Arnavutluk’ta bu günlerde bir şeyler oluyor. Aslında hep oldu ve muhtemelen önümüzdeki zamanlarda da olacak. Zira ülke çok sayıda büyük ve nüfuzlu ülkenin ya da alışıldık deyimle dış mihrakın bir satranç tahtası durumunda.
DR. YÜKSEL HOŞ
Arnavutluk’ta ülkenin kuzeyindeki petrol yatakları ile açığındaki denizdeki muhtemel gaz yatakları sebebi ile Rusya’nın ve AB’nin, tarihi saplantısı sebebi ile İtalya’nın, etnik gerekçeler ile Yunanistan’ın ve jeopolitik çıkar noktasında da ABD’nin çıkarları mevcut. Buna daha da önemsiz miktarlarda Sırp, Fransız ve Avusturya çıkarları da elbette eklenebilir ancak esas aktörler bunlar. Unutmadan Türkiye de burada önemli bir isim. Ancak oyuncu değil. Zira bizler bölgede oyun kurucu durumunda değiliz şimdilik. Arnavutluk ile aramızdaki münasebet ise karşılıklı kazan kazan ilkesine dayanıyor ve birçok konuda Türkiye, Arnavutluk’a ağabeylik yapıyor olmayı seçen bir ülke. Seçen diyoruz zira ülkelerin içindeki kimi güç odaklarını satın alıp iş çevirmek Türkiye’nin yöntemi değil. Arnavutluk yöneticilerine emir vermek asla, ancak dostça rica etmek noktasında dahi birçok şey çözülebiliyor. Ne var ki buna rağmen Arnavutluk’ta işler istediğimiz gibi gitmeyebiliyor.
DİN KONUSUNDA TERS GİDEN İŞLER
Arnavutluğa ülkemizden son derece entelektüel ve kabiliyetli bir isim olan Şaban İşlek beyin gönderildiğini hatırlıyorum. Kendisi Kayseri müftülüğünde idi ve Kosova kökenli idealist ve pozitif birisidir. Anlaşılan oydu ki Arnavutluk’ta bu konuda işlerin ters gittiğini anlamıştı ülkemiz yöneticileri. Peki hangi konuda ters gidiyordu ki işler? Din konusunda tabii ki. Zira 1967’den itibaren 20 yıl kadar bir süre dinin adının esamesinin yasak olduğu bir ülkede yasaklar kalktığında herkes kendisine şirin görünen yolu seçmişti. Kimi zaman bu şirinlik çikolata paketleri ile kimi zaman ABD dolarları ile kimi zaman da farklı ülkelere göçmen olarak gönderilme vaadi ile Arnavutların kafasını karıştırmıştı. İşte bu zamanlar, yani 1991–2002 arası zaman, Arnavutluk’un en savunmasız kaldığı bir zamandı. Banker krizleri, anarşi dönemi ve onca gelip giden hükümetin başarısızlıkları ile birlikte Arnavutlar için artık din, tek kurtarıcı seçenekti. Ülkenin güneyinden Yunanistan’a giderek vaftiz olanlar ve Yunan vatandaşlığı ya da oturumu alanlar yanında, İtalya’ya giderek aynı şeyi yapanlar bir şekilde kendilerini kurtulmuş saydılar. Geri kalanlar ise yüzlerce misyoner örgütün bir çalışma sahası ve bir açık hava laboratuarı haline geldi. Öyle ki dünyada cemaat bulamayan kimi aşırı uçlar dahi Arnavutluk’tan kendilerine cemaat devşirme yoluna gittiler. Bunlar içerisinde elbette az sayıda olsa da Müslüman ülkelerden gelen vakıf ve dernekler de vardı.
ISLAMIC RELIEF
İşte Vahhabiler veya kendilerinin deyimi ile Selefiler de bunlardan biri belki de en önemlisi idi. 1998 yılında Arnavutluk’ta İslamic Relief gibi İslam’ın güzel ve yardımsever ruhunu yansıtan onca derneğe şahit olurduk. Bunlar, Arnavutluk’ta İngilizce ve Bilgisayar kursları, Arapça ve Kuran-ı Kerim kursları ve çeşitli mesleki kurslar vererek bu ülke insanına hizmet veren kurumlar olarak ön plana çıkmışlardı. Ancak 11 Eylül faciasından sonra o günkü Arnavutluk hükümeti bunların tamamını yurtdışına çıkardı ve Arnavutluk misyonerlere teslim edildi. Ancak bir grup vardı ki onlar Arnavutluk içerisinde kalmaya devam ettiler.
