın erenlere karıştığına kanaat getirir. Burada küçücük bir türbe inşaa edilir. İçine bir şilte serilir. O günden bu yana geleneksel olarak Batı Trakya Türkleri burada maya yapar, kurban keser ve etli pilav pişirir.

 

Her ikisi de Türkiye topraklarının yanı başında, ama birisi Suriye’de öteki Yunanistan’da bulunan gelin mezarları, Rumeli ekolünün ve Orta Doğu ekolünün kadına farklı bakışını anlatan iki farklı öyküyü haykırıyor yüzümüze. Fazla yoruma ne hacet? Cenabı Hak, her ikisine de rahmet eylesin.

 

 

Benzer Videolar