İzmir’in Kaybolan Türk Kimliği
Vali Rahmi Bey 1910’lu yılların sonlarında, şehrin yüzlerce yıllık
geçmişinin belgelerini barındıran tarihi mezarlıkları yok etti. Zamanı
yetmediği için yok edemediği mezarlıklar da 1930’lu yıllarda ortadan
kaldırıldı.
Şehir Milli Hafızasını Kaybetti
Mezarlıklar yok edilince yüzlerce yıllık geçmişin izleri silinmiş oldu. Bunun neticesi olarak da şehir hafızasını kaybetti.
Kabristanların dışındaki diğer ecdad yadigârı eserlerin büyük bir kısmı
da yangın ve deprem gibi felaketlerin sonucunda yok olmuştu. Mesela
İzmir şehri, 1847’de çok şiddetli bir deprem 1862’de İkiçeşmelik
semtini “Yerle yeksan eden” büyük bir yangın, 1851 ve 1873’te iki
önemli deprem felaketi yaşadı. Arada vuku bulan ufak çaplıları
saymıyorum. Bu yıkılanları onaramadık ve yenilerini de yapamadık. Zira
1850’li yıllardan sonrasındaki zaman dilimi, bizim savaşlarla, iç-dış
düşmanlarla, ekonomik sıkıntılarla boğuştuğumuz yıllardı. Diğer bir
ifadeyle, milletçe can derdine düştüğümüz fukaralık, çaresizlik
yıllarıydı. Bu sürecin sonunda imparatorluğumuzun yıkıldığını ve bir
İstiklal Harbi yapmak zorunda kaldığımızı da hatırlatalım.
İzmir hafızasını kaybetmişti. Geçmişini hatırlayamıyordu. Bu sebeple
göz önünde olan az sayıdaki ecdad hatırası tarihi kalıntıları da
manalandıramadığı için onlarla da ilgilenmiyordu. Şehir veya bu şehri
temsil eden kimseler adeta bir kimlik bunalımına düşmüştü. Kendine bir
geçmiş, tabir yerindeyse yeni bir ana baba arıyordu.
Anamız Amazon Kadını
Derken epeyi sene evvel Bornova Belediyesi, şehrin en hareketli, en
merkezi yerine ve bütün itirazlara rağmen ne idiği belirsiz bir kadın
heykeli dikti. Öğrendik ki bu kadın İzmir’in ilk kurucusu veya fatihi
olan Amazon kadınını temsil ediyormuş.
Heykelin kaidesine de hala yerinde duran şu sözler yazılmıştı:
“Anaların Anası Kibele’nin kadın savaşçıları Amazonlar. Saygıyla anıyoruz.”
Zaman içerisinde gözümüz ve gönlümüz Amazon kadınına epeyi alıştırıldı.
Galiba aradığımız “anamızı” bulmuştuk; Amazon savaşçı kadın… Biz de
savaşçı bir milletiz diye övünürüz ya, işte bak, şıp diye yerine
oturmuş oldu.
Bornova Belediyesi bununla da kalmadı; heykelin bulunduğu alanın
kenarındaki bütün yapıları yıktırarak meydanı genişletti ve geri planda
kaldığı için fark edilmeyen kiliseyi de bütünüyle ortaya çıkardı.
Her Tarafımızı Homeros’lar Sardı
“İzmir’in kurtuluşunun 5000. yılı etkinlikleri” arasında bir ismi daha sıkça duymaya başladık: “İzmirli Homeros”…
Derken İzmir Büyükşehir Belediyesi “Meles Deltası”na bir Homeros anıtı
dikti. Böylece “şiirlerini söylediği yer olarak kabul edilen Meles’te
adına dikilen anıtla (“Homeros” da) kentimizin belleğinde kalıcılaştı.”
Galiba “babamızı” da bulmuştuk. Destan şairi “atamız”, “Ölümsüz
Homeros”un anıtı “doğduğu topraklara” dikilmişti ama bu topraklar
uğruna ölmüş olan Yiğit Çaka Bey’in adı sanı da çok önceden ortalıktan
kaldırılmıştı.
Hatırlayalım: Gümrükönü denilen yerin önündeki küçük alanın adı eskiden
“Çaka Bey Meydanı” idi ve burada bir de Çaka Bey’in büstü bulunuyordu.
Acaba buna ne oldu dersiniz? Önce büst yok edildi. Sonra da meydanın
ismi yazılı levha kaldırıldı. Şimdilerde oraları artık “Konak Pier”
diye anılmaktadır.
Mesela “Kemeraltı Markalar Birliği” (?!) tarafından 2008 İzmir Fuarında
dağıtılan bir tanıtım ve reklam broşüründe Kemeraltı sınırları
belirtilirken; “…Konak Saat Kulesinden başlayıp Gümrükteki Pier
Köprüsüne oradan…” diye tarif ediliyor.
