Osmanlı’nın Balkanları
Ecdat, malumumuz uzun yıllar Balkanlarda hüküm sürmüştü. Bu süre hiçte azımsanacak türden bir süre değildir. Dile kolay tam beş yüz yıla yakın ecdat oralarda yaşamış. Binlerce eser vücuda getirmiş. Sadece Balkanlarda, 15bin 787 adet mimari eser inşa etmişler. Faraza, Bulgaristan’daki mimari eserlerin sayısı bile dudak uçuklatacak cinsten. Tamı tamına 3 bin 399 adet. Ecdat bu eserlerle farklılıkları bir kenara iterek kültürleri sevgi ve hoşgörü çemberinde buluşturmuştur. Diğer kültürleri ötekileştirmemiş, ayrıştırmamıştır. Aksine, farklı addedilen kültürleri kaynaştırmıştır. Bu vesile ile de ortaya, aşure lezzetinde yepyeni kültürlerin çıkmasına vesile olmuşlardır. Hiçbir zaman asimilasyon melanetine tevessül etmeyerek inançlara saldırmamışlar. Farklı dilleri ve dinleri zenginlik sayıp, müntesiplerini bulunduğu konumlarında kabul etme erdemini göstermişler. Farklı renkler karşısında adeta renk körü olmuşlar. Gördükleri tek harmoni oluşturdukları gökkuşağı olmuştur. Eeee, odağına insanı alan, niyetlerinde gönüller yapmak olanlardan da bundan başkası beklenemezdi. Saygı gösterdiler, hoş gördüler, Allah için sevdiler, hakka hizmetin yolunun halka hizmetten geçtiği şuuruyla ne eyledilerse eylediler. Eylediklerinin hepsinin güzelliği bugüne uzananlarından ayan beyan ortadadır. Balkanlardaki Osmanlı mirasında bunu görmek oldukça kolaydır. Ecdattan arda kalan ve her biri kendi alanında zirveye oturmuş zengin kültür mirası, sadece mimari eserlerle sınırlı değildir. Sosyal yaşamın birçok alanında da kendini kültürünü yöre kültürü ile herc-ü merc etmiştir.
OSMANLI MEDENİYETİNİN İZLERİ
Osmanlı medeniyetinin izleri semtlerden, mahallelerden, sokaklardan, çarşılardan, evlerden, kapılardan, kapı tokmaklarından, evlerin içerisinden, edep ve adaptan geçmiştir.Bu şuurla ecdat binlerce eseri Balkanlara, daha da ötesi âlem-i insanlığa hediye etmiştir. Hepsi de insan için vücuda getirilmiştir. Cami-mescit, tekke-zaviye ve türbe, kilise, sinagog gibi dini yapılar; han, bedesten, kervansaray, arasta ve çarşı gibi ticari yapılar; imaret, hamam, köprü, su kemeri, çeşme ve saat kulesi gibi sosyal yapılar; mektep, medrese ve kütüphane gibi eğitim merkezlerinden, şifahanelerden hangisi insanı merkeze almaz? Hele bir bakınız. Maalesef ki, günümüze gelindiğinde göz bebeği, inci tanesi, hamuru inanç, emek ve alın teri ile yoğrulmuş bu eserlerden ayakta kalanların sayısı bir elin parmakları kadar bile değildir. Osmanlı sonrası miras, yakılıp, yağmalanmış. Yıkılıp, viran eğlenmiş. Yalnız eserler değil yakılıp, yıkılan, ayaklar altına alınan, hoşgörü, barış, kardeşlik, birlikte yaşama zemini ve insanlık da eserlerle birlikte yok edilip ayaklar altına alınmış. Kısacası, etnik ve dini ayrıştırmalar Balkanları bugünkü haline getirmiştir. Bunca talana ve son on yıla kadar ki devletimizin ihmaline rağmen Balkanlara bugün giden birisi bile buram buram Osmanlı’yı soluyabilmekte. Osmanlı’ya ait şehir mimarisinin en güzel örneklerini, inancın derinliğinden neşv-ü nema bulan o derin huzur ve temaşa zevkini iliklerine kadar hissetmekteler. İşte tamda bu nokta da, insanın boğazına bir şeyler düğümleniveriyor. Düşünmeden edemiyoruz. Gözler gayr-i ihtiyari nemleniveriyor. Tüm bu haller viranelerin karşında zuhur ediyor. Efendiler, bu eserlerin her biri insanlığın ortak değeridir. Her biri ayrı ayrı fanuslarda sunulması gerekirken tarumarı aklıselimlerce fevkalade üzücüdür.
Zararın neresinden dönülürse kardır misali tüm Balkan Devlet Başkanları’na sesleniyorum gelin bu eserleri birlikte ihya edelim. Zira bu eserler tarihin tanıklarıdır. Balkan kimliğinin derin mühürleridir. Yunanistan’da, Bulgaristan da, Makedonya, Kosova, Bosna ve diğerlerinde ilgi bekleyen, kendisine uzanacak şefkatli dost ellere hasret insanlık mirası nice mühürler vardır. Gelin, bunları bir an evvel hayata döndürelim. Türk hükümeti kadar cesur ve hoşgörü sahibi olalım. Vakıflara ait eserleri asli sahiplerine iade edelim. Maksadına uygun kullanılmaya devam etsinler. Bunda korkacak hiçbir şey yoktur. Bu durum ne milli birlik ve beraberliğe ne milli şuura ve nede vatanın yekvücutluğuna halel getirmez. Tersine bu değerleri güçlendirerek, kaybolmuş olan uhuvvet duygularını pekiştirir. Bu yönde irade sergileyecek devletlerin, uluslararası arenadaki saygınlık ve itibarının artması da işin cabası olacaktır.