Kyoto Protokolü ve iklim Zirvesi

Atmosferde sera etkisi yaratarak dünyanın ısınmasına neden olan gazların azaltılması için Japonya’nın Kyoto kentinde  11 Aralık 1997 yılında 159 ülkenin katılımıyla düzenlenmiş olan BM Küresel Isınma Konferansı tartışmalarla sonuçlanmıştı. Bu arada gelişmiş ülkelerin dayatması sonucu, sera etkisi yaratan ( kloro-floro –karbon ) gazlarının % 5,2 azaltılmasını öngören bir anlaşmanın kabul edildiğini biliyoruz.
Türkiye 5 Şubat 2009 tarihinde TBMM Genel Kurulunda 243 oyla Kyoto Protokolüne katılması uygun bulunmuştur. Bu kabul ile ülkemiz orta ve uzun vadede önemli kazanımlar elde edecek ve mali yükümlülüklerin altına da girecektir. Nitekim sürdürülebilir kalkınma çabalarına destek olacak yeni ve gelişmiş temiz teknolojilere daha çabuk ve kolay sahip olacak, yeni çevre dostu üretim teknolojilerine geçiş sağlanacak, istihdamı arttırıcı yeni iş alanları gelişecek, özel sektöre sera gazı salım azaltım projeleri teşvik edilecek, yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları payı daha fazla arttırılacak, enerji kayıp ve kaçakları  azaltacak, uzun vadede düşük karbon ekonomisine geçiş sağlanacaktır.
Kyoto’nun maliyetine gelince; ciddi bir hesaplama bugüne kadar yapılmamıştır ancak ağır bir yük getireceği unutulmamalıdır. Bunun yerine fayda-maliyet hesabı yapılması daha uygun bulunmaktadır.
Bu imza ile Türkiye 2012 sonrası döneme taraf olmuştur. Ayrıca eneri politikamızın tekrar gözden geçirilmesinin gerekliliği de ortadadır. Yapılan çeşitli tahmini maliyetler 20 milyar doların üzerindedir. Enerji, kimya, otomotiv ve ulaşım.. başta olmak üzere tüm sektörlerde enerji verimliliğini ve karbon emisyonunu azaltmak için köklü değişiklikler ve yeni yatırımlar gerekecektir. Bu maliyetlerin  sadece sanayiciye özel sektöre yüklenmemesi için rasyonel kaynakların devreye sokulması gerekmektedir.
Öte yandan 7-18 Aralık 2009 tarihleri arasında 100 devlet ve hükümet başkanının  katılımıyla 199 ülkenin buluştuğu  “Dünya İklim Konferansı” da yapılmıştır. Bu konferansta “Kyoto Protokolü” yerine geçecek yeni bir anlaşma kardeş anlaşma olarak değerlendirilebilir. Amaç yine bütün ülkelerin karbon gaz seviyelerini 1990 yılı seviyesinin altına çekmek konusunda birlik  olabilmektir. Ancak iklim zirvesindeki üzerinde  anlaşmaya varan metin sıcaklık derecesinin 2050 ye kadar 2 derece ile sınırlandırılmasını ön görürken sera gazı salınımlarının düşürülmesine ilişkin sayısal hedefler belirlenememiştir. Ancak kabul edilen projeye göre ABD 3.6 milyar dolar , AB 10.6 milyar euro ve Japonya 3 yıl içinde 11 milyar dolarlık yardım paketleri açıklamışlardır.
Varolan anlaşmanın hukuki bağlayıcılığının olmaması ve içerdiği maddelerin her türlü yoruma açık olması anlaşmanın ne kadar işe yarayacağını düşündürmektedir.
İlklim zirvesinin bence en önemli en somut maddesi yeni oluşturulan  “Kopenhag Yeşil İklim Fonu” olmuştur. 2010-2012 arasında 30 milyar dolarlık bir kaynak aktarımı yapılacak ve daha sonraki yıllarda  bu fon 100 milyar dolara çıkarak ülkelerin kullanımına  sunulacaktır.
Sonuç olarak Kyoto sonrası gerçekleşen “İklim Konferansı”  “İklim Değişikliği Zirvesi” “Yeni Bir İklim Anlaşması” ne dersek diyelim bir durum tespiti yapılarak kısa orta ve uzun dönemde ülkelerin neler yapmak zorunda olacağını ortaya koyması açısından büyük bir önem taşımaktadır.
Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül “Bütün ülkeler sorumluluk almalı bedel ödemeyen kalmamalıdır” diyerek kısa, öz ve anlamlı bir cümle ile konferansın ana hedefini belirlemiştir.
Yani tüm ülkeler çevreyi korumak için ellerini taşın altına koymak zorundadırlar.

 

 

 

 

 

 

Benzer Videolar