SELEFİLER
Onlar hiçbir şekilde bir vakıf ve dernek çatısı altında örgütlenmedikleri için, sahip oldukları kimi vakıfları kapatılsa dahi bireysel olarak Arnavutluk’ta sürekli faaliyet gösterdiler. Daha 90’lı yılların başında Cidde Üniversitesine yani Suudi Arabistan’a eğitim için getirdikleri yüzlerce Arnavut genç, 2000’li yıllara gelmeden Arnavutluğa tahsilli bir şekilde dönmeye başladılar. Sayıları sürekli arttı. Yaptıkları çalışmalar, Arnavutların geleneksel İslami gelenekleri ve karakterlerinden o kadar farklıydı ki ne onlar Arnavutları Müslüman olarak görüyorlardı ne de Arnavutlar onları tanıyabiliyordu. Evvela Tiran’ın merkezindeki bir tarihi camii olan Pazar Camiini (Kokonoz Camii) restore ettiler. Camiinin duvarlarındaki tüm hat ve nakış eserleri birer birer silindi. Tek işleme ise kubbede kaldı ve ortaya duvarları beyaz badana boyalı bir Camii’den başka bir şey kalmadı. Bunun benzeri restorasyonları ülkenin diğer yörelerinde ayakta kalabilmiş bazı camilere de uyguladılar. Zamanla ise camiilere giden Arnavut yaşlılara “Siz Müslüman dahi sayılmazsınız” diyecek kadar ileri gittiler. Onlara göre namazda ayakları yarım metre açık olmayan kişinin namazı namaz olmadığı gibi, akıl baliğ olmuş bir gencin de sakal bırakmaması kabul edilemezdi. Pek tabii ki her malın alıcısı olduğu gibi onların da bir çevresi oluştu. Günümüzde Tiran’da Rruga Kavaje yani Kavaye Caddesi üzerindeki Dine Hoca Camii, Arnavutluk’taki Selefilerin toplanma yeri ve merkez üssüdür. Selefi dememizdeki kasıt onları selefi kabul etmek değil, kendilerini öyle adlandırdıkları için bir üslup sadece. Vahhabi dediğimiz kimselerin birebir aynısından bahsediyoruz zira. Kavaye caddesindeki bu Camii, Tiran’da belki de nev-i şahsına en münhasır örneği teşkil eder. Zira şehir meydanındaki Ethem Bey Camii’nin cemaati yaşlılardan oluşurken Dine Hoca Camii'nin cemaatinde yaşlılara rastlanmaz. İçerisinde ne bir Allah ve Muhammed yazısı ne bir duvar hattı, ne de herhangi bir süsleme bulunmaz. Beyaz badanalı duvarlar ve yüzlerce kitap ve düzgün bir ses ve abdest düzeneği mevcuttur. Ethem Bey camiinde okuyacak 10–20 kitap zor bulurken Dine Hoca Camii'nde başlı başına bir kitaplık bulunur. Ethem Bey Camii'nde uyuyan ve sohbet edene rastlanmazken Dine Hoca Camii'nde içeride uyuyanlar, Kuran-ı Kerim dersi alanlar, sohbet edenler ve ders verenlerden oluşan oldukça dinamik bir ortam bulunur. Ancak her iki camii için de bir ön kabul söz konusudur ve Arnavutluk İslam toplumunca malum olan bu ön kabule göre her iki camii de sırtını birer dini cemaate dayamıştır. Zira Vahhabiler’in örtülü bir şekilde Suudi ve Körfez kaynaklarından beslendiği söylenir iken Ethem Bey Camii ve idare edenlerin de ülkemizde bu aralar son derece ünlü olan bir camianın Arnavutluk uzantısı olan Sema vakfından destek aldıkları iddia ediliyor. Bu konu yarı politik bir yönü de içerdiği için hangi cemaat olduğu konusunu bu sütunlara taşımamak gerekiyor. Ancak Selefilerin bu konudaki en ciddi itirazı şudur. Arnavutluk’taki diyanetin eş değer kurumu diyebileceğimiz KMSH'nin tamamı ile Sema Vakfı güdümüne girmiş olması. Tüm üyelerinin ve idarecilerinin de ya Türk okullarından yetişmiş olması ya da Türkiye'de eğitim ve tahsil almış olmaları. Buna son örnek olarak ise bir rahatsızlıklarını belirtiyorlar. Bilindiği üzere “Komuniteti Mysliman i Shqiperise” Yani Arnavutluk'taki camiler, dini personel ve dini vakıf malları üzerinde otorite sahibi tek dini kurum olan KMSH kurumunda geçtiğimiz haftalarda bir seçim yapıldı.
