Mahçupyan’ı mahçup etmek istemem

Son iki hafta pazar günleri Sn. Etyen Bey köşesinde adeta Ermeni soykırımının haklılığını netice verecek yazılar kaleme alıyor. Doğal karşılıyorum. Kendi iddia ettiği gibi Rumeli gündeme geldiğinde yapılanların Türk refleksine karşın, bu da bir Ermeni refleksi olabilir. Her iki yazısını da sebep sonuç ilişkileri bağlamında irdeledikten sonra çıkardığım ana fikir bu; Ermenilerin soykırımı Rumeli’de Türk ve Müslümanlara yapılanlarla aynı çizgide değerlendirilemeyeceği. Hatta her ne zaman Ermeni soykırım iddiaları ileri sürülse bu türden karşı bir reflekse giren Türklerin haklı olmadıklarını, geçmişlerini ancak bu zaman hatırladıkları fikrini ileri sürmüş. Sn. Mahçupyan satır aralarında bunu ifade eden satırları bulunmasına rağmen sonunda zevahiri de kurtarmaktan çekinmiyor. “ Hiçbir katliam veya soykırım, unutulmayı hak etmez. Yaşanan acıya saygı duyulması insanlığın gereğidir... Ama her birinin arka planında farklı bir tarih ve o yaşanmışlığın ürettiği, açıkça ifade edilmese de bilinen bir hakkaniyet duygusu var. İşte o nedenle bazı olayları daha kolay unutur, bazılarını ise bir türlü unutamayız.” Rumeli de gerçekleşen olayların aslında bir soykırım olarak değerlendirilebileceği hakkaniyetini teslim edip yazısını bitiriyor. Kaleme aldığı mevzu o kadar ağdalı bir dille kaleme alınmış ki sanki bazı şeyleri açıkça söylemekten kaçınmış izlenimi veriyor. Bunca sene kitap okuyan biri olarak cümlelerin de ne demek istediğini anlayana kadar akla karayı seçtim. Yazar yazıyı normal halk kitlelerinin anlayamayacağı bir düzende kaleme almış. Herkesin anlamasını da istememiş anlaşılan. Olur ya yazdığı makalede karşılaştırdığı olguların herkes tarafından anlaşılmasın elitliği içinde kanıksanmasını arzu etmiş olsa gerek. Cümleden bir şey anlayan beriye gelsin. İşte bu ve benzeri cümlelerle kendi içinde karmaşık ifadeler içeren ve iddialarında da tam olarak isabet etmediği anlaşılan konulara değinmiş. Yukarıda dediğim gibi, yazıları Ermeni soykırım iddiaları için tipik bir Ermeni savunması gibi…

KAFKASLARLA İLGİLİ İDDİALARI

Ayrıca Sn. Mahçupyan Kafkaslarla ilgili çok ilginç bir iddiada bulunuyor. Kafkaslarla kültürel bir bağımızın olmadığı kesin yorumuyla olaya yaklaşıyor. .” Kafkaslar'daki insanlar sonradan keşfedilen 'soydaşlardı' ama aramızda gerçek bir kültürel bağ yoktu.” diyor. Kafkaslardaki Müslüman milletlerden kimisi Türk’tür kimisi ise değildir. Örneğin Nogaylar, Kumuklar, Azeriler, Karapapaklar ve Terekemeler Türk’tür ve bizimle her şekilde bağları vardır. Ancak Çerkezler, Çeçenler, Lezgiler, Avarlar, Tabasaranlar, İnguşlar, Laklar ve Osetler Türk kökenli olmadıkları gibi, gerek dil ve gerekse etnografik açıdan bu milletler ile bir kültürel bağımız yoktur. Nitekim Etyen Bey de bundan bahsetmiş olabilir. Bu çok doğru bir tespit. Ancak eksik kaldığı nokta şurada: Bizim tarih boyunca bu uluslarla kültürel paralelliğimiz vardır. Nitekim bunun benzeri bir paralellik de Bogomilizm mezhebine bağlı Boşnaklarla karşılaşmamızda ortaya çıkmıştı. Birbirlerine bu kadar paralel olan iki millet kısa süre içerisinde kaynaşmış ve tek millet oluvermişti. Sonuçta Boşnaklar ve Arnavutlar kitleler halinde Müslüman olarak Osmanlı sınırlarını 500 yıl boyunca korudukları gibi en başta kendilerini ve coğrafyalarını asırlarca ırzlarına kast eden can düşmanları Sırp, Hırvatlardan, kıyılarını yağmalayan Venedikli ve Ragusalı haraççılardan korumuşlardı. Çerkezlerin ve diğer Kuzey Kafkas halklarının da Osmanlı ile bağı aynı bu şekilde gerçekleşmiştir. Bu yüzden Etyen Beyin tezi yarım ve yanlıdır. Eğer maksat taşımıyor ise saf ve cahilcedir. Coğrafi ve sosyolojik açıdan da isteyenler dediklerimi tartabilir ve araştırabilir. Bazen dünyada birbirinden habersiz iki millette benzer durumlar söz konusu ise aralarında ille de bir bağ aramak gerekmez. Aralarında paralellik bulunduğu söylenebilir.