Homeros, “Atamız” ilan edilince bir yarış başladı ki sormayın. Buca
Belediyesi meşhur destancının şiirlerini yazdığı söylenilen “Homeros
Mağarası”nı aramaya başladı ve “Kızılçullu Antik Su Kemeri”nin yanına
hemen bir levha astı. Levhanın “Amaç” kısmında şöyle yazıyor: “Batı
kültürünün temel taşları olan İlyada ve Odysseia adlı iki anıt eserin
yazarı, ozan, İzmirli Homeros’un şiirlerini yazdığı tarihi mağaraları
gün ışığına çıkarmak, doğal, tarihi ve arkeolojik mekanlarda
Homeras’tan esintilerin sunulacağı, edebiyat sohbetleri, şiir ve müzik
dinletilerinin yapılacağı bir çekim merkezi oluşturmaktır.”
Bunu gören Bornova Belediyesi ile Büyük Şehir Belediyesi müşterek bir
çalışma ile Bornova Çayı üzerine hemen büyük bir piknik alanı
düzenlediler ve adına da “Homeros Vadisi” koydular. Hemen oracıkta
bulunan 2-3 metre derinlikteki kovukta Homeros’un yaşadığı mağara
olarak ilan edildi. Nitekim bir “yürüyüş parkuru ve araç yolu
düzenlenerek Homeros’un yaşadığı varsayılan mağara tarih meraklıları
için kolay ulaşılabilir ve daha çekici bir hale getirildi.” Gerçi
buranın merak edilecek bir yanı yoktu ama büyüklerimiz böyle diyorlardı.
Netice olarak Buca Belediyesi hevesle başladığı projesini (!)
Büyükşehir Belediyesiyle işbirliği yapan Bornova Belediyesine kaptırmış
oldu ama levhası hâlâ yerinde duruyor. Anlaşılan Buca Belediyesi bu
işten henüz vazgeçmiş değil.
Karşıyaka Belediyesi de Homeros yarışına dâhil olmada gecikmez. Nafiz
Gürman Mahallesinde yaptırdığı ve adına “Dünya Barış Anıtı” dediği
“yapıtın” altına kondurduğu heykellerden biri Homeros; diğeri de
Amazon’dur. Diğer ikisi ise Tantalos ve Büyük İskender’dir.
Sakın ola ki “Bu kaçıncısı, daha bitmedi mi?” demeyin. Asıl Homeros
anıtı Agora alanına dikilecek. Henüz resmiyete konulmadı ama kulislerde
şifahen hazırlığı yapılıyor. “Devasa Homeros Heykeli”nin Agora’ya
dikildiğini de hep beraber göreceğiz.
İzmir’in Fatihleri Ne Oldu?
Şimdilik İzmir metropol alanında dört yerde Homeros’umuz var ama Çaka
Bey’imiz, Aydınoğlu Mehmet Bey’imiz, Emir Timur’umuz yok. Bunlar da kim
diye merak etmeyeceğinizi bildiğim için açıklama yapma gereğini
duymuyorum.
Haa!.. Bu gayret yarışının arasında bir ayrıntıyı da hatırlatıverelim:
Ocak 2007’de EBSO’nun düzenlediği “Marka şehir olmak” konulu
konferansta konuşan “Şehir markası yaratma uzmanı” (?) Christian
Asplund da bize çok değerli aklından birazını vererek şöyle bir
tavsiyede bulunmuş:
“Homeros” ve “Roma’nın ticaret merkezi İzmir” imajı öne çıksın.
Homeros’un şehri olan İzmir’de, Homeros’u yaşatan hiçbir şeyi
göremedim. Havalimanında beni Homeros’un karşılamasını ya da kentte
Homeros’u ve dönemini temsil eden bir canlandırma yapılabilir.
(Ebsohaber Ocak 2008)
Havalimanına bir Homeros heykeli diker miyiz bilmem ama, “canlandırma”
meselesi büyük bir ihtimalle Agora’da gerçekleştirilecek.
Bu arada aklı “gel-git” olan biri çıkar da “Benim duyduğuma göre sizin
‘Agora’ dediğiniz yerin ön tarafına ‘Mezarlıkbaşı’, arka tarafına ise
‘Namazgâh’ deniliyormuş, bunlara ne oldu?” diye bir münasebetsiz soru
soruverirse… O ne olacak? Büyüklerimiz ne cevap verecek? Doğrusu ben de
merak ediyorum.
Büyükşehir Belediyesi “Agora ve Çevresi Koruma, Geliştirme ve Yaşatma
Projesi”, “Kadifekale ve Çevresi Koruma Projesi” ve “Antik Tiyatro ve
Çevresi Koruma Projesi” adını verdiği üç çalışmayı birden başlattı.
