Siz Siz olun Arnavutluk’ta ölmemeye bakın

Mezarlık kelimesi pek içimizi ısıtmayan bir adrese işaret eder. Bir yakınınızı kaybetmemişseniz gitmenin bir anlamı ve tadı yoktur. Yakınınızı kaybettiğinizde de tadı yoktur. Ama herkesin tadacağı bir ortamdır bu mekan.

Arnavutluk’ta bir mezarlığa gidiyoruz. Tiran mezarlığı. Şehir merkezinden kalkan eski püskü bir otobüsle tıkırdaya tıkırdaya ulaşıyorum mezarlığa. Böğürtlenli dikenliklerin arasından geçerek varıyorum mekâna. Açıkçası ortada bir mezarlık arıyor gözlerim. Tam bir betonlar ormanı ile karşılaşıyorum. Uhrevi manevi havanın zerresi dahi yok buralarda. Aksine ürperticilikte eşine az rastlanır bir yer. Ağlayan kadınlar, kendisini zorlayarak bağıran dövünen kişiler ve daha neler neler… İlk gördüğüm manzarada zaten moralimi iki seksen yatırdım kabristana. Mezarlıktaki hiçbir mezar kıbleye bakmıyor. Mezarlık karma dinler mezarlığı. Çoğu kişinin dinini sadece mezardaki mermerin yahut betonun şeklinden anlıyorum. Birçoğunun da dini anlaşılmıyor. Kızıl yıldızlı komünist bir mezar veya adı Müslüman adı ama mezarı haç biçiminde. Normalde isimleri Hıristiyan adı olup da Müslüman dinindeki insanlarla doludur Arnavutluk Bunu anlarım ama adı Nuri olup 70’li yaşlarda ölmüş birinin neden haç şeklinde mezarı olsun ki diyorum. İmdadıma eşim yetişiyor ve açıklıyor. Demokrasiye geçildiğinde imamlar cenaze defin işlemleri için ciddi paralar istiyorlarken, Katolik ve Ortodoks kiliseleri bu işi ücretsiz hallediyorlarmış. Halk da zaten komünizm zamanında din fakiri büyüdüğü için hiç değilse anamın babamın mezarı olsun ve gömülsün diyerekten bunda bir beis görmüyor ve gömdürüyorlar. Haçı dikmek ise Ortodoks ve Katolik kiliselerinin fazladan hizmeti. Ölen kişinin, adı Nuri eşinin adı Fehime ve ikisinin de mezarının üzerinde veya tepesinde koskoca bir haç. Mezarlıkta yürümeye devam ediyorum, araları birer metrelik boyda olan mezarların köşesinde küçük şirin bir minare dikilmiş mezarlar görüyorum. Kimisindeki bu minyatür minareler alçıdan, kimisinde tenekeden. Kimisi birinci kalite mermerden. Tamam diyorum işte bu Müslüman mezarı.

 

YUNAN HEYKELİ GİBİ BÜST

 

Genç delikanlı birisinin mezarıymış gözüme takılan. Mezarın üzerindeki tarihten yaşını çıkarmaktayken birden koskoca bir büstle karşılaşıyorum. Delikanlının büstü. Allah’ım sanki bir Yunan heykeli gibi mezarın baş kısmına dikilmiş. Bir yanda minare diğer yanda bir büst veya bir kafa figürü. Rahmetli resmedilmiş besbelli. Mezarlıkta en bariz koku çiçek toprak kokusu olur ya işte bu mezarlıkta yanmış yağ veya mum kokusu koklamak çok normal. Hemen her mezarın başında mumlar var. Kiminin ziyaretçisi birkaç hafta önce gelmiş belli ama kimisinin mumu taze sönmüş. Kimisi ise hala yanıyor. Kimisi de mezarın başında bir kandil kutusu koymuş içerisinde Türk malı bir sıvı yağ yanıyor. Bazısı da olayı abartmış lüks lamba koymuş. Aman Allah’ım!. Bazıları kayışı hepten kopartmış ve mezarın başına bir şapel (kilisecik) inşa etmiş. Hem de öyle az buz bir kilise değil rahat 20-25 metrekarelik bir yapı. Kapısı çelik kapı ile ve asma kilitle örtülü, içerisinde bir devlet adamı yatıyor zannedersiniz. Aslında sade bir vatandaş ama ailesi verdikleri önemi bu şekilde sembolize etmek istemişler. Biraz daha ilerliyorum, uzakta metal bir kuş heykeli görüyorum. Doğru mu gördüm acaba? Diye yaklaşıyorum çünkü güneşten çok ciddi şekilde parlıyor. Evet gerçekten bu bir kuş. Üstelik çok güzel bir çalışma. Ustalıklı bir metal işi gerçekten. Tavus kuşu, güvercin arası bir heykel. Tamamen metal levhalardan yapılmış bütün tüyleri metal plakalardan oluşuyor ama burada işi ne ki? Derken aman yarabbi! O da ne diyorum. Bu kuş bir mezarın başına dikilmiş. Mezarın adı nedir diye dikkat ediyorum, rahmetlinin adı dikkatimi çekiyor. İsmi “Pellumb” imiş meğerse. Güvercin demek yani. Ailesi onun anısına koskoca bir güvercin heykeli dikmişler. İnsan boyunda devasa bir metal heykel. Kardeşimizin adı iyi ki ren geyiği manasına gelmiyor. Yoksa ne dikeceklerdi diye söylenerek uzaklaşıyorum oradan. Bu mekan ve size tattırdığı bütün duygular, aslında dinin yasaklandığı bir ülkede komünizmin insanlara ne verdiğini gözlemlemek için çok güzel bir gözlem ortamı sunuyor. Ortamda koskoca bir hiçlik duygusu hissediyorsunuz. Anlamsız bir boşunalık hakim. İnsanların inanışına karışan bir yönetim sisteminin onların ahiret hayatına  nasıl müdahale edebildiğini ve dünyadaki sonucunu burada görüyorsunuz. Yine bu sistemin birkaç nesli nasıl ziyan ettiğini bu müzeden anlayabiliyorsunuz. Tiran mezarlığı adeta bunun aleme gösterildiği bir müze gibi... Gerçi görmek isteyene, Tiran sokakları da ayrı canlı bir müzedir.

