Makedonya
Balkanları gezerek, buralarda beş yüz yıl boyunca yaşananların izini takip edip, evlad-ı fatihanı; "i'la-yı kelimetullah" için seferber olduğu, kılıç salladığı ve şehid olduğu topraklarda ziyaret etmeyi uzun zamandır arzu ediyorduk.
Buralarda Allah rızası için kılıç sallarken şehadet şerbetini içenlerin ruhlarına fatihalar okuyarak dualar etmeyi, bu muhteşem maziyi yerinde hatırlamayı birçok insanımızın arzuladığı muhakkak.
Son yıllarda bu bölgelere çok yoğun bir ilginin olduğu zaten gözden kaçmıyor. Fırsatını bulan birçok vatandaşımızın bu seyahatleri gerçekleştirdiğine şahit oluyoruz. Zaten bu ülkeleri gezdiğiniz zaman Türkiye’den buralara gezmek amacı ile gelen insanların çokluğu karşısında emin olun insan biraz da hayrete düşüyor.
Fakat her arzunun tahakkuku o kadar da kolay olmuyor. Zaman zaman teşebbüsleriniz bazı engellere takılıyor ve kader her zaman olduğu gibi doğrudan doğruya hükmünü icra ediyor.
Her şey İlahi takdirin çizdiği kader programı çerçevesinde cereyan ediyor. Bizler ise cüz'i irademiz ile bu program çerçevesinde üzerimize düşen görevimizi ifa etmeye çalışıyoruz.
Tarih de, tarihte yaşananlar da böyle değil midir? Bizler iman, sıdk, gayret ve sadakat ile birlikte gaflet ve hatalarımız ile kadere fetva veriyor, yaşananları aslında hak ediyoruz.
Osmanlı Devleti, beş yüz yıl kadar Balkanlarda hükümran oldu. Mutlaka birçok hatalar yapılmıştır fakat çoğu zaman fetih ruhu, cihad aşkı ve i'la-yı kelimetullah sevdası ile yollara koyulmuş, cepheden cepheye koşmuş ve üzerine düşen vazifeyi en güzel şekilde yerine getirmeye çalışmıştır.
Duraklama, gerileme ve yıkılış sürecinde yaşananlar, tarihçiler tarafından enine boyuna araştırılmakta ve analiz edilmektedir. Bu elbette onların görevidir. Tarihi en doğru şekilde yazmak ve gelecek nesillere objektif bir perspektif ile aktarmak, aynı zamanda tarihi yaşayan ve yapanlara karşı da bir vicdan borcudur.
Biz meseleye biraz da bize tevdi edilen emanet ve düşen vazife cihetiyle bakıyoruz. Yapacağımız tespitlere ve gözlemlere bu açıdan bakmanızı istirham ederim.
Osmanlı'dan bize miras kalan gönül yaralarından birisi de Makedonya'dır. Burada yasayan Türk nüfus yüzde beş civarında fakat Müslüman kimliğini korumaya devam etmeye çalışan yüzde yirmi civarında Arnavut nüfus da bu topraklarda yaşamaya devam ediyor. Ülke nüfusunun yüzde altmış beş kadarı Makedon ve geri kalan nüfus da diğer farklı etnik gruplardan oluşuyor.
Osmanlılar, 14. Yüzyılın başlarından itibaren Makedonya topraklarına gelmeye başlamışlar. I. Murad komutasında 1371 tarihinde elde edilen Cirmen Zaferi ile birlikte Makedonya’nın kapıları Osmanlılara açılmaya başlanmıştır. 1395 tarihinde Ohri’nin fethi ile Makedonya bütünüyle Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bu dönem hemen hemen kesintisiz olarak beş yüz yıldan fazla sürmüştür.
1371´den 1912 yılına kadar Osmanlı yönetiminde kalan Makedonya, son elli altmış yıl dışında barış ve huzur içinde çok güzel bir dönem geçirdi. Bu yıllarda buralarda sanat değeri çok yüksek olan çok sayıda eser inşa edildi. Halkın ihtiyaçlarını karşılamaya dönük olarak çok sayıda hayır kurumu ile sosyal ve kültürel kuruluşlar devreye sokuldu. Sivil ve askeri amaçla kurulan çok sayıda eğitim kuruluşu faaliyete geçirildi. Buradaki halkın ekonomik durumu ile birlikte sosyal ve kültürel seviyesi büyük oranda yükseldi.
Osmanlılar bu bölgeyi Balkan Savaşının ardından terk edince, buralarda yaşayan çok sayıda Müslüman da, Osmanlının ardından yollara düşmüş. Buradaki çetelerin zulüm ve baskılarından kurtulmak, aile fertlerinin hayatlarını tehlikelere maruz bırakmamak için her türlü zahmet ve meşakkati göze alarak vatan topraklarına ulaşmaya çalışmışlardır.
Bu göçler çok büyük dramlara ve acılara sahne olmuştur. Sayısını bilemediğimiz kadar çok evlad-ı fatihan yollarda saldırılara maruz kalarak, bazıları da diğer bazı sebeplerden dolayı hayatlarını kaybetmişler. Vatan topraklarına ulaşabilenler de kendilerini yeni sıkıntılar içinde bulmuşlar.