KMSH SEÇİME GİTTİ
Eski KMSH başkanı Selim Muça’nın görevi nihayet bulmasından dolayı KMSH yeni bir seçime gitti ve 99 oydan 88’ini alan Boğaziçi Üniversitesi Mezunu Skender Bruçaj Arnavutluk KMSH başkanı oldu. İşin enteresan tarafı ise Skender Bruçaj’ın ilahiyatçı değil psikolog olması. Dahası bu kişinin Epoka adlı Türk Üniversitesi’nde kariyer yapmış olması da onu Selefilere göre sözü edilen bir camianın adamı gibi göstermeye yetiyor. Selefilerin önde gelen isimlerine KMSH'deki bu seçimleri sorduğumuzda bizlere bunun bir tiyatro olduğunu açıklıyorlar. Zira onlara göre Skender Bruçaj’ın karşısındaki rakip de aynı camiaya mensup idi ve o da 11 oy almıştı. Kendi kendilerine oylama yaptılar ve Arnavutluk dini kurumunu ele geçirdiler” diyen Selefiler biraz da hiçbir şekilde Sema Vakfı tekelinden dolayı seslerini duyuramamaktan şikayetçiler. Ancak buna rağmen Elbasan merkezli bir radyoya sahipler. Ne var ki yine de seslerini duyuramadıklarını söylüyorlar. Zira KMSH bünyesinde kendileri ile diyaloga hiç geçilmediği ve muhatap alınmadıkları gibi argümanları var. Bu sebepten pek alışıldık olmamasına rağmen Türkiye’yi bu alanda hakemliğe davet ediyorlar.
PEKİ SORUN NEREDE?
Aslında Selefilerin de göründükleri kadar masum olmadıkları açık. Masum olsalar dahi ekollerindeki problemli doktrinleri sonucun masum olmasını engelliyor. Başlangıçta safiyane niyetlerle yaptıkları tebliğ faaliyetleri daha sonrasında aşırı bir takım söylemler ile “cihadi eylemler” haline gelebiliyor. Bir defa itikadi noktada oldukça alışıldığın dışı ve tekfirci üslupları sebebi ile geleneksel İslami yaşam tarzına sahip kimseleri ittikleri ve dışladıkları açık. Hem de bunu Arnavutluk gibi bir ülkede yapıyor olmaları, eldeki dindar topluma da yabancı kalmaları gerçeğini getiriyor. Zaten “Müslümanım” diyen sıradan Arnavutları ve Bektaşileri de Müslüman’dan saymadıkları için probleme bir de bu ekleniyor. Olmazsa olmazları arasında ise belli başlı ön kabulleri mevcut. Örneğin Regaib Gecesi, Berat Gecesi, Miraç ve Mevlid kandillerini ve Mevlidin kendisini Bid’at yani dine sonradan eklenen batıl inanışlar olarak kabul ediyorlar. Bir de Tağut kelimesi üzerinde çok fazla durup vaaz veriyor olmaları onları silaha er geç sarılmaya hazır bir kavrama itiyor. Tağut, Allah’ın düzeni dışındaki her tür küfür düzeni demek. Bunu abartan kişiye göre demokrasi ve parlamenter sistem de birer tağut olabiliyor. Öğrettikleri tağut kavramının sınırını da çizmedikleri için cemaatleri de Selefilerin belli başlı fraksiyonlarına teslim olabiliyor. İşte bu noktada ülkemizde Niğde’de masum insanlarımızı öldüren Arnavut uyruklu teröristlere bağlanıyor durum. Zira bunların biri Arnavutluk’tan, diğeri ise Makedonya’dan gelen Arnavut milletinden insanlar. Peki bu insanları Türk milletine silah çekebilecek kadar bize düşman eden neydi? Aslında bize düşman oldukları yok. Zira Arnavutluk’tan Suriye’ye giderken de niyetleri Beşşar Esed’e karşı savaşmak istekleri. Onlara göre istekleri çok net. Suriye’de Esed’in tağut düzenini yıkacaklar, Irak Şam İslam devletini kuracaklar ve şeriatı getirecekler.