Bazı mezarların üzerine Medusa’nın Apollon’un başı gibi Yunan heykelleri benzeri büstler dikilmiş. Kimisinde açılmış iki sayfa Kur’an-ı Kerim sayfası olarak yorumlanabilecek mermerden bir kitap konulmuş. Her iki sayfasında karı kocanın resimleri var. Bunlarda da genellikle Müslüman isimleri  yazıyor. Kimi mezarlarda ise Müslüman adı taşıyan ancak resimlerinin bulunduğu çerçevesi haç isimlikler ve mezar taşları mevcut. Kimisi minareli kimisi haçlı kiliseli yüzlerce, binlerce mezar... Hıristiyan dinindeki kimseler için ortada rahatsızlık verici bir durum yok. Zira bu geleneğe göre çok da ters değil bu mezarlar. Ama ortadaki durum Müslüman cemaati için içler acısı durum. Peki bunlar ne zaman dikildi derseniz? Komünizm zamanında bırakın mezara minare dikmeyi başında dua okuduğunuzu görseler başınız fazlaca belaya girebilirdi. İşte bütün bu mezarlar, demokrasiye geçişte kendini Müslüman hisseden insanların imkanları ile yaşatmak istedikleri kimlik mücadelesindeki yalnızlıklarının işaretidir. Oradaki insanlarımızı kendi haline terk ettiğimiz dönemde yıl 1991 civarıydı ve Türkiye koalisyon dönemleri ile tanışıyordu. Rahmetli Turgut Özal’ın artık fazlaca bir gücü kalmamış ve hükümet yamalı bohçalar ile tanışmıştı. Bırakın Turgut Özal’ın yaptıklarını devam ettirmeyi, çoğu gelen onun yaptıklarında bir bityeniği arıyor, dışarıdaki tarihi varlığımıza ve sorumluluklarımıza kanalize edilen kimi kaynakları budamakla meşgul oluyordu. İşte Arnavutluğu biz 1912’den sonra ikinci kez 1991 yılında kaybettik. Arnavutluk’ta komünizmin tam olarak çöktüğü 1991 yılında ülkemizde DYP-SHP koalisyonu vardı. İşte bu dönemden itibaren sayacak olursak günümüze dek kabaca 20 yılın geçtiğini görürüz. Bu 20 yılın ilk 10 yılı çok kritikti. Tiran’a dikilen 45 kilise bu dönemde yapıldı, mezarlık kültürü bu dönemde gelişti, Müslüman cemaati bu dönemde zayıflatıldı, misyonerlerce yaklaşık 50 bin kadar Arnavut, çeşitli vaatlerle Avrupa’ya ve Amerika’ya bu dönemde götürüldü. Bu dönemde Arnavutluğun aklında kalan son İslam hatıraları da 11 Eylül saldırıları ile birlikte saldırıya uğradı. TV’de İslam-terör konulu belgeseller, Hıristiyanlık konulu barış konulu belgeseller, başkentteki sinemalarda İsa isimli film ve yakın yıllardaki İsa’nın Çilesi isimli Amerikan yapımları, misyonerlerin gitar dinletileri, burs toplantıları ve daha neler neler.

 

MÜSLÜMANIM DEMEKTEN UTANMAK

 

İnsanların “Müslümanım” demekten utanması için her şey hazırlandı adeta. Ülkedeki camilerin yeniden imar ve iaşesi ile meşgul olan tüm Arap vakıfları bir bir gönderildi. Sadece Vahhabiler bırakıldı. Ne kadar enteresan değil mi? Hem 11 Eylül bahanesi ile ABD baskısı sonucu bu ülkeden Arapları ve yatırımlarını gönderiyorsunuz, hem de 11 eylülün sebebi olarak gösterilen Vahhabilere hiç dokunmuyorsunuz.

Son günler ve Arap Baharı’nda yaşananlar, o halkların devlet büyüklerimize gösterdikleri sevgi selleri halkça, devletçe silkindiğimizin, kurtlarımızı ve parazitlerimizi döküp yeniden dirildiğimizin bir işareti değil mi? Evet gerçekten güzel şeyler oluyor. 1991’den bu yana tutturulmuş köksüzleştirilme mayasının yerine artık daha sağlam bir maya atma zamanı. Ve bunun için çok da geç sayılmaz. Sadece fotoğrafı doğru okuyalım ve okuduğumuzun da hakkını doğru şekilde verip doğru olanı yapalım. Olay basit aslında… Unutmamak ve unutturmamak.

 

Saygılar sevgiler.

 

Benzer Videolar