Daha sonraki yıllarda çok sayıda ‘’Mübadele Antlaşması’’ çerçevesinde yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan ayrılarak, birçoğunun kalbi kırık, gözleri yaşlı bir şekilde, arkalarında çok sayıda hatıralar bırakarak ve yeni umutlar yüklenerek bu ülkenin topraklarına ulaşmaya çalışmışlardır.
Bu dönemlerde ne kadar çok dramın, acının, kalp kırıklığının yaşandığını tahmin etmek mümkün değildir. İnsanlarının her şeylerini, evlerini, topraklarını, bütün mazilerini, bazı sevdiklerini, yakın akrabalarını, arkadaşlarını, aynı sokağı paylaştıkları komşularını tamamen geride bırakıp, nasıl sonuçlanacağını bilemedikleri bir yola çıkmalarının ne kadar zor olduğunu, ne kadar yürek yakıcı olduğunu ancak böyle bir durumu yaşayanlar tam olarak hissedebilir.
Bu topraklar, ana vatan toprakları her zaman kucağını açmış bir vazıyette, zor durumda kalmış insanları bağrına basmayı büyük bir vecibe ve görev olarak ruhuna sindirmiştir. Bugünden geçmişe doğru gittiğimiz zaman, her adımda bu maksatla inanç ve şefkatle açılmış kolları, paylaşmaya hazır sofralar görürüz.
Bu ülkenin insanları ayrıca etnik kökenine ve diline de bakmadan mazlum ve mağdur insanlara yardım etmeyi, ibadet aşkıyla bir asalet şiarı haline getirmiş ve hücrelerine kadar sindirmiştir. Zaman zaman farklı şekillerde çıkan seslere de iltifat etmemiştir.
İşte bu duygu ve düşüncelerle yola çıktığımız Balkan gezisine Makedonya’nın Ohri şehrinden başladık. Osmanlının Balkanlarda 14. Yüzyılın sonlarında topraklarına kattığı bu bölgeden başladığımız bu seyahatimizde, birçok medeniyete kucak açmış bu coğrafyanın birçok önemli şehirlerini görme fırsatını elde ettik.
Makedonya’nın tarihi çok eskilere dayanır. İlk çağlardan itibaren bu topraklarda önemli devletler kurulmuş ve büyük medeniyetlere sahne olmuştur. Dünyanın çok önemli bir bölümünü egemenliği altına alan ve otuz üç yaşında iken Hindistan’da hayatını kaybeden Büyük İskender, Makedon olarak tarihe geçen çok ünlü bir komutan. Babası II. Phillip de bölgenin nam salmış krallarından.
Makedonya ikinci dünya savaşından sonra Yugoslavya Federasyonu içinde yer alan altı özerk cumhuriyetten birisi oldu. Tito yaşadığı müddetçe bu federasyonu ayakta tutmayı başardı. 1990 yılında Tito’nun ölümünden sonra Yugoslavya Federasyonunu oluşturan Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Makedonya ve Karadağ özerk cumhuriyetleri farklı zamanlarda bağımsızlıklarını ilan ettiler. Makedonya Cumhuriyeti de 1991 yılında yapılan halk oylaması sonucu bağımsızlığını ilan eden bir devlet haline geldi.
Bugün Makedonya ile birlikte, Yunanistan ve Bulgaristan’da da Makedonya olarak isimlendirilen bölgeler var. Yunanistan bu sebepten dolayı ‘’Makedonya Cumhuriyeti’’ ismine ısrarla karşı çıktı. Ve bu inadında, Avrupa ülkelerinin de desteği ile başarılı oldu ve Makedonya Cumhuriyetinin ismi karşılıklı antlaşma ile ‘’Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’’ olarak ilan edildi.
Bütün Balkanlarda olduğu gibi Makedonya'da çok sayıda millet bir arada yaşıyor. Osmanlılar, buralarda hükümran olduğu asırlarda büyük bir maharet ve yönetim becerisi ile buradaki milletleri herhangi bir kavga ve kargaşaya meydan vermeksizin en güzel şekilde idare etmeye çalışmış.
Osmanlı İmparatorluğunun, yapılan büyük hatalar ve dışarıdan yapılan saldırıların daha organize bir hale gelmesi sonucu gerileme sürecine girmesi ile birlikte, Balkanlarda çok önemli ihanet çalışmalarının yapıldığı herkesin malumudur.
Osmanlıyı parçalamak ve yıkmak için ırkçılık damarlarının tahrik edilmesi, çok uygun bir zemin olarak görülmüş. 19. Yüzyılın başlarından itibaren Balkanlarda bulunan çok sayıda millet üzerinde milli duygularını tahrik ederek aksiyona dönüştürmek ve Osmanlıya karşı ayaklandırmak için özel ve sistematik bazı çalışmaların yapıldığını görüyoruz.
Balkanları, Osmanlıdan koparmaya doğru götüren süreç, işte bu tahriklerle başladı.
Kaynak: Makedonya - Abdulkadir MENEK