HAKKIN GRUBU
Arnavutluk’ta “Grupi Hakut” yani Hakkın Grubu adı ile faaliyet gösteren ve kendilerine bu adı veren de işte bu aşırıcı Selefi gruplar oluyor. Suriye'ye militan gönderen, yüzlerce Arnavut'un ve Suriyeli'nin kanına giren bu kimseler, sadece Arnavutluk'ta değil tüm Balkan ülkelerinde kol geziyor. 11 Eylül’de ılımlı tüm İslami gruplar Arnavutluk'tan atılırken bu kimselere hiç dokunulmamış olması belki de gerçeğin en manidar tarafı olsa gerek. Bu yüzden de geliştikçe geliştiler ve kendilerine dokunulmamış olmasından dolayı da adeta "Allah'ın yolunu açtığı ve durdurulamayan bir grup" olduklarını düşünerek kendilerine ilahi bir seçilmişlik psikolojisi de yüklemişler. Bunda o derece ileri gitmişler ki Selefilerin Arnavutluk’taki en önemli ve saygın ismi olan Dine Hoca Camii İmamı Hoca Ahmet Kalaja’yı bile kendileri kadar aşırıcı fikirlere sahip olmadığı için tağuta hizmet eden kişi gibi görebiliyorlar. Söz konusu camideki cemaat ile yaptığımız görüşmelerde ki bunların tamamına yakını selefidir, Arnavutluk’ta, Suriye’ye gitmek için çocuğunu dahi beraberinde savaşmaya götüren Arnavutların olduğunu öğrendik. Hem de bu insanlar çocuklarının annelerinden çocuğu yurtdışına çıkarmak için imza alırken Suriye’ye gideceklerini dahi söylemeden çeşitli yalanlarla bu imzaları almışlar. Bahane edilen ülkeler ise çok farklı ülkeler. Zaten Suriye’ye Arnavutluk’tan direkt ulaşım da olmadığı için bahaneleri bir bakıma gerçeğin bir kısmının gizlenmesi ile aynı manada. Bu arada hemen belirtelim ki Suriye’ye savaşmaya giden bu Arnavutların neredeyse hiç biri Özgür Suriye Ordusu saflarında Esed’e karşı savaşmak için gitmiyorlar. Irak Şam İslam Devleti (İŞİD) denilen bir örgüte katılıyorlar ki El Kaide’den dahi farklı ve aşırı bir örgüt bu. Nitekim söz konusu örgüt üyelerine göre Özgür Suriye Ordusu tağutu temsil ediyor ve yok edilmeli. Çünkü Özgür Suriye Ordusu’nun idealindeki Suriye, demokratik bir Suriye. Ve İŞİD militanları da demokrasiyi tağut olarak gördükleri için Özgür Suriye Ordusu’na karşı savaşıyorlar. Ve işte tam bu noktada da Türkiye ister istemez hedef oluyor çünkü Özgür Suriye Ordusu’nu destekleyen ülke olarak hedef oluyoruz. Aynı zamanda demokratik bir ülkeyiz ve bu da hedef olmamızı katmerleyen bir olgu. Son derece sığ bir bakış açısı ile soru sorması yasak edilen İŞİD militanlarına Türkiye hedef gösterilebiliyor. Peki neden? diye sormaları halinde dahi, “Sorular fitne yapıyor sorgulamak yasak emirleri direkt yerine getirin” talimatı alıyorlar. İşte düğüm de burada. Henüz çocuk denecek bir yaşta ülkemize savaşmaya gelen Qendrim Ramadani ve Muhammed Zaqiri isimli Arnavut gençler de akıllarını tağut ile bozdukları için bu derece beyinleri hipnozlu birer militan haline gelebiliyorlar.
ARNAVUTLUK MÜSLÜMAN FORUMU
Buna karşın Arnavutların arzusu ise çok basit. Forumi Mysliman i Shqiperise yani Arnavutluk Müslüman Forumu adlı sivil toplum kuruluşu, yıllardır Türkiye’den kendileri için bir radyo kurması için destek istediklerini belirtiyorlar. Bizler Türkiye’nin lider ülke vizyonu ve ülkemizdeki geleneksel İslami yaşam tarzını yaygınlaştırmak ve burada var olabilmek için bunu yapmak zorundayız diyorlar. Hiçbir cemaat ve politik görüş ile de alakaları olmadığı ve olanakları son derece de kısıtlı olduğu için seslerini hali ile duyuramıyorlar. Ancak Arnavutluk’ta artık ülkemizin muhatap alması gereken bir diğer kurum olarak Arnavutluk Müslüman Forumu’na da protokolde yer verilmesi iyi sonuçlar getirecektir. Hemen hepsi Türkiye sevdalısı olan bu STK’daki her bir üyenin evlerinde 70 santimlik bir Türk bayrağı mutlaka bulunuyor. Ne var ki onlar da KMSH’ye göre ayrılıkçı, Selefilere göre ise gelenekçi bir grup olarak görülüyorlar. Kısacası güçsüz iseniz ve hiçbir camiaya yaslanmamış iseniz işiniz daha da zorlaşıyor. Güçsüzlerin gücü, kimsesizlerin kimsesi olmaya niyetlenenler içindi yazımız.