Kontrolsüz Güç Güç değildir !

“Bugün Türkiye, Çin ve Hindistan’dan sonra Dünya‘da vatandaşları, sınırları dışında yaşayan üçüncü ülke imiş“. Nerede rastladığımı şu an anımsayamadığım bu istatistik bilgisi bile, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dış siyasetinde ne kadar güçlü, karakterli ve istikrarlı bir duruş göstermesi gerektiği konusunda bende bir kanaatin oluşması için yeterli oldu. Zira Çin’in 55 Milyon, Hindistan’ın 11 Milyon ve Türkiye’nin yaklaşık 6,5 Milyon vatandaşı ile yer aldığı bu araştırmadaki verileri dışarıda yaşayan vatandaş sayısı ile ülke nüfuslarını oranlayarak tekrar okuduğumuzda yukarıda belirttiğim kanaatimi daha da güçlendiren bir tablo ile karşılaşıyoruz. Şöyle ki;  Böyle bir orantılama da Türkiye, nüfusunun yaklaşık yüzde 10’a yakını ülke dışında yaşayan bir ülke durumuna gelmekte. Böyle olunca da bunca vatandaşı için tutarlı ve organize bir diplomasiyi güçlü bir duruşla yürütmesi kaçınılmaz bir ihtiyaç olmaktadır. Küreselleşen dünyada artan olanaklar her geçen gün kitlelerin yer değiştirmesini kolaylaştırdığına göre, gittikçe daha çok vatandaşımızın sınırlarımız dışında yaşamını sürdüreceği ve yukarıdaki sayının her yıl daha da artacağı bir yapıyı karşımıza çıkaracağı da aşikar. Peki Türkiye şimdiye dek dış siyasetinde bu duruma paralel bir icraat gösterebildi mi? Gösterdi ise başarılı olabildi mi? Bu sorulara verilecek cevap benim gözümde; Elbette ki Hayır olacaktır. Sadece son günlerde Fransa ile yaşanan Ermeni soykırımını inkârı suç sayan yasanın Fransa Parlamentosu’nda oylanması sırasında oluşan gerilimli hava, ülke olarak dışarıda bazı şeyleri yanlış yaptığımızın en somut göstergesi oldu bana göre. Başta verdiğim istatistiki örnek üzerinden Fransa ile yaşananları değerlendirirsek, yapılan yanlışlıkları ortaya koymak mümkün olacaktır. Bugün yurtdışında yaşayan yaklaşık 6,5 milyon vatandaşımızın 4 milyonu Avrupa’da yaşamaktadır.

EKMEK PARASI İÇİN GURBET YOLLARI

Bu sayının sadece 3 milyonunun Almanya’da yaşadığı düşünülürse, bu vatandaşlarımızın sınırlarımız dışındaki varlık sebeplerinin genel olarak bundan 50 yıl önce ekmek parası kazanmak için gurbetçi olmayı göze almaları olduğunu anlayabiliriz. İşte bu noktaya ışık tutarak bile Türkiye’nin bu vatandaşlarımız için elli yıldır neler yaptığına ya da yapmadığına dair fikir sahibi olabiliriz. Şöyle ki; çalışmak için Almanya’ya Türkiye’den emek göçünün başlangıcını ellinci yılı etkinlikleri yapıldı geçtiğimiz haftalarda. Bu etkinlikler kapsamında gerek Alman yetkililere, gerekse Türk yetkililere yönelik dile getirilen sorunları şöyle alt alta sıraladığımızda aslında devlet olarak bu vatandaşlarımıza hiç de sahip çıkmadığımız anlaşılıyor. Örneğin Almanya’da yaşayan vatandaşlarımızın çifte vatandaşlık sorunu hala giderilmiş değil. Bugün 18 yaşına gelen her vatandaşımız Almanya vatandaşlığı ya da Türkiye vatandaşlığını seçmek gibi anlamsız bir zorlama tercihi ile karşı karşıya kalmakta. Bunun daha acı tarafı bu uygulamanın Almanya da sadece Türk vatandaşlarına uygulanmasıdır. Yine Almanya’nın uyguladığı vize kısıtlaması, eğitim sistemindeki ayrıcalıklar da diğer sorunlar arasında. Hâlbuki bu insanlarımız senelerce emekleri ile Almanya ekonomisine, tasarrufları ile Türkiye ekonomisine katkıda bulundular. Aslında Türk ve Alman hükümetleri başından beri bu konuya kalıcı bir aidiyet sorunu olarak bakamadıklarından sorun bu noktaya geldi. Burada Almanya’dan çok bizim zafiyetlerimizden bahsetmek daha doğru olur. Zira yıllarca GURBETÇİ-ALAMANCI yaftası ile baktığımız bu vatandaşların bir aidiyet sorunu, bir vatandaşlık sorunu yaşayabilecekleri pek aklımıza gelmemişi Gönderdikleri marklar burada yatırıma dönüşmüş hatta bazı açıkgözlerin holdinglerine sermaye bile olmuş.  Bunu dahi kontrol edecek bir devlet politikamız olmamış. Bunların yanında 50 yıldır yaşadığı Almanya’da bir kez dahi oy kullanamamış vatandaşımız olduğunu öğreniyoruz bu sorunların arasında.

