Selanik ve İzmir

Selanik ve İzmir. Birbirinin ikizi, iki ayrı ülkede birbirlerinden ayrı düşmüş iki kardeş gibi. Kordonuyla, meydanlarıyla, limanıyla benzer coğrafi özelliklerinin yanında bu iki şehrin kaderi de tarih boyunca hep birlikte yazılmış gibi. Köklü Osmanlı tarihi bir yana, Milli Mücadele yıllarının cumhuriyetle taçlandığı o şanlı zaferin adeta başlangıç ve bitişi bu iki şehirde hayat bulmuştur. Kurtuluş savaşı her ne kadar Bandırma Vapuru’nun Mustafa Kemal Paşa’yı Samsuna getirmesi ile başlasa da, bana göre o yıllarda Osmanlı’nın Rumeli’deki şehirlerinden sadece biri olan Selanik, askerlik dehası Mustafa Kemal’in dünyaya gözlerini açtığı topraklar olması bakımından, Türk Milleti’nin talihinin döndüğü ve Kurtuluş Savaşı’nın kader çizgisinin asıl başlangıç noktası olmuştur. Bu çizginin geçtiği diğer bir güzel Osmanlı şehri de bu kez Anadolu’da düşmanın denize döküldüğü İzmir’dir. Başlangıcın sonu olmasa da Türk milletinin yazdığı şanlı destanın askeri başarısı bu iki şehirde hayat bulmuştur. Bu iki şehrin, yolları ayrılan iki dost, ayrı yurtlara düşüp ayrılan iki kardeş gibi, tarih sahnesinden ayrılışları da buruk ama görevlerini tamamlamış olmanın huzuruyla olmuştur. Selanik ve İzmir. Benzerlikleri üzerine sayfalarca yazı yazılabilir aslında. Bu topraklar bugün ayrı düştükleri ülkelerde özlemle tarihi yad etseler de Osmanlı dönemindeki ekonomik dinamiklerini artık yitirmiş durumdalar. Yıllarca Osmanlı Devleti’nin ticaret yükünü omuzlayan bu şehirler, biri Misak-ı Milli sınırları dışında kaldığı için, diğeri de Birinci İzmir İktisat Kongresi’nde vurgulanan yabancı sermaye antipatisi yüzünden şehri terk eden levantenlerden sonra ekonomik canlılığını yitirmiştir.

TİCARET MERKEZLERİ

Selanik Balkanlar’ın, İzmir ise Anadolu’nun özellikle de Ege’nin tarım ürünlerinin dünyaya satıldığı ticaret merkezleri olmuşlar yüzyıllar boyunca. Her ikisi için çok şey yazılabilecekse de 450 yıl Osmanlı topraklarında kalan Selanik şimdilik bu satırlarımızın konusu olmayacaktır. Ama İzmir? Ayrı düşen kardeşlerden bu bayrak altında sadece o nu bağrımıza basabildiğimiz için ve de doğup büyüdüğüm şehir olması nedeniyle İzmir üzerine daha çok şey yazıp söylemek mümkün. Gavur İzmir yakıştırmasının altında adeta üvey evlat muamelesi gördüğünü düşündüğüm bu şehir, her ne kadar geçmişten getirdiği mal varlığı, nüfus ve sermaye birikimi ile ülkemizin üçüncü şehri olsa da, hiç bir zaman Osmanlı döneminin ticari dinamizmini yakalayamamıştır. Ankara’nın başkent olmasından dolayı üstlendiği cazibenin yanında özellikle İstanbul’da saray etrafındaki yerli sermayenin mevcudiyetini korumak pahasına, dışladıkları yabancı sermayedarlar da gidince bir anlamda İzmir in pabucu da dama atılmış oldu. Geçen seneler içerisinde de Türkiye’nin ilk iki büyük şehri ile arasındaki fark her anlamda biraz daha açılmış oldu. Bugün Anadolu sermayesi, girişimci jenerasyonu ile  Kayseri’yi, Denizli’yi, Konya’yı, Bursa’yı  kısaca Anadolu kaplanları denilen yeni bir  sermaye yapısını Türk ekonomisine kazandırmıştır. Hatta bu kesimin Türk ihracatı içindeki payı da her geçen gün artmaktadır.  Her ne kadar bu durum ülkemiz adına gururlanma vesilesi olsa da Aynı süreçte İzmir sermaye dinamikleri ile Türkiye ekonomisine katkısı aynı hızda olamamıştır. Bu tespiti en açık şekli ile İstanbul Sanayi Odasının her yıl yayınladığı Türkiye’nin en büyük ilk 500 şirketi sıralamasına bakarak ta yapmak mümkün. Bu listeye İzmir den her geçen yıl bir öncekine göre daha az sayıda şirketin girebiliyor olmasından da yukarıdaki tespite dayanak olacak bir bilgidir. Oysaki Manisa ve Denizli, bir önceki yıla göre bu listede daha çok şirketi ile yer alabilmiş, böylece de büyüyen ülke ekonomisine paralel sermaye dinamikliğine sahip olduğunu göstermişlerdir. Yine gelir vergisi rekortmenleri sıralamasına baktığımızda İzmir’in vergi rekortmenlerinin hep gayrimenkul zenginleri olduğu görülmektedir. Özet olarak İzmirimiz gittikçe daha az üreten bir şehir olma özelliğine bürünmekte veya şöyle ifade edelim Türkiye’nin büyüyen ekonomi dinamiklerini yakalayacak sermaye birikimini oluşturamamaktadır. Böyle olunca da Anadolu sermayesinin dinamik şehirlerinden daha hantal bir şehir yapısı ile geleceğin Türkiyesinde yerini almaya çalışmaktadır. Böyle düşünmeme bir başka sebep de İzmir in en büyük şirketlerinden Yaşar Holding in sahibi Selçuk Yaşar’ın verdiği bir röportajda söylediği bir cümle olmuştur. Selçuk Yaşar bu röportajında İzmir’de yatırımcı olmanın ve iş yapmanın zorluğundan bahsederken “Bunca yatırımı İzmir e değil de İstanbul’a yapsaydım bugün Sabancı ve Koç’tan sonra Türkiye’nin üçüncü büyük işadamı olabilirdim” demişti. Aslında güzel şehrim için karamsar bir tablo çizmek istemem ama İzmir in ikiz kardeşinden ayrı düştüğünden beri üzerindeki kara toprağı atmamış olmasına da üzülmekteyim. Bu şehirde bu halinden çok çok fazlasını ortaya koyacak potansiyel var. Bu yüzden de gelecek adına ümidimi koruyorum.

 

 

 

Benzer Videolar