Böylece Agora gün yüzüne çıkarılacak. Buraları “”Arkeoloji ve Tarih
Parkı” haline getirilecek. Tabiidir ki bu parkta İzmir’in Türk-İslam
geçmişine ait hiçbir şey bulunmayacak. Adı üstünde “Arkeoloji Parkı”…
Hemen hatırlayalım: Mevcut Agora Açıkhava Müzesi’nin kıyıcığında bir
sığıntı gibi duran Osmanlı Dönemi mezar taşlarının ve diğer kitabelerin
yürekler acısı hali orada gözümüzün önünde duruyor. Tek bir misal:
Miralay Süleyman Fethi Bey’in mezar taşı buraya getirilip güya devletin
koruması altına alındığında sapasağlamdı. Şimdi 19 parçaya ayrılmış
durumda.
Emir Sultan Türbesi’ni Koruma ve Yaşatma Derneği yıllardır bu taşları
kurtarmak için uğraşır. Teklifi de gayet basit masrafsız ve eziyetsiz
bir iştir: Emir Sultan Türbesi yanındaki metruk park alanına bu
eserleri taşıyıp burada bir “Osmanlı Dönemi Mezar Taşları Açık Hava
Müzesi” oluşturmak. Ama kimseye söz geçiremiyor. Ne demişler: “Varak-ı
mihr-i vefâyı kim okur, kim dinler?”… Emir Sultan Haziresinin başına
gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi. Gidin bir görün bakalım ne
haldedir.
Agora Projesinin Ayrıntıları, “Esas Turpun Büyüğü Heybede” Duruyor
Agora projesinden iki ayrıntıyı da duyuralım: Bu çevrede bulunan
“Yahudhaneler” yani “Yahudi aile evleri” ile “Sabatay Sevi”ye ait
olduğu iddia edilen bir harabe de canlandırılıp koruma altına alınacak.
Hâlbuki bu Sabatay Sevi işine İzmir Yahudi Cemaati dahi karşı çıkmıştı.
Kadifekale eteklerinde yapılan çalışma ile 165 ev yıkılacak. Bunların
altında kaldığı iddia edilen “Roma Dönemine ait antik tiyatro”, yer
altından birkaç taş bulunarak yer üstüne çıkarılmış olacak.
Kedifekale’de işler bununla da bitmeyecek. Esas “turpun büyüğü heybede
duruyor”. Tiyatro ortaya çıkarıldıktan sonra, İzmir’de Hıristiyanlığın
kurucusu sayılan Sen Polikarp’ın bu tiyatroda (veya yine bu çevrede
bulunduğu iddia edilen stadyumda) öldürüldüğü iddiasının hatırası da
canlandırılacak.
Yerini de söyleyeyim: yangın gözetleme kulesinin biraz aşağısında ve
batı tarafında bir yer olacak. Sen Polikarp için buraya bir anıt veya
ziyaretgâh kondurulacak.
Kadifekale’nin içi de ihmal edilmiş değil. Burada bulunan tonozlu
küçücük bir yapı kalıntısı “şapel” (küçük kilise) olarak yeniden
canlandırılacak. Bu yer aslında kale kumandanı Ahmet oğlu İlyas’ın
yaptırdığı camiye ait bir kalıntıdır ama bizim sözümüz geçmeyecek;
“Hayır, burası bir ‘şapel’ (küçük kilise) kalıntısıdır.” Diyenlerin
sözü geçecek ve oraya da bir kilisecik konduruluverecek.
Bizler İzmir’in Nesiyiz?
Yine aklı “gel-git” olan bir iki kişi çıkıp da “Bu kadarı da olmaz”
diye boşuna itiraza yeltenmesin. Hep beraber göreceğiz. Bu da olacak.
Dedik ya bu şehir milli hafızasını kaybetmiş durumda. Önüne ne koyarsan
“Eyvallah” diyecek.
Netice-i kelam Agora-Kadifekale projeleri tamamlandığında göreceğiz ki:
Bu bölgedeki Yahudi, Rum ve Antik döneme ait pek çok şey ortaya
çıkarılmış, olmayanlar da icat edilmiş ve şehrin yüzlerce yıldan beri
sahibi olan Türk Kültürüne ait hiçbir şey kalmamış olacak, Mimari
özelliği bozulmuş, adı bile değişmiş birkaç cami döküntüsünden başka.
Tabii ki onları da bilen, hatırlayan olursa…
Daha diyeceklerimiz bitmedi ama şimdilik bu kadarlık yeter. Lakin bir
sorum var. Bana deyiverin bakalım: Bizler bu toprakların ve kadim
yurdumuz İzmir’in nesiyiz? Bekçisi mi, kiracısı mı yoksa sahibi mi? …
Mehmet Ozan Semerci