Osmanlı’nın Pürzerrini, Prizen -3
Prizren’de yol aldıkça Osmanlı’nın Pürzerrini’nin ne denli kaderiyle baş başa kaldığını hayıflanarak, üzülerek görüyorum. Terk edilmişliğini, emanetin emin ellerde olmadığını görüyor ve hissediyorum. Daha fazla sahiplenilmesi gerektiğine inanıyorum. Yeri gelmişken Sn. Cumhurbaşkanına, Sn. Başbakana ve ilgili ilgisiz tüm erkâna, “yetmez bu kadar gayret, ha gayret” diyorum. Daha bu insanlar için ne yapıldı ki? Daha fazlası olmalı. Daha fazlasına layık bu ahde vefalı insanlar. Kıyısında köşesinde, ucunda bucağında unutulmuş, el uzatılmadık, yolu yordamı olmayan (Penuş gibi) hiçbir yurt ve kimse kalmamalı. Başları dara düştüklerinde bu yüce milleti başucunda görmeli bu insanlar. Namerde muhtaç edilmemeliler. Bu onların yaşadıkları tüm acı ve gözyaşlarından sonra, sonuna kadar haklarıdır. Bekledikleri var, bizlerden beklentileri var. Buraları yâd eller olmaktan, oralar olarak anılmaktan, buralar, bizim eller olarak anılmaya dönüştürmenin şimdi tam zamanıdır. Zaman yol alma zamanıdır, daha fazla icraat zamanıdır. Tarih, laf üretenleri değil iş üretenleri yazmıştır.
ÇARŞI MEYDANI
Nerede kalmıştık değerli okurlar. Prizren’deydik, Prizren cadde ve sokaklarında ağır aksak ilerliyorduk sanırım. Bu arada yavaş yavaş çarşı meydanına doğru yaklaşıyoruz. Çarşının ortasında yek başına kalmış yıkılmak üzere bir minare karşımızda duruyordu. Serden de yardan geçmiş hali hüzün vericiydi. Cemaatsiz, mescitsiz yapayalnız hali yürek burkan cinsteydi. Osmanlıdan sonra nelerin olup bittiğini yalnızlığın sessiz çığlıkları eşliğinde en iyi anlatanlardan biride bu naçar minarecikti. Az ileride Gazi Mehmet Paşa Hamamı daha dün inşa edilmiş gibi tüm estetiği, harikuladeliği, güzelliği ve zarafeti ile karşılıyordu bizi. Sonrasında ise viran haldeki, boynu bükük Sinan Paşa Cami’de terk edilmişliğin karamsarlığı içerisinde garip garip bakıyordu o yıllarda bize. (Hani, Ecdadı Mübin’in 6–7 ay gibi kısa bir südre tamamlayıp da, TİKA’nın 5–6 senede zar zor restore edip hizmete sunamadığı bir cami-i şerif vardı ya bu cami işte o camii.) Ne gariptir ki, buralarda Osmanlı’dan sonra her şey çok garip gelmişti bize. Çarşı içerisinde ki şadırvandan akan suyun şırıltılı nağmeleri bile hüznümün artmasına vesile olmuştu. Şöyle başımızı kaldırıp Fatihi, Sultan Murat Hüdavendigarı arar gözlerle ileriye doğru gayri ihtiyari baktığımızda, az ilerimizde duran ve kenti ikiye bölen Bristica dersinin üzerindeki taş köprü gözümüze ilişiyor. Daha ilk anda karşılaştığımız, karşılandığımız bu eserler Prizrenin tam anlamıyla Müslüman Türk kenti olduğunun mühürleri misali ayakta duruyorlardı. Ancak bakıma muhtaç oldukları yılların yorgunluğu yüzlerinden okunuyordu. Devr-i Osmanlı’da ecdadın dört başı mamur eylediği bugünlere ulaşan eserlerinden belli olan Beyler ve Paşalar kenti Prizren ve dolayısıyla Kosova, bu günlerde dünyanın en fakir devleti olarak anılmakta. Sırtını her ne kadarda Şar dağlarına yaslamış görünse bile günümüzde durum hiçte öyle göründüğü gibi iç acıcı değil. Bir dönemin Pürzerrin’i, ziynet, zenginlik ve bereket dolu kenti, günümüzün fakirlik, yokluk ve yoksullukla boğuşan Prizren’i oldu. Eskinin o bereketli huzur dolu, maneviyat dolu şaşalı günlerinden bugün geriye kalan manzara maalesef kırık dökük birkaç eserden öteye gidilemiyor. Durum elan bu. İşsizlik, yoksulluk ve fakirlik. Sevgi dolu, saygı dolu, vefa dolu, hürmet dolu, ana vatan aşkı ile yüreği atan Kosova’nın, Priştina’nın, Prizre’nin, Mamuşa’nın, İpek’in hamiyetperver güzel insanlarına devletimizin bu anlamda da destek olması kaçınılmaz. Sn. Başbakana bunu iletmekte bölgeye olan ahd-i vefamın gereğidir. Boynumun, boynumuzun borcudur.
GÜNLER GELİP GEÇİYOR
Pürzerrin’den Prizren’e olan seyahatimde günler gelip geçiyordu. Ben de ilerleyen bu süreçte; bir dönem Osmanlı kışlalarının bulunduğu, hâlihazırda aynı arazi üzerinde Türk Tabur Görev Kuvvetinin konuşlandığı “Sultan Murat” kışlasında ki yaşamıma devam ediyordum. Prizren de konuşlu bulunan ve bir dönem benimde parçası olduğum Mehmetçiğimize selam vermeden geçmeyelim. Aklıma gelmişken, orada görev yapan Mehmetçiklerimize; bastıkları yeri toprak diye geçmemelerini, altında yatan binlerce şehidi düşünmelerini ve günlerini paylaştıkları insanların bu şehitlerin torunları, emanetleri olduklarını unutmamalarını hatırlatmak istiyorum. Öncelikle, yüzyıllar öncesi Osmanlı ordularının ordugâh kurduğu topraklar üzerinde günlerinizi geçirmektesiniz. Bunu hassaten hatırlatmakta âcizane fayda mülahaza ediyorum. Bu anlamda yüzyıldan fazla bir zamandır süre giden bir boşluğu doldurmakta Mehmetçiğimiz. Bu arada Prizren serim önce ki hafta belirttiğim üçü de aşacak gibi görünmekte. Haydi, hayırlısı önümüzdeki hafta buluşmak dileğiyle sağ ve esen kalın.
-DEVAMI VAR-