Pamuk Nenemin Ak Karanfili
Geçen hafta içinde bir parçamı toprağa verdim… Mümkün olduğu kadar her hafta kendisini ziyaret edip bembeyaz yanaklarını okşadığım babaannem artık yok. Onu Çırakman mezarlığında, 25 yıl önce ölen dedeciğimin yanına defnettik. Bilenler bilir, Çırakman Mezarlığı’ndaki mevtalar, Karadeniz’den esen hâkim rüzgârı olduğu gibi ciğerlerine çeken küçük bir servi koruluğunun altında uyurlar. Etraftaki tek yel değirmeni kalıntısının burada olması rastlantı değil elbette… Eskiden rüzgâr eser, un olurmuş; şimdi rüzgâr esince sadece yürekleriniz üşüyor. Çırakman Camiinin emektar İmamı Osman Hoca, Babaannem için mezarı başında toplanan cemaate dua ettirene kadar hepimizin elleri soğuktan çatladı. Nenemin doksan üç yılın yorgunu bedenini, buz gibi soğuk toprağın içine, incecik kefenler içinde bıraktık; lakin onun sevgili ruhu ve bıraktığı hatıralar, yüreğimin en sıcacık köşesinde ölünceye kadar misafir olacak. Ah benim pamuk nenem… Seni Çırakman’daki o eski evin penceresinden bakarken bir daha hiç göremesem de “gönül penceremin ak karanfili” gibi kalbimin en müstesna köşesinde muhafaza edeceğim.
MEMLEKETİN SON HATIRALARI
Vicdan sahibi herkes için neneler ve dedeler kıymetlidir. Onlar, bizleri aile tarihimize bağlayan köklerimizdir. Lakin bizim gibi üçüncü kuşak mübadil torunları için onların ifade ettikleri başka manalar da vardır. Zira büyükannelerimiz ve büyükbabalarımız, bizim için “artık çok uzaklarda kalan memleketin”son hatıralarıdır. Pamuk nenem de Selanik İli, Kavala kazası, Sarışaban nahiyesi, Muratlı köyüyle arama giren seksen dokuz yıllık derin hasretin canlı kalan son damarıydı. Artık o son damar da kurudu… Memleketin sisli silueti biraz daha karardı, kaybolmaya yüz tuttu. Huriye bebek, 1920 yılında Rodop Dağlarının Ege’ye bakan yamaçlarındaki tütün yeşili bir dağ köyünde doğmuştu. Yüzlerce sene evvel Orta Asya steplerinden kopup Anadolu’ya, oradan da Rumeli’ne yerleşen Yörük Türkmenlerin kurduğu Muratlı, kestane ormanının içine sımsıkı sarılmış büyükçe bir köydü. Birbirine koyun misali sokulan ahşap evlerin arasındaki daracık patikaları kızılcık dalları süslüyordu. Lakin Huriye’nin bebekliği sıkıntılar içinde geçmişti. Birbirlerine “mari” diye seslenen gül yüzlü kadınların, cümlelerini “be ya” diye bitiren yiğitlerin yaşadığı bu güzel Osmanlı köyü, nicedir kâfir eli olmuştu. Ta 1850’lerdeki Kırım Harbinden bu yana çıkan sayısız savaşın acılı yükünü çeken, bayrak için can veren Muratlı sakinleri ay yıldızın hasreti içinde kahroluyordu. Yürekleri İstanbul’daki sultanda, akılları Ankara’daki hemşerileri Mustafa Kemal’deydi hepsinin. Mısır koçanından, ağaç kabuğundan öğüttükleri unla ekmek yapmak zorunda kalan köylülerin bir derdi de köyü mesken tutan işgalcilerin jandarmalarıydı.
DEBRELİ HASAN
Dağlarda kendi hukuklarını koruyan Debreli Hasan ve diğer kaçaklar yardım gördükçe köy meydanlarında çalı harmanları kuran öfkeli askerler, Anadolu’daki yenilgilerinin acısını Türk köylerinden çıkartıyorlardı.
1924’ün soğuk bir kış günü, parça parça kar yağarken terk ettiler Muratlı köyünü… Mübadele başlamıştı. Çok uzaklardaki bilmedikleri bir memlekete doğru çileli bir yolculuk bekliyordu onları. Huriye bebeğin pek çok akranı, mübadele gemilerinde ve daha sonraki salgın hastalıklarda kırıldı. Ama o direndi. Samsun’un Çırakman köyünde, kalan sağlarla birlikte yeni bir memleket kurdu kendisine. Acılarını geçmişe gömdü küçük Huriye. O kadar ki, diğer genç kızlarla beraber rahmetli İbraamAga’nın düğününde oynarken evin tahtalarını kıracak kadar sağlam bastı (!) yeni yurduna. Camilerini, okullarını, yollarını kendi imkânlarıyla tamamlayan bir neslin evladı olmanın onuruyla büyüdü, kendisine bir yuva kurdu. O yuvadan boyunca evlatları, torunları, torunların çocukları, derken bir sürü fidan yetişti. Muratlı’dan kopartılan o kökler, Çırakman’a tutundu. Acıların üzerine yeşeren büyük bir orman misali sardı yeni topraklarını. Çal Dağı’nın eteklerinde kalan o yitik Muratlı köyünün yerine, Kara Tepe’nin eteklerindeki Çırakman’da yeni bir hayat kuruldu. Ege’den esen o ılık bahar rüzgârını hiç unutmadılarama yılların kırıştırdığı yanakları Karadeniz’in serin rüzgârına da alıştı zaman içinde. Kim bilir belki de Muratlı’dan kopan o yaralı ruhlarla birlikte, Cenabı Allah’ın onlara tahsis ettiği yeni bir yurtta mahşer gününü bekliyordur şimdi benim Pamuk Nenem. Evet, evet… Eminim… Kendinden önce Hakka yürüyen mübadil ruhlarla birliktedir o artık. Dünya hayatında “küçük kıyameti” yaşamış diğer mübadillerle birlikte metanet içinde “büyük kıyamet” için bekliyordur. Güle güle neneciğim. Seni asla unutmayacağım! Seni hep, doğduğun evin duvarından söktüğüm taşı hediye ettiğim gün döktüğün gözyaşlarınla hatırlayacağım.