Rumeli Bilgesi Ramiz Aga der ki …
Hani uzak doğunun meşhur bilgeleri vardır. Nepal’de, Katmandu’da, Tibet’te filan yaşadıkları rivayet edilir. Himalayalar’ın erişilmez bir zirvesindeki unutulmuş bir manastırda kös kös oturup, batılılara akıl fikir verirler. Hatta bazı batılılar öylesine özenirler ki bu çekik gözlü bilgelere, Ferrari’lerini satıp üstüne bir de kitap yazarlar. Nirvana’ya çıkacağız, meditasyon yapacağız, yoga ile uçacağız diye zırvalayan bu bilgelere bizim memleketten de itibar edenler çıkıyor tabii. Kavalla kobra yılanı oynattıran Hint fakirlerinden öğrenecek neyimiz var bilmem ama ben bilgenin de yerlisini severim! Nasreddin Hoca, Mevlana, Pir Sultan Abdal, Sarısaltuk, Yunus Emre ve hatta Keloğlan, Budist bilgelerin yanında ordinaryüs profesör sayılır!
Efendim, şimdi istemezler diyeceklerdir: “Anam babam, o saydığın bilgeler masal kitaplarında kaldı, hâlbuki atla uçağa git, bak Hindistan, Nepal, Tayland filan hala bilge kaynıyor!”
Yok, o öyle değil işte... Şöyle aç gözünü bir bak bakalım, bizim memlekette ne bilgeler var da biz facebook’ta çiftçilik yapmaktan, kahvede taş dizmekten, Fatmagül’ün derdine iç çekmekten onları farkedemiyoruz...
Bizim Ramiz Aga da işte o yerli bilgelerin Rumeli versiyonu... Onu bulmak için öyle Rodop Dağları’nın zirvelerine, Trakya’nın dağ köylerine veya türbelere gitmeye de hacet yok. Ramiz Aga, bizim memleketin bir göçmen mahallesinde oturur, namaz saatlerinde camiye gider, akşamüstü çay içmeye kahveye uğrar, emekli maaşını alınca bakkaldan torununa çikolata alır, gözlüklerini takıp uzun uzadıya gazete okur, havadisleri ajanslardan dinler. Soran olursa öyle laflar eder ki adama Ferrari’sini de sattırır, hatta uçan halıya bindirip nirvana’ya da çıkartır.
Araştırmacı gasteci sıfatıyla “Rumeli Bilgesi Ramiz Aga” ile patlattığım röportajdan alıntıları sizinle paylaşayım da görün bakalım gününüzü...
GÖRÜN BAKALIM GÜNÜNÜZÜ
İnsanoğlu yaradılıştan topraktan yapılmıştır, ama zamanla o da değişmiştir. Bu asırda insanoğlu üç mamüldendir:
Birincisi, siyasetçi tayfasının en sevdiği cinsidir ki onlar lastikten yapılmışlardır. Çok kolayca eğilir bükülürler. Hatta hacıyatmaz misali sen buyurdukça eğilir, kafa sallarlar. Lakin böylelerinin çoğunlukla beyinleri de boştur. Unutma, top da plastikten yapılır, ama içi sadece hava doludur.
İkincisi, demirden mamül olanıdır. Böyleleri hiç laftan anlamaz. Onlarla konuşarak hiçbir şeyi de çözemezsiniz. Aksi gibi güçlü kuvvetli adamlardır. Karşınıza çıkarlarsa en doğrusu etraflarından dolaşıp oradan sıvışmaktır. Zira bunların yerlerini değiştirmek de kolay değildir; özgül ağırlıkları fazladır. Ondan mütevellit, sırtına alıp da taşımaya kalmayın, olan gene size olur. Hem uzun süre taşıyamazsınız, hem de sırtınızdan indirdiğinizde hemen size düşman olurlar.
Üçüncüsü en nadir bulunanıdır ki onlar camdan mamuldür. Lastikten olanlar gibi eğilmezler, demirden olanlar gibi ağırlık etmezler. Kafaları çalışır, sanatçı ruhları vardır. Şeffaf olduklarından kolay fark edemezsin onları. Böylelerini bulup da dinlersen feyiz alırsın. Lakin kötü bir huyları vardır, eğmeye bükmeye çalışırsan çabucak kırılırlar...
***
Ramiz Aga’ya sormuşlar, “Dünyadaki en kolay ve en zor olan şey nedir?” diye.
“En kolayı” demiş, “Nasihat vermektir.” Sonra eklemiş, “En zoru da kendini bilmektir.”
***
İki adamdan birisi “bana iman nasip et yarabbi” diye dua ederken ötekisi “bana rakı parası nasip et” diye yakarıyorsa dikkatli olun, bunların ikisi de makbul insanlar olmayabilir. Zira, insan hep kendinde olmayanı ister.
***
Mal bulunca sağlığımı, kuvvet bulunca aklımı, iktidar bulunca basiretimi, nimet bulunca mertliğimi, güzeli bulunca iffetimi yitireceksem hiçbirini istemem...
Bela bulunca imanı, zorluk bulunca sabrı, ölümü bulunca cenneti bulacaksam eyvallah; hepsine razıyım.
***
Dilenciye sadaka verin vermesine de duasına pek güvenmeyin. Zira duasından hayır gelseydi önce kendisine üç kuruşluk faydası olurdu.
***
Zannetmeyin ki incir ağacı ile zeytin ağacını ayırabildiğinizde şafak sökmüştür.
Yürürken bir kadınla karşılaştığınızda ona güzel mi çirkin mi diye bakmadan “bacım” diyebiliyorsanız işte o vakit aydınlanmışız demektir.
Sanmayın ki keçi ile koyunu ayıramadığımız anda gece başlar.
Karşımıza çıkan erkeği zengin mi yoksul mu, siyah mı beyaz mı, sizden mi bizden mi diye ayırt etmeye başladıysak, işte o vakit gece olmuş, üzerimize karanlık çökmüş demektir.
***
Sevgi, küçük aşkları yok eder, büyük aşkları ise arttırır. Tıpkı rüzgârın mum ışığını söndürürken ateşi yangına çevirmesi gibi!