JAPON KÜLTÜRÜ

Örneğin Japon kültüründe genç kızlarda, görücü usulü tanışma, siftah kazanılan parayı yüze sürme gibi adetler vardır. Ama bunlar olduğu gibi Türk kültüründe de vardır. Fakat Japon Milleti ile Türk milleti Abdülhamit devrine dek tarihin hiçbir döneminde karşılaşmamış ve kültürel ilişki kurmamıştır. Zira aradaki dağlar, denizler ve bunu da geçelim 15 bin kilometreden fazla mesafe bu alışverişe manidir. Kültürel paralellik iki milletin birbiri ile karşılaştığı ana dek hiçbir önem taşımaz. Ne zaman ki karşılaşırlar işte o vakit karşılıklı kültürel bütünleşme gerçekleşir. Eğer Japonya da Bosna hersek gibi burnumuzun dibinde diyebileceğimiz kadar yakın olsaydı bugün Japon sokaklarında her mahallede bir camii ve sağda solda dolaşan sakallı hacı dedeler görebileceğiniz gibi, bizde de etkisini daha güçlü bir pirinç ve çay kültürü olarak gözlemlerdiniz… Ayrıca bu iddianın muhatabı bölge insanlarıyla insanımızın ilişkilerini perçinlemeye çalışan, bölge insanlarının Türkiye temsilcisi olan STK’lar olmalı. Tepkilerini delilleriyle birlikte ortaya koymalılar. Ben, âcizane Sn. Mahçupyan’a bu kadar kesin konuşabilmeye sebep delilinin ne olduğunu sormak isterim. Bu ülkenin evlatlarının yıllarca Doğu cephesinde cansiperane savaşıp şehit düştüklerini neden görmezden geldiğini bilmek isterim. Erzurum’da, Kars’ta, Batum’da, Allah’u Ekber Dağı’nda 90 bin şehit ve diğer şehit düşenlerin bizlerle soydaşlıklarının olmadığını iddia etmek doğrusu pek yakışmadı Sn. Mahçupyan. Ardından gelen satırlarda öyle bir satır var ki düşünülesi ifadeler içermekte. “Dolayısıyla Ermeni soykırımının karşısına çıkarılan örnek esas olarak Rumeli'dir. Ancak bu bölgenin önemini idrak ettiğimizde söz konusu 'unutmanın' daha da garip olduğunu teslim etmek durumundayız. Acaba Türkiye halkı ve kıyıma uğrayarak yurtlarını terk eden Müslümanlar niçin bu olayı bu denli kolayca unutmaya eğilimliler? Ve buna karşın acaba Ermeniler niçin ısrarla hatırlamayı zorluyorlar? Yol temizliği açısından hemen söyleyelim ki, bu karşılaştırmada soykırım tespiti talidir. Çünkü Rumeli kıyımında da merkezi ve sistematik bir imha siyasetinin olduğu her olay açıkça soykırımdır.” Bu ifadeleri okuduğumda sanki Ermeni soykırımı Mahçupyan tarafından da onaylanmış hissettim. Hatam varsa Sn. Mahçupyan düzeltsin. Burada parantez açıp Ermeni soykırımı ile ilgili yazmak istediklerimi Hıristiyan yazar Samuel A. Weems ‘in kitabından aktarıyorum. Değerli okurlarım, Weems’in uzun ve yorucu araştırmaları sonucu her türlü tehdide rağmen, hayatı pahasına kaleme aldığı, arşiv belgeleriyle zenginleştirdiği kitabında yazdıklarını sizlerle ve özellikle Sn. Etyen Mahçupyan’la paylaşarak yazımı bitirmek istiyorum. 1988 yılında Ermenistan bağımsızlığını ilan etti, ancak Rusya ile yakın ilişkilerini kesmedi. Kendi topraklarında Rus’ların askeri üslerinin kurulmasına müsaade etti. Ermenistan istediği için Rus üslerinde Rus askerleri, MİG uçakları, karadan havaya roket bataryaları ve tanklar bulunmaktadır. Çok sayıda Müslüman bu ülkeden zorla kovulmuştur.Şu anda Ermenistan Dünya’nın en kapalı Hıristiyan toplumlarından biridir.Tek bir Resmi kilisesi vardır. Devletin bir kurumu olan bu kiliseye yetkilerini anayasa vermiştir. Kilise ile devletin ayrılmasından söz edilemez. Türkiye’de Ermenistan’da olandan daha çok sayıda Ermeni kilisesi vardır ve bu internette yazılanların tersine doğrudur. Türkler ve Ermeniler Türkiye’de büyük bir özgürlük, uyum ve dostluk içinde birlikte yaşıyorlar ve ibadetlerini yapıyorlar. Bu durum ABD’de Türkler aleyhine nefret ve kin tohumları eken Ermeni Amerikalıların çirkin söylemi ve gayretlerinin tamamen zıddıdır. İstanbul’daki arşivler herkese açıktır. Acı olan şudur ki, Ermenistan’ın başkenti Erivan’daki arşivler ve Boston’daki Ermeni Devrimci Federasyonu’ndaki kaynaklar halka ve araştırmacılara kapalıdır. Acaba neyi saklıyorlar? 