Noel Baba sen var ya, adam diilsin bee ya !
Edirne’nin Keşan ilçesi, bu aralar pek meşhur… Bu şirin Trakya kasabası, Haldun Taner’in eserinden uyarlanan “Keşanlı Ali Destanı” isimli TV dizisinden sonra şimdi de “Keşan Müftüsü Destanı” ile rating rekorları kırıyor. Biliyorsunuz, Müftü Efendi, “Noel Baba doğru dürüst bir adam olsa bacadan değil, kapıdan girerdi.” diye kelam buyurunca çarşı karıştı. TV ekranlarından sosyal medyaya kadar her yerde günün konusu haline gelen Keşan Müftüsü’nün haletiruhiyesi, aslında bizim din adamlarımızın her yılbaşına doğru patlak veren “Noel’le mücadele” takıntısından başka bir şey değil! Nedendir bilinmez, bizim din adamlarımız yılbaşı kutlamaları ile Hıristiyanların Noel kutlamalarını aynı çerçeveye koyarlar. Oysa Hıristiyan dünyasının ekseriyeti, Hz. İsa’nın doğum günü olarak kabul edilen Noel’i 24–25 Aralık tarihlerinde kutlarken Jülyen takvimine göre hareket eden Ortodokslar ise 6 Ocak tarihlerinde Noel kutlaması yaparlar. 31 Aralık’taki yılbaşı kutlamalarının Hıristiyan dünyası açısından hiçbir dini değeri yoktur.
MÜFTÜDEN ALDIĞIMIZ İLHAM
Her neyse, doğrusunu Allah bilir diyelim; biz Keşan Müftüsünden aldığımız ilham ile hoş bir İmam – Papaz hikâyesini okuyucularımızla paylaşalım… Hafızamız yanıltmıyorsa Aziz Nesin imzası taşıyan bu güzel hikâye, 1920’li yılların başlarında Ege’de geçiyor. Efendim, Ege Denizi’ne biraz uzaktaki kel bir tepenin doğu yamacında bir Müslüman köyü varmış. Aynı kel tepenin batı yamacındaki komşu köyde ise Ortodokslar yaşıyormuş. Genelde birbirleriyle gayet iyi geçinen iki komşu köyün ahalisi arasında en büyük rekabet konusu ise din adamlarından hangisinin daha çok hikmet sahibi olduğu imiş. Ortodoks köyünün kilisesindeki Papaz Efendi, yaptığı büyülerle çevrede nam salmış birisiymiş. Bilhassa hastalıklara karşı yaptığı büyülü iksirler sayesinde birçokları şifa bulurmuş. Sadece Hıristiyanlar değil, Müslümanlar da Papaz Efendi’ye uğrayıp sağlık sorunlarını anlatırlar; o da bir iki gün sonra yaptığı iksiri hastaya içirir, şifa dağıtırmış. Buna karşın Müslümanlar ise Hoca Efendi’nin yağmur duasındaki marifetleriyle övünürlermiş. Gerçekten de Papaz Efendi her kuraklıkta kel tepeye çıkıp yağmur duası eder, pek netice alamazken Hoca Efendi, ne zaman kel tepeye gidip yağmur duası yaptırsa, bir iki güne kalmadan yağmur düşer, kuraklık derdi bitermiş.
İKİ DİN ADAMININ BİRBİRİNE GIPTASI
İki din adamı da birbirlerinin hikmetlerine içten içe gıpta ederlermiş. Lakin ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar neticede birbirlerinin hikmetini aşmakta başarılı olamazlarmış. Papaz Efendi, Hoca gibi yağmur duasında muvaffak olamazmış. Hoca Efendi de Papaz’ın yaptığı büyülü iksirlerden daha etkili tedavi yolları bulamazmış. Gel zaman git zaman, çok sıcak bir günün akşamı Kilise’nin kapısı çalmış. Papaz kapıyı açınca karşısında Hoca Efendi’nin oğlunu görmüş. Delikanlı, “Papaz Efendi, babam sana selam etti, bunu okusun dedi” diyerek elindeki mektubu uzatmış. Papaz, şaşkınlık içinde mektuba göz atmış. Hoca Efendi, adeta yalvarırcasına bir üslupla, “Çok fena halde dizlerim ağrıyor, yürüyemez hale geldim. Oysa yarın sabah muhakkak yağmur duası yaptırmak için Kel Tepe’ye çıkmam lazım. Bana bir iksir yapıver de dizlerimi iyi et…” diyormuş mektubunda. Papaz, o zaman anlamış ki aslında Hoca Efendi’nin dizlerinde romatizma vardır. Yağmur yağmadan evvel dizlerine ağrılar girmektedir ve bu sayede yağmur duasının vaktini doğru ayarlayıp ahaliyi kendi hikmetine inandırmaktadır. Bu fırsatı kaçırmayan Papaz, “İksiri hazırlamak zaman ister, ancak yarın akşama yetiştirebilirim.” diyerek göndermiş delikanlıyı. Ertesi sabah, kilise cemaatini peşine takıp kel tepeye çıkmış, bir güzel yağmur duası yaptırmış. Kel tepeden dönüşte, otacılık yapan babasının ilaç tariflerini yazdığı defterleri karıştırıp romatizmaya iyi gelecek bir merhem yapmış. Elbette bu arada şakır şakır yağmur yağmaya başlamış, akşamüstü sırılsıklam vaziyette kiliseye gelen Hoca’nın oğluna yaptığı merhemi teslim ederken Papaz Efendi çok mutlu görünüyormuş! Hikmet gösterme yarışında Hoca’nın önüne geçen Papaz’ın havasını ertesi yıl başlayan nüfus mübadelesi bozmuş. Papaz Efendi ve cemaati, tası tarağı toplayıp gemilerle Yunanistan’a gitmek zorunda kalmışlar. Rakibinin gidişini izleyen Hoca Efendi ise durumdan pek hoşnut olmamış. Zira romatizması azdığında onu tedavi edecek iksir de mübadele gemileriyle Ege’nin karşı tarafına göç etmiş. Aradan bir iki sene geçmiş. Bir gün Hoca Efendi’nin oğlu “Baba, baba… Sana Yunanistan’dan mektup var!” diye bağırarak eve gelmiş. Şaşkınlık içinde eline tutuşturulan zarfı açan Hoca Efendi, mektubun eski rakibinden geldiği görünce hepten şaşırmış. Şöyle diyormuş Papaz Efendi: “Vre Hoca… Memleketten ayrıldıktan sonra gene eski günlere geri döndük. Benim yağmur duaları hiçbir işe yaramıyor. Sen de herhalde dizinin ağrısından duaya çıkamaz olmuşsundur. Benim sana papaz büyüsü diye yutturduğum romatizma merheminin tarifini aşağıya yazıyorum. Bu dünyada bir daha görüşemeyeceğiz ama öbür dünyaya gittiğimizde bari birbirimize bakacak yüzümüz olsun…”
Tüm okuyucularımıza iyi yıllar diliyorum… Yazılarımızı internetten takip eden Yunanlı dostlarımızın 6 Ocaktaki Noel Bayramları’nı da kutluyorum…