ENTEGRASYON VE ETKİNLİK

Orada oy kullanmayı geçtim son seçimlerde bulundukları ülkelerde oy kullanmalarını sağlayacak düzenlemeyi dahi hayata geçiremedik. (Hatırlarsınız yasal dayanağı olamadığı gerekçesi ile Yüksek Seçim Kurulu izin vermemişti). Sözü asıl getirmek istediğim yere yani lobiciliğe getirmek istiyorum. Bu kadar sene bu vatandaşlarımıza sadece gurbetçi sıfatı ile bakmak yerine; Onların gittikleri toplumlara entegrasyonu ve yaşadıkları ülkelerde sosyal anlamda daha etkin olmaları adına çalışmalar yapılsa idi, vatandaşlarımızın yukarıda sayılan sorunları bugünlere kalmadan 50 yıl içerisinde çözüme kavuşurdu. Bütün bunlar yapılmadığı için Avrupa’daki Türkiye antipatisi üzerine siyaset yürütenler Ermeni soykırımı meselesi gibi konuları yıllarca ısıtıp ısıtıp bu kadar cüretkârca gündemlerine alamayacaklardı. Ancak, bizim güdümümüzde oradaki vatandaşlarımızı sosyal hayatta etkin kılacak,  partilere, dernek vb. kuruluşlara üye olmaları, siyasi hareketler içerisinde bulunmaları sağlanabilirdi. Bu saatten sonra bile,  vatandaşlarımızda, bulundukları ülkede işçi olma ötesinde vatandaş olma, vatandaş haklarını kullanarak etkin olma davranışlarını harekete geçirmemiz gerekir. Oralardaki gücümüzü daha etkin kullanmak ancak bu yollarla mümkün olabilir. Benim bir gözlemim de Fransa parlamentosunun önüne binlerce kişiyi toplayıp gösteri yapmanın hiç de etkili bir eylem olmadığıdır. Konu o parlamentoya gelmeden bir şeyler yapmalı ya da o parlamentonun içerisinde bulunmanın yolları zorlamak daha etkin bir eylem olurdu. Örneğin Fransa parlamentosunda oylamanın yapıldığı gün dışarıda protesto eylemi yapan vatandaşlarımıza yönelik Ermeni kökenli Fransız parlamenter Patrick Deveciyan kürsüde konuşma yapıyordu ve söylediği sözlerle binlerce insanımızın tesirini ortadan kaldırabildi. Deveciyan kürsüden özetle şu sözleri sarfetti; “Dışarıda Türkler bağımsız Fransa Parlamentosu’nu baskı altına almaya çalışmaktadır, iradenizi baskı altına almaya çalışmaktadır, Fransa’nın egemenlik sembolü parlamentonun iradesini bir grup türkün gürültüsüne pabuç mu bırakacağız” demek suretiyle Fransa’da sayılarımız aynı olsa da Ermenilerin sesinin Türklerden daha çok çıktığını göstermiş oldu. Bize düşen ise, dışarıda yaşayan 6,5 milyon vatandaşımızın gücünü etkin kılacak dış politika faaliyetleri gölgelerinde lobicilik yapmak olmalı. Aslında AKP hükümet dönemlerinde bu konu ile ilgili en somut adımlar atıldı. Dış Türkler Başkanlığı kurularak bu faaliyetler için Türkiye’de bir adres belirlenmiş oldu. Sonuçları konusunda zamana ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bildik bir slogan aslında durumumuzu en iyi ifade ediyor ve yazımı da bu sloganla bitirmek istiyorum; “Kontrolsüz güç güç değildir”.

 

Benzer Videolar