1890 yılında ermeni çeteleri Osmanlı imparatorluğunda Müslümanlara ait toprakları ve mülkiyeti zorla ele geçirmek için isyan hareketine başladı. Ermeniler bu toprakların 3 bin yıl önceki atalarının toprakları olduğunu iddia ediyorlardı. Halbuki bu terör olayları başlayana kadar Ermeniler Osmanlı topraklarında 5 yüzyıl kadar barış ve kardeşlik içinde yaşamışlardı. Rahatsızlık çıkartan bu grup o kadar küçüktü ki, Osmanlılar onları 1914-1915 yılına kadar kaale bile almamışlardı. Ermenilerin istedikleri toprakları onlara vereceğini ilan eden Rus Çarı’na inanan Ermeniler, Osmanlı-Rus savaşı sırasında Rusları desteklediler. Gündüzleri kendilerini Osmanlı komşularına dost gibi gösteren Türkiye Ermenileri, geceleri Osmanlı ordularına terörist saldırılar düzenlerdi. Türklere yöneltilen bu saldırılar Türk ordusunun Ruslara karşı savaşma gücünü zayıflatıyordu. Sonuçta Osmanlı Hükümeti, savaş alanı ortasında yaşayan bu Ermenilerin tümünü göç ettirmek zorunda kaldı. Çünkü hükümet, hangi Ermeni’nin terörist, hangisinin sade vatandaş olduğunu ayırt edemiyordu. Bu, çok milletin “hain-vefasız” olarak nitelediklerine karşı kendini savunmak için yüzlerce yıldır uyguladığı bir yöntemdir. Bunun en son örneği 7 Aralık 1941 de Japonların ABD’ye saldırmalarının ardından, ABD hükümetinin batı sahillerinde yaşayan Japon-Amerikalıları, geçici olarak ülke içine zorunlu göçe tabi tutmasıdır. Başkan Roosevelt 19.Şubat.1942 de imzaladığı 9006 numaralı özel karar ile Japon Amerikalılar savaş alanlarının dışına göç ettirilmesine dair askeri emir vermiştir. Osmanlılar’ın 1915 yılında yaptıkları farklı bir şey değildi. Hatta Ermeniler, Japon Amerikalılar’ın yapmadıklarını da yapmış olmalarına rağmen: Osmanlı cephe hattının arkasında terörist saldırılarda bulundular. Osmanlılar’ın savaştığı Rus ve Fransız ordularıyla birleştiler ve Osmanlı topraklarının kendilerine ait olduğunu düşündükleri bölümlerinde Müslümanlara, özellikle Türklere yönelik büyük bir etnik soykırım başlattılar. Fakat esas üzücü olan taraf şudur ki; Ermeniler bütün bu yaptıklarına rağmen, Amerika’da ve bütün dünyadaki Hıristiyanları aldattılar. Ermeni liderleri, maaşlı ajanları bütün Hıristiyan dünyasına gönderdiler ve “ Vahşi Türk Müslümanların”, yüz binlerce Ermeni’yi katlettiği yalanını yaydılar. Gerçek şu ki Amerikalılar Osmanlı topraklarındaki savaş alanlarından çıkartılmış Ermenilerin canlı tanığıdır. Günümüzün sahtekâr Ermenileri ise katliama uğradığını iddia ettikleri insan sayısını birkaç yüz binden, bir buçuk milyona kadar çıkardılar. Nazilerin 2. Dünya savaşı sırasında Yahudilere yaptıklarının dünya çapında nasıl nefretle karşılandığını Ermeniler iyi algıladılar. Hemen ardından, olayın üzerinden 43 yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra 1915 yılında Türklerin kendilerine karşı korkunç bir soykırım düzenlediklerini dünyaya ilan etmeye başladılar. Hâlbuki çağdaş Türkiye’nin kuruluşu 1923 de olmuştur; yani Osmanlıların terörist ve vefasız oldukları için Ermenileri ülkeden kovduklarından tam sekiz yıl sonra.

 

 

Benzer Videolar