Ödemeyi reddediyorum
Fransa ve Yunanistan’da bu ay gerçekleştirilen seçim sonuçları gösterdi ki; Avrupa birliği’nin birlik olarak kalabileceğine dair endişeler su yüzüne çıkmış durumda. Ekonomik kriz konusundaki beceriksizliklerinin faturasını uygulamaya çalıştıkları kemer sıkma politikalarıyla, kendilerine çıkarılmasından rahatsız olan halk, bu tür politikaların savunucularını başlarında görmek istemiyor. Ancak bu sonuç, krizi başından beri hep birkaç adım geriden takip ederek izleyen Avrupalı liderlerin kaçınılmaz akıbeti oldu. Aslında bugün Avrupa ekonomisi, para birliğinin kuzey ve güney ülkeleri arasında ortaya çıkardığı ekonomik dengesizliklerin sonuçlarını yaşıyor. Bu birliğin ekonomik avantajlarından en çok faydalanan Almanya ve Fransa, uyguladıkları politikalarla, birlikteki zayıf halka ülkelerinin (başta Yunanistan olmak üzere İtalya, İspanya ve Portekiz) aleyhlerine olan dengeyi düzeltmek adına atılmasını istedikleri her adımı engellediler. Sarkozy ve Merkel’in büyümeden ve kronik sorun haline gelen istihdam sorununu çözmekten uzak mali sıkılaştırma istekleri 2012 yılı içerisinde yapılan seçimlerle bir bir tepkiye dönüştü. Her iki lider bu yıl içinde girdikleri en büyük seçimleri kaybettiler. Hatta sandık önüne gelen halk, seçim süreci boyunca kendisine AB ile olan ilişkilerde değişim vaatleri ile gelen adayı sandıkta desteklemeyi tercih etti. Sağ söyleme sahip partiler vaadlerinde AB ruhuna aykırı vaatleri ifade etmekten de çekinmediler;”21. Yüzyıl Avrupa’da yabancılara kapalı olacak”, “Biz bize yeteriz”, “Shengen kaldırılsın” başlıklı fikirler sandıktan destek bulunca, bu endişelerin bir yansıması olarak seçimler Avrupa ekonomisinde de belirsizlikleri beraberinde getirdi. İşte, bu belirsizliklerle dalgalanan piyasalar, özellikle birliğin para birimi Euro üzerinde olumsuz etkisini göstermeye başladı. Düşen Euro-Dolar paritesi ile birlikte, zayıf halka ülkelerinin borçlanma faizlerindeki yükselme, endişelerin piyasalardaki yansıması oldu.
GÜVENSİZLİK TABLOSU
Seçimlerle su yüzüne çıkan AB’nin geleceğine güvensizlik tablosu, daha önceleri sokak eylemleri ile kendini göstermeye başlamıştı. Atina’da ortalığı yakıp yıkan göstericileri görmeye alışmış Avrupa kamuoyu, şimdi de İspanya’da ortaya çıkan ve giderek yaygınlaşan “ödemeyi ret ediyorum” eylemlerine sahne olmaya başladı. Avrupa’da halk artık kendisine empoze edilmeye çalışılan kemer sıkma tedbirlerine karşı, metro ve otoban geçişleri gibi kamu hizmetlerine ücret ödememe eylemleri yaparak tepkisini gösteriyor. Yine bir Alman turistin Yunanlılarca başlarına gelen krizin sorumlusu olarak saldırıya uğraması, Yunanistan’a Avrupa’dan yapılan rezervasyonlarının seçim sonrası yarı yarıya düşmesi, Krizin Avrupa ülkelerinde sandıklara yansıyan sonuçlarının dışında, toplumsal kırılmaların da başladığını gösteriyor. Gelinen bu noktada, seçmenler ve piyasalardan, hatta sokakların tepkisinden çıkarılacak mesajları doğru yorumlamak, AB liderlerinin en önemli vazifesi haline geldi. Geçen hafta sonu yapılan G8 ülke liderleri toplantısında Fransa’nın yeni lideri François Hollande, Avrupa için bildik ama Fransa için yeni bir öneriyi tekrar Avrupa’nın gündemine taşıdı. Buna göre, üye ülkelerin borçlanmalarının tek bir merkezden kontrol edilmesini de içeren ortak Eurobont çıkarılması yapılacak AB liderleri zirvesinde tartışılacak. Öneri destek görürse, AB’nin garantörlüğü ile çıkacak tahviller piyasalarda güven ve istikrarın geri gelmesini sağlayabilir. Ancak bu yöntem, üye ülkelerin bütçe yapma ve borçlanma programlarını yani tüm mali politikalarını AB yönetimine devretmesini gerektirdiği için, egemenlik haklarından taviz vermek istemeyen ülkelerin muhalefeti ile karşılaştı. Bıçağın kemiğe dayandığı, toplumsal isyanların artmaya başladığı bu günlerde, başarısız ekonomi politikalarında ısrar eden liderlerin seçimlerle birer birer koltuklarını kaybettikleri göz önüne alınırsa, ortak Eurobond önerisi, geçmişte atılamayan radikal adımların atılmasını artık kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Çözüm için yine de en önemli aşama, üye ülkelerin bütçe yapma ve borçlanma yetkilerini AB2ye devretme iradesini göstermesinden geçiyor. Ve bütün bunlar, bir iki yıllık hazırlık sürecini gerektiriyor. Ne var ki; başta Yunanistan olmak üzere diğer zayıf halka ülke vatandaşlarının bu kadar beklemeye gücünün kalıp kalmadığı konusunda endişeler ayyuka çıkmış durumda. İşte tam bu nokta, Avrupa krizinde, buzdağının görünmeyen tarafını ifade ediyor. Evet, bu süreçte Euro varlığını sürdürecek ve benim kanaatime göre para birliğinden çıkan/çıkarılan üye ülke de olmayacak, ama kemer sıkmaya alışmamış Avrupalıları zor zamanların beklediği de aşikâr.