Munise… kanserin kızı


Küçük Munise, babaannesinin kucağına yerleşmişti. Bir yandan da televizyondaki amcayı dinliyordu.

Lacivert takım elbiseli adamın söyledikleri kafasını karıştırmıştı. “Babaneciğim, annem neden İstanbul’a gitti?” diye sordu.

Yaşlı kadın, torununun saçlarını sevgiyle okşadı. O tatlı Rumeli şivesiyle, “Biliyorsun a güzel kızım” dedi, “anneciğin biraz hasta. İstanbul’a doktora gitti, iyileşince hemen gelecek.”

Munise’nin anası nicedir hastaydı. Hastalık onu gün be gün eritmiş, ela gözlerinin ferini söndürmüş, gül yanaklarını soldurmuştu. Babasıyla İstanbul’a giderlerken Munise’yi kucaklamış, onu doyasıya öpüp koklamıştı. Ana kız ağlaşmışlar, gözyaşları birbirinin dudaklarını yakmıştı.

Tam, televizyondaki lacivert takım elbiseli adamı gösterip, “ama bu amca Samsun’u sağlık kenti yaptık diyor, peki hasta olunca annem neden İstanbul’a gitti?” diye soracaktı ki telefon çaldı.

Babaannesi telefonu kaldırdı. Arayan Munise’nin babası idi. Hıçkırarak konuşuyordu. “Ah anacığım, Türkan’ı kaybettik…”

***

Türkan, Asarağaçlıydı. Doğduğu yıllarda Asarağaç, çam ormanlarının gölgesinde Karadeniz’e nazır, çok güzel manzarası olan şirin bir köydü. Sabahları kuş sesleriyle uyanır, denizden esen serin rüzgârın taşıdığı tertemiz havayı soluyarak okula gider, ailesinin bereketli topraklarında yetişen sağlıklı meyve – sebzelerle beslenirdi.

Köyün seçkin ve saygın ailelerinden birisinin kızıydı. Ailesi, Türkan’ı terbiyeli ve temiz ahlaklı örnek bir genç kız olarak yetiştirmişti. Komşu köyde oturan ve efendiliğiyle tanınan Ali isimli bir genç ona gönül vermişti. O da bu sevgiye kayıtsız kalamayınca kısa bir süre sonra telli duvaklı gelin olmuştu.

Türkan’ın kayınpederi Çırakmanlı’ydı. Emekli askerdi. Onu çevresindeki herkes “Başçavuş” lakabıyla tanır, severdi. Kayınvalidesi de Ökse’li, neşeli bir kadıncağızdı. Ali’nin Samsun’a çalışan dolmuş hattında bir arabası vardı, evine helal ekmek getirmek için çırpınıp duruyordu.

Hepsi çalışkan insanlardı. Aza kanaat getirmesini biliyorlardı. Tırnaklarından arttırdıklarıyla iki katlı bir ev yaptırdılar. Alt kata Ali’yle birlikte yerleştiler, üst katta ise Kayınpederi ve kayınvalidesi yerleşti. Elleri hiçbir zaman çok bol olmamıştı. Lakin şükretmesini biliyorlardı. Mutluluğu bollukta değil sevgide bulmasını biliyorlardı çünkü.

Mutluydu Türkan… Sıcacık bir yuvası, kendisini seven bir ailesi, kucağını dolduran evlatları vardı. Kocasının, ailesinin, konu komşunun gözbebeğiydi. Sohbeti dinlenir, sözüne itimat edilir, elinden iş gelir, pırlanta gibi bir hanımefendiydi. Sadece sevilen değil, aynı zamanda saygı duyulan birisiydi.

Türkan’ın üç evladı oldu. İkisini büyüttü, boyunca yetiştirdi. Munise, üçüncüydü. Henüz ana kuzusuydu. Ağladığında gözyaşını silecek, korktuğunda kucağına sinebileceği, acıktığında eteklerinden tutabileceği bir anneye ihtiyacı vardı.

***

Türkan’ın evinin birkaç kilometre uzağında sanayi siteleri vardı. Kurşun fabrikası, azot fabrikası, bakır fabrikası, demir çelik fabrikası, enerji santralleri…

Bazı akşamlar, fabrikalardan yayılan gazlar yüzünden gökyüzü balçık gibi oluyordu. Balkona astığı çamaşırlar isleniyor, sabah uyandıklarında kesif bir koku genizlerini yakıyordu.

***

Türkan kanser oldu… Tıpkı Asarağaçlı Mustafa Dayı, Ökseli Mürsel Aga, Kirazlıklı Mümin Efendi, Çırakmanlı Cin Süleyman ve Andiryalı Selime Abla gibi…

Yukarı mahalleden Hüseyin ve komşu köyden Naci, gırtlaklarından ameliyat olup kurtulmuşlar, sadece seslerini kaybetmişlerdi.

Ama ötekiler birer birer öldüler…

Türkan da onların yolundan yürüdü. Ardında “neden” diye soran, beş yaşında minik bir kız ve çaresizlikten avuçlarını sıkan bir eş bırakarak…

Daha kırk yaşındaydı…

***

Türkan’ı ikindi namazının ardından gömdüler. O gömüldüğü gün, evlerine yemek getiren komşuların köy ekmeğine sardıkları gazetenin üzerinde, lacivert takım elbiseli adamın resmini gördü küçük Munise…

“Samsun’u sağlık kenti yaptık” diye demeç patlatmıştı yine… Munise’nin gözleri, tıpkı rahmetli annesine benziyordu. Bulut bulut oldular, usulce nemlendiler…

Munise, lacivert takım elbiseli adamın yalan söylediğini biliyordu artık. Samsun, sağlık kenti filan değil, düpedüz kanserin kenti olmuştu.

Ela gözlerden süzülen iki damla yaş, küçük Muniseciğin anne dudağına muhtaç yanaklarını ıslatıverdi.

Benzer Videolar